Küçük mavi bir parıltı ışıksız bir ortamdaki tek ışık kaynağıydı. Bu parıltı bir yusufçuk gibiydi. Karanlık, dalgasız, adeta ölü bir denizin üstünde dolaşıyor belli aralıklarla bu karanlık su birikintisine dokunuyor ve suyun üzerinde bir yerden başlayan ve zamanla daha da genişleyerek en sonunda yok olan halkaların oluşmasına sebep oluyordu. Bu halkaların her biri farklı farklı renklerde parlıyor ve bir süre sonra da yok oluyorlardı. Mavi parıltı en son dokunduğu yerde duraksadı, yeşil ve sarı ve turuncu ve kırmızı renkte olan halkanın içine atladı. Şimdi, tüm renkler parıltının etrafında dönüyordu. Sağında ve solunda az önceki renkler dans ediyor birbirlerinin içine giriyor yeni yeni renkler oluşturuyorlardı. Az önce geldiği karanlıktan çok farklıydı bu küçük dairelerin içi. Renklerin içinde bir şeyler görebiliyordu, küçük, uğur böceklerini andıran yaratıklar mavi parıltıya selam veriyordu. Mavi parıltı selam vermek istedi, fakat elleri yada kolları yoktu. Burnu yada ağzı yada gözleri. Gözleri olmadan nasıl görebiliyordu o zaman ? Olmayan gözlerini açmaya çalıştı, olmayan kirpiklerini hissetmeye, olmayan göz kapaklarını zorla kaldırmaya uğraştı. Parıltı bunu yapmakla uğraşırken etrafındaki dünyanın bozulduğunu göremedi. Tuhaftır ki az önce gözleri olmadığının farkında olmayan ufaklık, gözlerinin olmadığını öğrenince görememeye başlamıştı. Renkler birbirine karışmaya başladı, fakat önceki gibi ahenkli ve sanatsal bir şekilde değildi bu. Sanki eriyor gibiydiler, her rengin dokusu bozuluyor ve yavaş yavaş siyaha ve griye dönüşüyorlardı. Parıltıya el sallayan uğur böcekleri kaçışıyor bazıları bir şeyler söylüyordu. Ancak kulağı olmayan parıltı böceklerin ne dediklerini duyamıyor, gözleri olmadığından da etrafında eriyen birbirine giren renkleri göremiyordu. Gökyüzünden süzülmeye başladı pırıltı ve onunla birlikte düşen eskiden renkli olan ama şimdi sadece yanmış şekeri andıran gri parçalar. Olmayan göz kapakları açılıp, olmayan gözleri görmeye başladığında pırıltı olduğu yeri tanıdı, tekrar o karanlık yerdeydi ve suya doğru son hız düşüyordu. Yavaşlamaya çalıştı kanatlarını çırparak, ama kanatları yoktu. Bu sefer de olmayan kanatlarını çırpmak için didinmeye başladı. Pırıltı, gerçekten gözü doymuyordu bu ufaklığın. Yanı başında uçan uğur böceklerinden yardım istemeye çalıştı. Uğur böcekleri ise ona kulak asmıyordu. Bir vızıltı duyar gibi oldu, vızıltı yavaşça daha da yükseldi ve daha da anlaşılabilir oldu. Hatta bazı harfleri ayırt bile edebiliyordu. Biraz daha, sadece biraz daha duyarsa anlayacaktı böceklerin ne anlatmaya çalıştığını.
Ama duyamadan karanlığın içindeki soğuk suya düştü.
Suyun içinde savruluyor ve savrulurken kendi etrafında döndüğünü hissedebiliyordu. Kuşkusuz mide bulandırıcı bir tecrübeydi bu. Bir şeyler yediğini yada yemediğini doğru düzgün hatırlamıyordu ama midesi bulanıyorduysa mutlaka bir şeyler yemişti. Yavaşça göz kapakları kalktı, kirpikleri de o göz kapaklarının üstündeydi. Suyun kokusunu alabiliyordu, evet burnu suyun kokusunu alabiliyordu. Kokusuz bir kokuydu bu belli belirsiz. Suyun içinde garip bir şey vardı daha önce görmediği beş tane farklı uzunluklarda çubuğumsu şeyler kareye benzeyen bir şeye tutturulmuştu. Fakat sonradan yapıştırma gibi durmuyordu, sanki tüm o uzun şeyler ve kare bir bütündü. Parıltı eğilip bükülebiliyor mu diye düşündü, büküldüler. O çubuğumsu şeylerin boğumları vardı ve her biri ayrı ayrı hareket edebiliyordu. Arkasına bakmak istediğinde, o garip şey bir anda arkasını döndü ve göremediği kısımları görebildi parıltı. Başka şeyler yapmasını istediğinde, başka şeylerde yaptı bu garip şey. Yukarı kaldırdı aşağı indirdi, garip garip şekillere soktu. O zaman anladı, bu garip yapı aslında onundu. Bedenine, aynı maddeden yapılmış uzun ve ortasından bükülebilen bir şeyle bağlıydı ve bedeninin sağında da aynısından vardı. Lakin parıltının bir bedeni yoktu ki. Heyecan içinde aşağı indirdi bakışlarını, neler göreceğini bilmiyor oluşu farklı bir enerjiydi. Gözlerine takılan ilk şey, iki tane, topu andıran yine aynı maddeden oluşmuş şeylerdi. Bu topumsu şeylerin ortasında yine top gibi fakat daha koyu bir renkte olan topçuklar vardı. Onlara dokundu, o garip çubuksu şeylerle. Yumuşaktılar. Dokunmak hoş hissettirmişti. Aşağı indirdi bakışlarını, düz, pürüzsüz bir şekilde aşağıya doğru iniyordu bedeni ve bakışları. Bu düz pürüzsüz yerin tam ortasında bir delik vardı. Deliğin bitti yerin biraz aşağısından, tıpkı vücudunun sağında ve solunda olduğu gibi buradan da iki tane birbirinden ayrı ama tıpkısının aynısı şeyler vardı uzunlamasına. Bu yapılarda ortalarından bükülebiliyordu dikey giden bu pürüzsüz sütunu andıran şeylerin bitiminde yatay biçimde duran başka şeyler vardı ve onlarında ucunda çubuğumsu şeyler vardı, sadece daha küçüktüler ama daha kemiksiydiler. İstediği gibi hareket ettirebiliyordu onlarıda. Bakışlarını tekrar yukarı kaldırdığında siyah bir kelebek karşıladı onu. Kelebeğin kanatlarının ucu mor renkteydi ve uçlarında yeşil yeşil işlemeler vardı. İşlemeler sanki dökülüyormuş gibi duruyordu. Küçük böcek, parıltının tam karşısındaki bir kadının yanına yaklaştı. Kadın tıpkı parıltı gibi hareket ediyordu, sanki onun bir yansımasıydı. Kelebeğin her kanat çarpışında bir şeyler duyuyordu. Önce rüzgarı duydu, sonra taşların üstüne düşen yağmurun damlalarını. Bu yağmur damlalarının küçük su birikintileri oluşturduğunu duyabiliyordu. Sonra ayak sesleri. Islak zeminde yankılanıyordu. Bazıları su birikintilerine giriyor ve onları etrafa saçıyordu. Bir başka kanat çırpışında burun deliklerinden içeri farklı farklı kokular doldu. Sigara dumanı, bir yerlerde yanan bir ateş ve yağmurun çekilmesinden sonra ortaya çıkan toprak kokusu. Kelebeğin kanadı tekrar başka bir tecrübe getirdi, ağzının içinde garip bir tat vardı. Demirli, kandı bu. Kendi kanı. Kelebeğe baktığında kadını gördü, az önceki gibi çıplak değildi kadın ve vücudu da pürüzsüz değildi. Kadının gözlerinin altı morarmıştı, ayrıca omuzlarında da küçük küçük morluklar vardı. Karnının sol tarafında uzun ama derin olmayan bir kesikte vardı. Bacaklarının üst kısımlarında söndürülmüş sigara izmaritlerini de gördü. Az önce çok saf duran elleri pisti ve simsiyah soyulmuş ojelerle doluydu. Giydiği kıyafetler eski püsküydü ve bir çok yerinde yırtıklar vardı. Kelebek fısıldadı kadının kulağına, kadının kapalı göz kapakları belli belirsiz hareket etti. Aynı şeyleri sanki ona fısıldanıyormuş gibi pırılıtıda duydu, ve onunda göz kapakları yavaşça oynadı. Sahi ne zaman kapanmıştı gözleri ? Ve neden bu kadar ağırdı gözlerini örten perdeler ? Ayrıca üşüyordu ve ıslak hissediyordu sanki yağmurlu bir gecede bir sokak kedisi gibi tünemişti korunmasız bir yere.
Gözlerini açtığında meşalelerin ve kiremitlerin hepsi bulanık bir görüntü oluşturarak karşıladı onu. Bulanık görüntü daha da bulamaç hale geldi ve midesindeki bulantı daha da şiddetlendi. Bir anlığına kusacakmış gibi oldu, elini ağzına götürdü hemen. Tabi başta ağzını bulmakta zorlandı, gözlerinden başlayarak burnunu ve en sonunda ağzını kapattı. Belki kusmadı ama ağzında birikmiş kanı temizlemek için vücudu kontrolü ele aldı ve öksürttü kızı bir kaç kez. Ağzından çıkan kanın bir kısmı ellerine bir kısmı da yırtık pırtık çoraplı bacaklarının üstüne geldi. Soğuk havada bacaklarına temas eden kan içini kıpraştırdı. Gözleri tekrar kapanmadan önce tanıdık bir yüz gördü. Gördüğü yüz, kalbinin küt küt atmasına içinin korkuyla dolmasına neden oldu. Gözlerini kapattı ve kendini gelecek olan şeye hazırladı.
Ama duyamadan karanlığın içindeki soğuk suya düştü.
Suyun içinde savruluyor ve savrulurken kendi etrafında döndüğünü hissedebiliyordu. Kuşkusuz mide bulandırıcı bir tecrübeydi bu. Bir şeyler yediğini yada yemediğini doğru düzgün hatırlamıyordu ama midesi bulanıyorduysa mutlaka bir şeyler yemişti. Yavaşça göz kapakları kalktı, kirpikleri de o göz kapaklarının üstündeydi. Suyun kokusunu alabiliyordu, evet burnu suyun kokusunu alabiliyordu. Kokusuz bir kokuydu bu belli belirsiz. Suyun içinde garip bir şey vardı daha önce görmediği beş tane farklı uzunluklarda çubuğumsu şeyler kareye benzeyen bir şeye tutturulmuştu. Fakat sonradan yapıştırma gibi durmuyordu, sanki tüm o uzun şeyler ve kare bir bütündü. Parıltı eğilip bükülebiliyor mu diye düşündü, büküldüler. O çubuğumsu şeylerin boğumları vardı ve her biri ayrı ayrı hareket edebiliyordu. Arkasına bakmak istediğinde, o garip şey bir anda arkasını döndü ve göremediği kısımları görebildi parıltı. Başka şeyler yapmasını istediğinde, başka şeylerde yaptı bu garip şey. Yukarı kaldırdı aşağı indirdi, garip garip şekillere soktu. O zaman anladı, bu garip yapı aslında onundu. Bedenine, aynı maddeden yapılmış uzun ve ortasından bükülebilen bir şeyle bağlıydı ve bedeninin sağında da aynısından vardı. Lakin parıltının bir bedeni yoktu ki. Heyecan içinde aşağı indirdi bakışlarını, neler göreceğini bilmiyor oluşu farklı bir enerjiydi. Gözlerine takılan ilk şey, iki tane, topu andıran yine aynı maddeden oluşmuş şeylerdi. Bu topumsu şeylerin ortasında yine top gibi fakat daha koyu bir renkte olan topçuklar vardı. Onlara dokundu, o garip çubuksu şeylerle. Yumuşaktılar. Dokunmak hoş hissettirmişti. Aşağı indirdi bakışlarını, düz, pürüzsüz bir şekilde aşağıya doğru iniyordu bedeni ve bakışları. Bu düz pürüzsüz yerin tam ortasında bir delik vardı. Deliğin bitti yerin biraz aşağısından, tıpkı vücudunun sağında ve solunda olduğu gibi buradan da iki tane birbirinden ayrı ama tıpkısının aynısı şeyler vardı uzunlamasına. Bu yapılarda ortalarından bükülebiliyordu dikey giden bu pürüzsüz sütunu andıran şeylerin bitiminde yatay biçimde duran başka şeyler vardı ve onlarında ucunda çubuğumsu şeyler vardı, sadece daha küçüktüler ama daha kemiksiydiler. İstediği gibi hareket ettirebiliyordu onlarıda. Bakışlarını tekrar yukarı kaldırdığında siyah bir kelebek karşıladı onu. Kelebeğin kanatlarının ucu mor renkteydi ve uçlarında yeşil yeşil işlemeler vardı. İşlemeler sanki dökülüyormuş gibi duruyordu. Küçük böcek, parıltının tam karşısındaki bir kadının yanına yaklaştı. Kadın tıpkı parıltı gibi hareket ediyordu, sanki onun bir yansımasıydı. Kelebeğin her kanat çarpışında bir şeyler duyuyordu. Önce rüzgarı duydu, sonra taşların üstüne düşen yağmurun damlalarını. Bu yağmur damlalarının küçük su birikintileri oluşturduğunu duyabiliyordu. Sonra ayak sesleri. Islak zeminde yankılanıyordu. Bazıları su birikintilerine giriyor ve onları etrafa saçıyordu. Bir başka kanat çırpışında burun deliklerinden içeri farklı farklı kokular doldu. Sigara dumanı, bir yerlerde yanan bir ateş ve yağmurun çekilmesinden sonra ortaya çıkan toprak kokusu. Kelebeğin kanadı tekrar başka bir tecrübe getirdi, ağzının içinde garip bir tat vardı. Demirli, kandı bu. Kendi kanı. Kelebeğe baktığında kadını gördü, az önceki gibi çıplak değildi kadın ve vücudu da pürüzsüz değildi. Kadının gözlerinin altı morarmıştı, ayrıca omuzlarında da küçük küçük morluklar vardı. Karnının sol tarafında uzun ama derin olmayan bir kesikte vardı. Bacaklarının üst kısımlarında söndürülmüş sigara izmaritlerini de gördü. Az önce çok saf duran elleri pisti ve simsiyah soyulmuş ojelerle doluydu. Giydiği kıyafetler eski püsküydü ve bir çok yerinde yırtıklar vardı. Kelebek fısıldadı kadının kulağına, kadının kapalı göz kapakları belli belirsiz hareket etti. Aynı şeyleri sanki ona fısıldanıyormuş gibi pırılıtıda duydu, ve onunda göz kapakları yavaşça oynadı. Sahi ne zaman kapanmıştı gözleri ? Ve neden bu kadar ağırdı gözlerini örten perdeler ? Ayrıca üşüyordu ve ıslak hissediyordu sanki yağmurlu bir gecede bir sokak kedisi gibi tünemişti korunmasız bir yere.
Gözlerini açtığında meşalelerin ve kiremitlerin hepsi bulanık bir görüntü oluşturarak karşıladı onu. Bulanık görüntü daha da bulamaç hale geldi ve midesindeki bulantı daha da şiddetlendi. Bir anlığına kusacakmış gibi oldu, elini ağzına götürdü hemen. Tabi başta ağzını bulmakta zorlandı, gözlerinden başlayarak burnunu ve en sonunda ağzını kapattı. Belki kusmadı ama ağzında birikmiş kanı temizlemek için vücudu kontrolü ele aldı ve öksürttü kızı bir kaç kez. Ağzından çıkan kanın bir kısmı ellerine bir kısmı da yırtık pırtık çoraplı bacaklarının üstüne geldi. Soğuk havada bacaklarına temas eden kan içini kıpraştırdı. Gözleri tekrar kapanmadan önce tanıdık bir yüz gördü. Gördüğü yüz, kalbinin küt küt atmasına içinin korkuyla dolmasına neden oldu. Gözlerini kapattı ve kendini gelecek olan şeye hazırladı.