Karanlığın içerisinde bir zemine oturtturulmuş sandalyesinde duvar olup olmadığına emin olmadığı karanlığa bakıyordu. Duvar gibi basit bir eşyanın bile varlığından emin olamıyordu çünkü görüş mesafesi elini bile izini tam olarak çözemiyordu. Neden buradaydı, nasıl gelmişti ne sorguluyordu ne de biliyordu. Karanlığa bakıyordu ve içeriye yavaş yavaş ilerleyen ışığı bekliyordu neler göreceğine dair. Ne kadar zaman geçtiğine emin olamıyordu ve ayağına gelen ne olduğunu bilmediği bir sıvı hissediyordu. Kaynağının ne veya nereden geldiğini emin olamadığı ışık duvarın üzerine vurmak üzereydi. Soyulmuş deri ile kaplanmış brutal tuğla duvardan sızan kanlar ve duvarın tam orta noktasında tahta pencerelerin kırık camları arasında devamlı olarak öldürülen birbirlerinden farkı belli olmayan ama farklı siluetlerden fışkıran kanlar kırık camları kızıla boyuyor ve odaya doğru akıyordu…
Ağaçtan düşme hissi ile uyanmıştı güneşin doğmasına dakikalar kala. Kumul toprak üzerine kurduğu çadırın önündeki yerini belli etmemek için söndürdüğü alevlerin közleri de tamamen sönmüş ve sabah ayazı çadırının açıklıklarından pike altındaki bedenine hücum ediyordu. Yastık olarak kullandığı çantasının içindeki not defterine saldırmıştı. Soğuktan ve korkudan titreyen elleri ile aklında kalanları ile gördüğü vahşet duvarını çizmeye çalışıyordu. Akan kanları tek çeşit kömür kalemiyle gölgelerle belirtmeye çalışırken kırık camların arkasındaki silüetler geldiğinde aklında hiçbir şey kalmamıştı. O birkaç saniyelik sekanstan sonra gördüğü her şey aklından uçup gitmişti. Tekrar boşluğa düşmüştü. Eli istemsizce bingo kitabından kopardığı kendi sayfasına gidiyordu ve kendi fotoğrafına bakıp korkuya kapılıyordu, tıpkı bundan önceki seferler gibi.
Sonunda gecesini geçirdiği yerden kalkmış ve yaktığı ateşin izlerini ayağı ile silmeye çalışıyordu. Çadırını çantasının içerisine tıkıştırmış ve dört bir tarafı birbirine benzediği çorak topraklar üzerinde rastgele seçtiği bir yönde sırtında taşıdığı çanta tarafından ezilerek en iyi ihtimalle bir sonraki geceye kadar yol ilerleyecek ve tekrardan daha da şanslıysa kendisine yiyebilecek bir şeyler bulacaktı bitmiş yemek stoğunun içerisinde… En tepeye ulaşan güneşin parlak rengi soluk boşluğun üzerine yayıldığında Naegi mola vermek gibi bir lüksü olmadığını biliyordu. Saçlarından başlayıp ensesi üzerinden tüm sırtını kaplayan kurumuş tere temas eden çantası ve derisi arasındaki kıyafetinin verdiği rahatsızlık hissi yetmezmiş gibi günün ilk ışıkları ile başladığı yolculuğun yorgunluğunu en çok ayakları mı yoksa çantası tarafından ezilen omuzları mı olduğuna dair içindeki sesler argümantasyondan uzak bir tartışma başlatmışlardı.
Adımlarını sıra ile atarken aklına varmak istediği hedefi vardı. Hedef demek çok doğru olmazdı. Merakını gidermek için Yanagi Urena adlı kadına ulaşmak istiyordu. Bir yıl boyunca yalnız geçen günlerinde karşılaştığı yanlış suratlar sadece bingo kitabındaki inşalara ait robot resimlerken bu kadının onun aklındaki sorulara cevap vermesindeki bir araç olabileceğini, onu Konaha’ya tekrardan sokabilecek biri olduğuna inanıyordu. Gereksiz bir özgüvenle de sadece içine doğduğu için Sunagakure’ye doğru yol alıyordu.