Kılıcın Diğer Yüzü | Kısım 1: Gölgeden Aydınlığa

Diğer ninja köylerine sahip ülkeler.
Locked
User avatar
Furuse Rin
Yalgın
Yalgın
Posts:7
Joined:October 14th, 2018, 9:40 pm
Kılıcın Diğer Yüzü | Kısım 1: Gölgeden Aydınlığa

Post by Furuse Rin » October 14th, 2018, 9:42 pm

Esnedim boştaki elimi ağzıma götürerek, ardından dizlerime sereserpe açtığım parşömeni çekiştirerek bir sonraki kısmı önüme getirdim. Bir kaç saattir bu taşın üzerinde, dizimle dirseğime bir zemin oluşturmuş, yumruk yaptığım elimle de yanağımı destekliyordum. Yana yatmış başımla, açılı bir şekilde gördüğüm parşömen epey genişti. Gövdesi ise yanda bir yerlerde, yerde yuvarlanmakla meşguldü ben onu çekiştirdikçe.

Ayaklarımdan aşağı süzülen eski kağıdın üzerinde yazanlar bir çok kişi için gereksiz gibi görünse de, benim için durum farklıydı. Kaya Ülkesi'nde 6 sene önce Ağustos ayının üçüncü haftasında düzenlenen halk konseyinde yapılan konuşmaların yazılı bir kopyası herkesin damak tadına göre değildi belki, bunu kabul edebilirdim. Fakat içerisinde bulunanların tamamen gereksiz olduğunu söylemek katıksız cahillik olurdu. Mesela, Otake Takeru, yani Daimyou yardımcısı, Konsey Sorumlusu Suzune Tamaki'nin sorusu üzerine cevaben demiş ki; "Bir çoğunuzun bildiği üzere, geçmiş aylarda düzenlenen haydut avı başarılı bir şekilde tamamlanmıştır. Bir çok üst düzey kaçak yakalanmış, bir çoğu ise sınırlarımızdan sürülmüştür. Bununla beraber Yağmur Ülkesi'ne kaçan kaçaklar arasında Nakajima Tsunetori'nin de bulunduğu bildirilmiştir."

Güzel konuşmuş. Adam işini seviyor, belli. Fakat asıl mühim olan, son 10 senedir Kumogakure tarafından aranan bir kaçağın isminin bu toplantıda geçmesi ve kimsenin de adamın önemini bilmiyor oluşu. Şu anda Kumogakure'ye gitseniz ve Akademi'deki bir Chuunin ile konuşsanız, Tsunetori'nin konumu hakkında 10 sene önce kaçarken arkasında bıraktığı cesetlerin izlerinden fazlasını söyleyemez. Ben ise, son 6 sene içerisinde Yağmur Ülkesi'nde olduğunu ve oradan hiç çıkmadığını söyleyebilirim.

Nasıl mı? Onu arkamdaki parşömen yığıntısına sorun. Eminim cevabını alacaksınız.

Parşömeni geri sardım ve arkadaki yığına geri fırlattım. Ayağı kalktım, kalkarken belimin ve ayaklarımın kütlediğini hissettim. Gerindim ve tekrar esnedim. Etrafıma şöyle bir bakındım; hala vakti vardı meşalelerin. Bir kaç saat önce bir başka köşeye kurduğumuz kamp alanını toparlamış ve harekete hazır hale getirmiştim. Mağaranın o köşesine doğru ilerledim ve hazırladığım çantamı sırtıma geçirdim, bu sırada çoktan vücudum tekrar dinç halini almıştı.

Saçlarımı düzelttim ve meşalelerden birini yerinden söküp parşömen kitlesinin üzerine fırlattım. Yanmaya başladılar hafif bir alev ile, ardından alev güçlendi ve bütün kütleyi yutacak kıvama geldi. İfadesiz bir suratla izledim yokoluşlarını. Pek bir önemi kalmamıştı onların, zira öğrenilmesi gereken herşey olması gereken yerde, beynimdeydi.

"Hoşgeldin Kaoru-san." Dedim ve arkamı döndüm, mağara girişine doğru. Sırma saçları alevden daha nazik ve saf, beyaz giysisi ise her zamanki gibi tertemizdi, benim tozlu hakamamın aksine. Arkamda yanan alevin parıltısı mavi gözlerinde birer yakut gibiydi. "Arayışınızın meyvesini almışsınızdır umarım."
User avatar
Ogawa Kaoru
Yalgın
Yalgın
Posts:4
Joined:October 14th, 2018, 9:40 pm

Re: Kılıcın Diğer Yüzü | Kısım 1: Gölgeden Aydınlığa

Post by Ogawa Kaoru » October 14th, 2018, 9:43 pm

Kuzuryu-gawa Nehri artık tertemiz akacaktı. Bunu bilmek benim için değerliydi, zira orada yaşayanların telef olup gitmesini bekleyemezdim. Yol üstü bir durak noktasıydı sadece, ama yaşananlar tüm planları değiştirmeye yetmişti. İş bilmez, beceriksiz shinobiler bir kez daha gün peydah olmuştu, hem de yine iş işten geçtikten sonra. Jirou Ryu ve isimsiz bir shinobi... Ishigakure'nin nehrin zehirlenmesi olayı için gönderdiği iki bahtsız shinobiydi. Bütün işi yaptıktan sonra ortaya çıkıp her şeyi becermiş kadar ukala olmalarına ne demeliydi? Üstelik beni bile tehdit edebilecek cürete sahiplerdi... Bazı durumlarda gereksiz yere yanlış kararlar verirsiniz ve bu yanlış kararlar esas meselenin önüne geçer. İşte başıma gelen de tam olarak buydu. Benim nezdimde adımızı kirleten birinin kolunu koparmış olmam, tüm ilerleyişimin yönünü değiştirmişti.

Buluşma vaktimize daha vardı, ancak onun benden çok daha önce orada olacağını ve benim aksime işi bitirmiş olacağını biliyordum. Ancak buluşma noktası konusunda çekincelerim de yok değildi. Bir mağara... Olmak isteyeceğim en son yerlerden biriydi. Her ne kadar yanımda o varken bir sıkıntı yaşamayacağımı bilsem de, karanlık yerler her zaman tedirgin olmama yetiyordu. Yanımda kim olursa olsun, bu huyum değişmeyecekti. Ben Güneş'in çocuklarından biriydim.

Üzerimdeki beyaz, yakası dik duran ve bacaklarıma kadar inen kimono, talihsiz shinobinin kanına bulanmıştı. Bu kıyafetlerle yola devam etmem mümkün değildi, zira üzeri lekeli bir kıyafet her zaman dikkat çekici olurdu. Hele bir de üzerinizdeki kan lekesiyse, sıradan insanlar sizden kaçışmaya, Kuzuryu-gawa'daki gibi shinobiler de sizi “adalete” teslim etmeye çalışırdı. Oysa benim kıyafet dğeiştirmek istememin sebebi, sadece kirli kıyafetlerden haz etmiyor olmamdı. Bu yüzden ilk duraklama yerinde bilindik ve alışılagelmiş kıyafetlerimi giydiğimde, kendimi yenilenmiş hissettim. Artık Tetsuo denen herif yoktu, Jirou Ryu, kolsuz shinobi... Sadece hedefinden sapmış ben vardım. Bu da başarısızlığımın telafisi için yeterliydi. Zira aklıma O'nun cümleleri kazınmıştı: “Çarpık öğretilerinizle yaydığınız vesveseler, körelmiş dillerinizde vaaz gibi durur. Oysa yarattığınız bedbaht yazgılar, gaip alemlerin vuku bulmasından ibarettir. Özü, bencil bünyelerinizde kudret saymanız vakurluk değil acizliğinizin mümessilidir.”

Mağara girişine geldiğimde, içeriden gelen yanık kokusu beni selamlamıştı. Kapalı yerde yakılan parşömenlerden çıkan isin ve is kokusunun kıyafetlerime bulaşmasına tahammül edemezdim. Zaten baştan beri mağaranın iç kısımların girme gibi bir düşüncem de yoktu ve bu alevler benim sebebim olmuştu sadece. Gerçi onun bunu mesele yapmayacağını da biliyordum ya, yine de kendime geçerli bir mazeret üretmem gerektiğini düşünmüştüm. Olduğum yerde öylece beklerken, bana arkasını dönüp en duymak istemediğim cümleleri kurmuştu. Gözlerimi basitçe kaçırıp alevlere yöneltirken “Merhaba Rin-san...” diyip susmuştum. Başarılı birinin karşısında küçük düşmüş bir çocuk gibi utanmaya başladığım sırada “Malesef önüme birkaç engel çıktı. Bilirsin, hesapta olmayan şeyler gelir seni bulur ve sonra sen hesabı kapatmak istersin. Sonra hesapta olmayan kişiler shinobi çıkar ve ortaya saçılan kan sebebiyle ortamdan biraz uzaklaşman gerekir...” dedikten sonra durumun vahametini azaltmak için “Merak etme, sadece bir koldan bahsediyorum.” dedim. Bana hesap soracağını düşünmesem de en azından çevremdeki insanların benden şüphe etmemesini isterdim. Bu yüzden başarısızlığımı da açıklamaktan gocunacak değildim.

Cümlelerimin ardından, mağaranın beni derinlere çeken karanlığına hapsolmamak için dışarıya doğru yöneltmiştim vücudumu. Bu esnada Rin'in beni takip etmesini istercesine “Cevabını biliyor olsam da yine de sorayım, senin işlerin nasıl gitti?” diyip gülümseyecektim.
User avatar
Furuse Rin
Yalgın
Yalgın
Posts:7
Joined:October 14th, 2018, 9:40 pm

Re: Kılıcın Diğer Yüzü | Kısım 1: Gölgeden Aydınlığa

Post by Furuse Rin » October 14th, 2018, 9:43 pm

"Ah..." dedim, sesimi çok yükseltmeden, ardından "Bilirim, bilirim." diyerek tepkimi tamamladım. Anlayışlı ve yumuşak ifadem ile karşılamıştım Kaoru-san'ın dediklerini, zira onun için de kolay değildi hedefinden sapmak. Hayattaki amacınız başkasının yaşamı üzerinde hakimiyet kurmaktan öte olunca, iradeniz bedeninize sığmayıp etrafınızdaki gerçekliğe dokunacak gibi cisimleşiyorsa, başka insanlardan daha fazla yoruyordu sizi yolunuzdan sapmak. Bunu birinci elden tecrübe ettim, diyebilirdim. Umutsuzluğa kapılmaya hacet yoktu oysa ki, zira o irade bir gün yerini mutlaka bulacaktı.

"Fena değil. Hedefin yerini çözebildim sonunda." Neşeli ses tonum arkamda yanan parşömen silsilesini tarif etmekteydi. Sözlerimi bitirdiğim gibi hareketlendim mağara girişine doğru, içeriye dolan is ve duman altında kalmamak adına. Ayrıca, Kaoru-san'ı karanlığın içine çekecek kadar da patavatsız ve düşüncesiz değildim; onun özel ihtiyaçları keyfimden önce gelmekteydi. Çantasını almak için bile olsa ona bu saygısızlığı yaşatmak istemiyordum. Çantasını bir elime aldım çıkışa ilerlerken. "Yani, son 6 sene içerisinde ne yaptığı hakkında bir fikrimiz yok ama nerede olduğu hakkında bir fikrimiz var en azından. Tüm dünyadan ziyade tek bir ülkeyi aramak daha pratik diye düşünüyorum, Kaoru-san."

Dışarı, gün ışığına adım attık. Seyrek ağaçlardan oluşan bir kanyonda, yüzyıllar önce kurumuş bir nehrin yatağındaydık. Unutulmuş, terkedilmiş topraklar. İnsanlar için yaratılmış, bir olmaları ve hissetmeleri için yaratılmış topraklar. Fakat faydasız olunca, terkedilen topraklar. Hüzünlü değildim, hayır. Umutluydum sadece. Biraz da sinirli.

Çantasını ona doğru uzattım ardından. "Hareket etmeden önce uğramak istediğin bir yer var mı? Sana yardımcı olabileceksem, olmak isterim." İkimizin de tamamlaması gereken "görevler" vardı fakat bunları yalnız yapmak zorunda değildik. Eğer Kaoru-san da izin verirse, onunla beraber ilerlemek tercihlerim arasındaydı açıkçası. Kendisi zaten vakti zamanında yeterince sıkıntı çekmişti, tıpkı benim gibi. Daha fazlasına onu maruz bırakacak olan bu cihanın önünde durmak benim şahsi görevimdi.

Onun da benzer hissettiğinden emin olduğumu söyleyebilirdim.

Fakat Kaoru-san'ın cevabını dinleyememiştim. Ensemin arkasında bir hareketlenme olmuştu, tüylerimi diken diken eden. Bir varlık vardı yakınımızda, daha önce hissetmediğim kadar hırçın fakat bir o kadar da sakin. Bir kaba sıkıştırılmış yıldırım gibi. Bir bardağa doldurulmuş alev gibi... Garip bir şey.

Kafamı sağa ve sola çevirdim hızlıca ve etrafımı inceledim. Sağımızdaki geniş ağacın gövdesinin arkasından mı geliyordu? Kaoru-san'ın önüne geçtim ve oraya odaklandım. Silüet kendini gösterdi ve ağır adımlarla bize yaklaşmaya başladı. Ağacın gölgesinin ardından beliren silüet, kanlı canlı görmediğim fakat asaleti beynime kazınmış bir figürü temsil ediyordu.

"Sasuke-sama..." dedim istemsiz bir şekilde, karışmış beynim engelleyememişti nefesimi ve ses tellerimi.

Sanırım karanlıktan ışığa çıkacağımız gün, sonunda gelmişti. Böyle olmasını ise hiç beklemiyordum.
User avatar
Ogawa Kaoru
Yalgın
Yalgın
Posts:4
Joined:October 14th, 2018, 9:40 pm

Re: Kılıcın Diğer Yüzü | Kısım 1: Gölgeden Aydınlığa

Post by Ogawa Kaoru » October 14th, 2018, 9:43 pm

Başarısızlığıma Rin-san'ın cevabı basit bir nida ve bir kelimenin iki kere tekrarlanmasından ibaretti. O korktuğum hisleri bu hareketin alıp götüreceğini önceden tahmin bile etmek mümkün değildi. Ancak gerek Rin-san ile gerekse diğerleriyle ilişkimiz hep bu boyuttaydı. Birbirimizi yargılamaz, birbirimize üstünlük taslamaz ve birbirimizi yalnız bırakmazdık. Başarısızlık bizim için bir son değil, başka çözümlerin doğurulmasını sağlayan bir boyuttan ibaretti. Zaten bugüne kadar bu yüzden hiçbir zaman gerçek bir başarısızlık yaşanmamıştı. Benim yaşadıklarım bir ilk değildi ve belki son da olmayacaktı. Önemli olan bunun telafisini yapabilmekti. “Mukadderat yeis deyişlerle selamlasa da, menfur garabetler silsilesi esir alsa da, muktedir olmaya yeter tefrikadan arınmak.” demişti ne de olsa O ve hep bunu düstur edinmiştik. Yine aynısı olacaktı, olmaya mahkumdu.

Rin-san kendi uğraşlarıyla ilgili olarak -bu tür şeylere hiçbir zaman görev, operasyon gibi isimler vermezdik, zira bunlar bizim için yaşamın getirdiği hadiselerden ibaretti- tahmin edilebilir bir karşılık vermişti. Arkada cayır cayır alevler içinde yanan parşömenlere baktığımda, Rin-san'a bir kez daha hayran olmamak elde değildi. Onca yazılanları tek bir okumayla belki de sonsuza kadar hafızasına kazımasına nasıl bir tepki verilmesi gerekiyordu, onu bile bilemiyordum. Ancak benimkinin aksime, onun işlerinin yolunda gitmesine sevinmiştim. Üzerimdeki ölü toprağından tamamen arındığımı bile söyleyebilirdim. "Her ne yapmış olursa olsun, nerede olduğunu bilmek şu aşamada bizim için yeterli olacaktır." dedikten sonra hafif bir tebessümle "Ama yine de birilerini aramaktan, hele ki bunu gizliden gizliye yapmakta hala hoşlanmıyorum. Onu bulduklarında bana haber vermelerini yeğlerim." diyerek zaten beni tanıyan bir insan kendimi bir kez daha anlatacaktım.

İsteğime uygun bir şekilde Rin-san'ın benimle birlikte dışarıya gelmesi, içimdeki tedirginliği silip atmıştı. Artık karanlık yoktu ve yanımda Rin-san vardı. Belki de artık ilelebet yaşayabilirdim. Her ikisine de güvenim o kadar fazlaydı. Rin-san'ın sorduğu soru üzerine düşüneceğim tek şey, onun benimle gelip gelmemesi meselesiydi. Birçok defa birbirimize “görevlerimizde” yardım etmiştik ve yalnız çalışmak gibi bir kuralımız hiçbir zaman olmamıştı. Şimdi de durum farklı değildi. Bu birimizin acizliğinden veya kudretinden kaynaklanan bir şey değildi. Biz sadece inançları doğrultusunda hareket eden insanlardık.

Sorusuna olumlu bir cevap vermek için Rin-san'ın yüzüne baktığımda, yüzündeki o tanımlanamaz ifadeyi görmüştüm. Onun daha önce korktuğunu, ürktüğünü, heyecanlandığını, üzüldüğünü, kısacası bütün duygularına ilişkin yüz hatlarını görmüştüm. Ancak bu seferki bambaşka bir şeydi. Her şeyin birbirine karıştığı bir ifade... Dehşet, heyecan, mutluluk, öfke... Rin-san etrafına bakınmaya başlarken, bir şey görebilirim umuduyla ona eşlik etmeye başladım. Rin-san önüme birden atlarken, onun bakışlarının doğrulduğu noktaya odaklandım. Bir silüetin yavaşça belirdiğini, bize doğru ağır adımlarla gelmeye başladığını gördüm. Kendi gözlerimle... Bize adı en sık söylenen kişilerden biri olan, yaşantısı destan olarak zihnimize kazınan, karşılaşabileceğimiz en tehlikeli insan, tüm korkutucu bakışlarıyla bize doğru geliyordu. Mağaranın içindeki karanlık, şu an içinde bulunduğum durumdan daha çok mutlu ederdi beni, buna emindim. Boğazımın kuruduğunu hissederken, aklımda dolanan o ismi dilime anmaya cesaret edemiyordum. Bunu Rin-san benim yerime yaparken, Güneş'in yanımızda olması için dualar ediyordum.
User avatar
Uchiha Sasuke
Yalgın
Yalgın
Posts:3
Joined:October 14th, 2018, 2:17 am

Re: Kılıcın Diğer Yüzü | Kısım 1: Gölgeden Aydınlığa

Post by Uchiha Sasuke » October 14th, 2018, 9:43 pm

Doğrularla yanlışlarla, pişmanlıkların haklı olma duygusuyla dans ettiği en leziz anda kendi ritmini oluştu. Adımları dahi birbirini takip etmezken, zihninde çalan davulların tellerin esiri bir şekilde kendini izleyen ağaçlara en iyi performanslarından birini sunuyordu. Kendi tenine sinmiş kan kokusu bir yana dursun, insanların zihinlerindeki amacı burnuyla tadabiliyordu artık. Sonuçta her yola girmişti o. Her yolun farklı sonlarını görmüş, bir insanın hangi yollarda nasıl kefaretler ödeyeceğini bir ansiklopedi gibi barındırıyordu. Gerek bu dünyada gerek bu dünyanın hayal dahi edemeyeceği gerçekliklerde... Tek tek test etmişti. Şimdi ise yolunu belirleyen tanıdık bir kokuydu. Defalarca toprağa gömdüğü, defalarca daha doğmadan söndürdüğü bir aleve doğru adımlıyordu. Belki seneler öncesinde sahip olduğu zihni kokluyordu usulca. Kanın kokusu ise hiç bu kadar keskin olmamıştı.

Kefaretinin henüz başlarındaydı. Geride bıraktıkları aklının bir köşesinde, içine girmesi gereken gölgeye adım adım ilerliyordu. Ne kadar çabalarsa çabalasın hala farazi girişi bulamamıştı. Kendisine belki bir gıdım duraklama anı sağlayacak cevapların burada olduğundan emindi. Şimdiki dansını ise ilginç kılan da buydu. Tanımlayamadığı ancak kana kana özümsemek istediği birşey. Kendisinden farklıydı. Zihinlere düşmüş yanılgılardan farklıydı. Bizzat o gölgelerden çıkan birini seziyordu. Bizzat o gölgelerden yaratılmış birşey. Tüm gerçeklikleri delip geçen görüşü bu sefer neyle karşılaşacaktı ?

Tüm bu yıllardan sonra bile bir alevin harlandığını görmek içini ürpertiyordu. Daha fazla ne kadar kenetlenebilirdi shinobi dünyası ? Daha fazla ne kadar uyumlu olabilirlerdi ? Koca dünya haritasında beliren ufak siyah karadeliklerin tehlikelerinin farkındaydı. Zaten onun da, görünüşte imkansız savaşları seçmek gibi bir huyu vardı.

Bir adam tepenin birinde dikmiş, doğduğu yerin yok olmasını izliyordu. Aşağısında bir şelale akıyor, zeminin altında kendi yolunu çiziyordu. Ve bir çocuğun ağladığını duydu. Çocuk kendi suretinden farksızdı.

Çevresinde binlerce ölünün uzandığı anlar hafızasında hala tazeydi. Milyonlarca kişi acı çekeceğine, milyonlarca kişi huzursuz olacağına bir kişi acı çeksin diye düşündü. Hayatta kalanların içten içe bu kefareti sürdürmesini istediğini de biliyordu. Her biri kılıcının kaymasını istiyor, dökülen kanın sadece onun ellerinden süzülmesini arzuluyordu. Geçmişini, buna saygı duyacak şekilde kabullenmişti zaten. Perdenin arkasındaki bir bekçi olmak hakettiğinden fazlasıydı.

Dokuz kalp atışı
Günah topraklarından
Güneşin ulakları geliyor
Vermeye geliyor garabetleri

Kokunun peşine düştüğünden beri zihninde yankılanan ses. Asırlık bir ihtiyar, lanetli bir kehanet. Sonsuz topraklarda duyduğu efsanelerden tek farkı, kendi zihnine girebilecek kadar ulu bir kaynaktan geliyor oluşuydu.

Geçmişin laneti şimdinin tek sığınağı alevlendi. Gözleri kızıllığa bulanırken vücudundaki enerji gürledi. Üzerine geçirdiği siyah pelerinin cüppesi havalanırken en kadim yandaşı da açığa çıktı. Esaretinin zindanı gölgeler, hiç olmadığı kadar yakındı. Görüşü ay ışığına tezatlık sunan güneşten iki parçayla süslendi. "Sasuke-sama..." Kadının sesindeki titreme tüm soru işaretlerini silip süpürecek cinstendi.

İkilinin karşısında tüm heybetiyle duruyordu. Ağızdan dökülenlerden çok, dillerinin ucunda kalmış düğümlerin çözülmesi gerekliydi. Suratlarında okuduğu korkuya karşılık, onları bastıran bir sırıtma oluştu dudağının kenarında. Vücudundaki enerji taştı, sağ elinde doğru olabilecek en hızlı şekilde ulaştı. Yıldırımlardan fışkıran mavi parıltı Güneş'i bastırırken, suratına çarpan ışık saçları arasında gizlenen gözündeki ikinci laneti açığa çıkardı.
"Seni tanıyor muyum?"

Kafasını hafifçe yana eğerek siyah saçlı kadının arkasında saklanan silüete ulaşmaya çalıştı. Görüşü zaten ona ulaşıyordu ancak saklanan adamın, bizzat onun için burada olduğundan haberdar olmasını istiyordu. Kanını kaynatan koku da, içindeki hissiyatın da kaynağı oydu.

Açığa çıkmayacağını biliyordu. İkisinin, önünde eğilip cümleleri dizmeyeceğini de biliyordu. Bu senaryoyu defalarca yaşamıştı. Adımları mevcut dansını sonlandırarak bir savaşçının duruşunu aldı. İkiliye doğru attığı ilk adımla beraber vücudu ise eski bir dostun görüntüsünü taşıyordu. Bir defa daha yapması gerekecekti.
User avatar
Furuse Rin
Yalgın
Yalgın
Posts:7
Joined:October 14th, 2018, 9:40 pm

Re: Kılıcın Diğer Yüzü | Kısım 1: Gölgeden Aydınlığa

Post by Furuse Rin » October 14th, 2018, 9:44 pm

Gülümsedim önümdeki tehditkâr figüre karşı. Küçüklüğümüz onun hikayelerini dinleyerek geçmişti. Gençliğimiz de, bize bıraktığı geleceğe şükrederek. Bildiğimiz anlamda dünyanın hala varolmasının yegâne sebebi, buna karşılık shinobi sisteminin de ayakta durmasının da tek nedeni. Yaratıcı, yok edici. Şimdi ise karşımızdaydı, ne söyleyebilirdik ki ona karşı, bizi anlamasını sağlayacak? Anlıyordu aslında, fakat onun iradesi farklı bir yönü gösteriyordu. Bizimkinden komple zıt bir yöne. Varolduğu, hayır, kurduğu düzenin karşısındaydık onun için.

Kaoru-san ile onun arasına girmek için bir adım daha aldım. Bu sırada, ortalık kuş cıvıltıları ile dolmaya başlamış, Gün ışığını kesen bir mavi parıltı ortamı kaplamaya başlamıştı. Gördüğüm şey, birisinin amacı için her şeyi yapabileceğinin kanıtı gibiydi. Beni hedef almasaydı, yerimden hareket etmez ve her nefesimi onu beynime kazımak için kullanabilirdim.

"Hayır, beni tanımıyorsun Sasuke-sama..." Dedim sakin bir şekilde, bu sırada da Mi mührünü yapıp içimdeki kuvvete odaklandım. Chakramı iki farklı şekilde yoğurdum, döndürdüm ve çevirdim, göğsüme yükselip ellerime aktardığımda ise birleşip üçüncü bir varlık oluşturmuşlardı içimde. "Fakat biz senin efsanelerinle büyüdük."

Hareketlendiğini farkettiğim anda, dizlerimin üstüne çöküp ellerimi sertçe yere vurdum ve bütün chakramı parmak uçlarımdan dışarıya doğru saldım. Yaşamdan bir parça taşıyan enerjim yayılmaya başladı saniyenin çok ufak bir kesrinde. Yer ile buluştuğunda bu yaşam cisimleşti ve benden emir bekler gibi yerin altından ilerlemeye devam etti. Aldığım derin nefesi bağırarak dışarı verdim; "Mokuton - Jukai Koutan!"

Bir kaç saniye içerisinde figür ile görüşümüzü kesen ağaçlar yerden sonsuz bir kudretle yükselmeye başlamış, içinde bulunduğumuz kurak vadiyi tekrar eski ihtişamına kavuşturmuştu. Metrelerce genişlikte ve uzunluktaki sarmaşıklara benzeyen ağaç gövdeleri etrafımızda kıvrılarak yükseliyordu göğe dokunmak için, dalları da aynı kıvraklıkla rastgele yönlerde uzuyor, büyüyor, yeni ağaçlar oluşturuyordu. Enerjim yer yüzeyini bir katalizör gibi kullanıp bütün vadiye yayılmıştı; üstü, altı ve duvarları dahil olmak üzere kendimi her yerde hissedebiliyordum, görmesem bile ağaçların etrafımızdaki her bir santimetrede büyüyüp genişlediğini biliyordum.

Mavi ışık önümüzde yükselen ağaç gövdelerinin arasında kaybolup gitmişti, fakat güvende değildik. Onu belki bir kaç dakikalığına durdurmuştuk; eğer sırra kadem basamazsak yakın bir zamanda, toprağı dolduran şey ağaçların kökleri değil, cesetlerimiz olacaktı. "Kaoru-san!" dedim, kaçmak için niyetimi belli edecek şekilde, ardından ona doğru döndüm göz göze gelebilmek için. Arkamızdan büyüyen sarmaşıkların içerisine dalacaktım onunla beraber, biz ilerlerken arkamızdan kapanacaklardı. Ormanın içinden, o tüm ovayı dümdüz etmeden kaçmış olacaktık.

Bir sonraki karşılaşmamız, daha farklı olacaktı onunla. Olmamasını tercih ederdim, fakat şahin hedefine kitlenmişti. Bırakacağını sanmıyordum.
User avatar
Ogawa Kaoru
Yalgın
Yalgın
Posts:4
Joined:October 14th, 2018, 9:40 pm

Re: Kılıcın Diğer Yüzü | Kısım 1: Gölgeden Aydınlığa

Post by Ogawa Kaoru » October 14th, 2018, 9:44 pm

Basit bir sorunun beni bu kadar tedirgin edeceğini yıllarca düşünsem bile hayal edemezdim. O bir insandı, aynı beni gibi. Etten ve kemiktendi, aynı benim gibi. Bizi birbirimizden ayıran şey, onun sayesinde dünyanın şimdiki halinde olmasına karşın, benim bu konuda hiçbir şey yapmamış olmamdı. Bu elbette alelade bir fark değildi. Binlerce metrelik bir uçurumdan, yaşam ile ölüm arasındaki kadar derin bir boşluktan bahsediyorduk. Durum böyle olunca, üzerimdeki tedirginliğin var olmasını yadırgamıyordum. Aynı saflarda yer alsak nasıl güven duygusuyla içim rahat olacaksa, şimdi birbirinin karşısında duran iki düşmandan hayranlık duyanın tedirginliğini yaşıyordum.

Rin-san'ın attığı bir adım ile Sasuke ile aramdaki görüntü perdesi bir nebze daha kapanıyordu. Tabi bu Sasuke'ye nazaran benim gibi sıradan olan bir insan için geçerliydi. Onun neler yapabildiğini az çok biliyorduk ve bu bilgilerimiz bize şu an Sasuke'nin benim içimi okuyabildiğini söylüyordu. Dolayısıyla Rin-san'ın hareketi, dostunu korumaya çalışan bir insanın içgüdüsel davranışından başka bir şey değildi.

Çaresizce duruma uygun olarak neler yapabileceğimi düşünüyordum. Şu an onunla bir dövüşe tutuşamazdık, daha o güne vardı. Bu yüzden tek çaremiz, kendimize kaçabileceğimiz bir boşluk yaratmaktı. Rin-san Sasuke'nin sorusunu cevaplarken, kafamdan birkaç kaçış senaryosu tasarlamaya başlamıştım. Ancak bunların tamamında başarı muhakkak değildi. Aslına bakılırsa, Sasuke'nin karşısındayken alınmak istenilen sonucun kesinliği hakkında düşünmek belki de yapmam gereken en son şeydi.

Üstünde titrediğim Güneş ışığının rengi, bir anda kuşların cıvıltısını bastıran bir maviliğe dönüşürken, artık planları değil içgüdüleri kullanmanın zamanı gelmişti. Burada bir avcının sıradan bir avı gibiydik şu anda, karşı koyma iradesini şimdilik göstermememiz gerekiyordu. Bu sebeple de kaçmak tek çözüm yoluydu, tabi başarabilirsek. Rin-san bu uğurda sahip olduğu beceriyi bir kez daha ortaya koyarken, aslında hayran hayran onu izlemek isterdim. Böylesine nadir bir elementi bu denli ustalıkla kullanabilen birine karşı başka bir şey yapılamazdı. Ancak zaman bizim aleyhimize işliyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar bir ölü olabilirdik. Bu yüzden Rin-san'a ayak uydurarak ve onun hareketlendiği yöne doğru ilerlemeye başladım.

Ağaç gövdeleri tüm yaradılışa karşı durur gibi fışkırarak hareket ederken, iki elimin yüzük parmağındaki tırnaklarıma baş parmağımın ilk boğumuyla bastırdım. Diğer tüm parmaklarım birbirine bitişik ve açık bir şekilde duruyordu. Tekniğimi hazırlamak için kısa bir süreye ihtiyacım vardı. El mührünü tamamlamak için iki elimin pozisyonunu bozmadan bilek kısımlarını ellerimin birbirini çaprazlayacak şekilde tuttum ve belki de beni birkaç gün baygın tutmaya neden olacak tekniğimi aktif hale getirdim: “Touton - Yata no Kagami!”

Gün ışığı içerisine tek başıma karışmak yeteri kadar zor ve can yakıcıydı. Bunu aynı gün içinde ikinci kez yapmak ise daha önce denemediğim bir şeydi. Buna ek olarak tekniğimle başka birini taşımak, denemeyi bile tenezzül etmeyeceğim bir durumdu. Ancak karşımızdaki kişi tüm olasıklıkları altüst edebilecek kudretteydi. Rin-san'ın yaşayacağı acıya dayanabileceğini biliyordum, ne var ki kendimden o kadar emin olamıyordum. Kurtulacaktık ve ölmeyecektik... Aslında içinde bulunduğumuz durumda daha ne isteyebilirdim ki...
User avatar
Uchiha Sasuke
Yalgın
Yalgın
Posts:3
Joined:October 14th, 2018, 2:17 am

Re: Kılıcın Diğer Yüzü | Kısım 1: Gölgeden Aydınlığa

Post by Uchiha Sasuke » October 14th, 2018, 9:45 pm

Sharinganı form değiştirirken suratındaki gülümseme zevkli bir şaşkınlığa dönüştü. Hashirama Senju. Mirasını burada görmeyi beklemiyordu. Bizzat kendisinin sırları paylaştığını biliyordu ancak... Burası evden çok uzak bir noktaydı ve sadece Mokuton kullanıcısını görmek bile bu ana anlam katmıştı. Doğru yere, umuyordu ki doğru zamanda varmış olacaktı.

Çevresinden dalga dalga gelen ağaçlar yeni bir dansın startını verdi. Elinde, birşeylerle bütünleşmek için sabırsızlıkla bekleyen chidori, Sasuke'nin içinde parlayan savaş naraları ile birlikte daha bir belirgin oldu. En başından beri hisleri ona sarı saçlı adam konusunda uyarıyordu. Zihninde dönen kehanetler... Onu işaret ediyordu. Ancak kaosu başlatan kız kendini öne attığında... Artık çekinecek birşey kalmamıştı.

Havada attığı salvoyla Chidori de kendi görevini yerine getirmeye başladı. Önüne akın eden sarmal kökleri kesip geçtiğinde amacı düz bir zemine ayak basmaktı. Ancak dalgalar eski kullanıcılarına selam yollar gibi artıyor, beklentilerin fazlasıyla üstüne çıkıyordu. Ayırdığı ufak miktar chakrasını tekrar yoğurdu. Ellerindeki yıldırım enerjisi önce bütün vücuduna yayıldı, ardından nefes almasına izin verecek boşluğu yarattı. 'Chidori Nagashi!' Kızın beklediğinden kuvvetli olduğunu kabul ediyordu. Şimdi ona göstermesi gereken, karşısındakinin bir 'shinobi' olmadığıydı.


Nagashi ile açtığı alan, Kusanagi'nin boşluğunu dolduran kılıcı çekmek için ona yegane bir fırsat tanıdı. Ritmin en kuvvetli anlarında önüne mükemmel bir pist sunulmuştu. Yerden fırlayan devasa bir kökü yol belledi. Üzerinden attığı depar sonunda sert zeminden koptu, rakibinin üzerine akın akın saldığı ağaçların arasına fırladı. Ağaçların içinde dönüyor, kılıcı ile derin sınırlar belirliyordu. Düşerken, dönerken, yalpalarken, gülerken... Aldığı garip haz hızına hız kattı. Yayından fırlamış bir oktan farksızdı. O zevk aldıkça dalgalar kuvvetleniyor, kaçılması güç manevralarla süsleniyordu. Kabzayı kavramış parmakları mühürleri sıralayarak yıldırımları tekrar gürletti. Silahını savurdukça yaptığı kesme hamleleri metrelerce uzağa kadar etki ediyor, Mokuton tekniğinin can damarlarını kesiyordu.

Gizlendiklerini sanan iki kişi ise hala güneş misali gözlerinin önündeydi. Gerçekten... Gerçekten sarmal ağaçların ardında nasıl huzurla saklanabiliyorlardı ? Gerçekten tüm efsaneleri dinlemişlerse..

Yavaşlığa fırsat yoktu. Hashirama'nın mirasının nelere muktedir olduğunu biliyordu. Köklerin arasındaki dansı tepelere yöneldi. Göğü kaplayan ağaçların arasından bir bir sıyrıldı. Her sıyrılışında kılıcı yeni bir yüzey belirliyor, ne önünde ne ardında onu durduracak birşey bırakmıyordu. Ona ulaşan son bir ışık hüzmesi sonlandığında kanındaki kudrete sarıldı. Chakrasının bir kısmını kurban ederek Susano'o'yu uyandırdı. Kurban ettiği chakra, deforme olmuş morlukta çevresini sararken etrafını sarmış devasa kökleri eriterek kendine genişçe bir alan yarattı. Kılıcı bir göz kırpmalık anda kınına geri dönerken Rinnegan'ın gücünü harladı.

Eli ağaçların arasında ilerleyen iki rakibine döndüğünde ağaçlardan daha şiddetli bir şekilde damarlarındaki kan dalgalanmaya başladı. Chakrası arttı, azaldı, sallandı. Gökyüzünü artık göremiyor, önünden arkasından gelen ağaç köklerinin arasında bir karınca gibi kısılıydı. Fazla sürmeyecekti. Herşeyi şekillendiğinde, Rinnegan'ı barındıran gözü hışımla açıldı.


Shinra Tensei!


O devasa ağaç kökleri sanki basit birer dalmışçasına yok olup giderken yer gök gürledi. Mokuton kullanıcısının kurduğu habitat toza dönüşürken güç dalgası dans etmiyor, sadece yıkmaya odaklı bir şekilde ilerliyordu. Bu, ağaçların arkasında saklanmayla kurtulamayacakları birşeydi.

Sasuke güç dalgası onların pozisyonuna ulaştığında uzattığı elinin parmaklarını birbirine geçirdi. Bulundukları tüm alan iki yıkıcı gücün etkisi altında birbirine girerken... Şüphelerini üzerinde yoğunlaştırdığı adamda beliren anlık chakra dalgalanmasıyla herşey sonlanmıştı. Çevresinde ufak bir tur attı. Gözleri, kendisinden başka bir canlının chakrasına ulaşamıyordu. Onların en son bulunduğu alana yöneldi. Shinra Tensei alanı dümdüz etse de eğer orada bir ipucu varsa gözlerinden kaçmayacağını biliyordu.

Dövüş hiç yaşanmamış gibi. Tek bir ipucu dahi yoktu.

Dönüp yarattığı karmaşaya baktı. Dünyada barış sağlanmıştı ancak herşey bu kadar basit değildi. Görünüşe göre insan ruhu için hiçbirşey zaferin kendisinden daha çekici ve huzurlu değildi. Hala birşeyler deneniyor, hala o karadelikler nokta nokta beliriyordu. Kendi zaferleri bir aldatmaca mıydı ? Ne kadar zorlu savaşırlarsa, ne kadar zorlu direnirlerse o kadar güçlendiklerini mi farketmişti düşmanları ?

Çeliği yeteri kadar uzun süre kullanmazsan paslanırdı. Eski bir deyişti bu. Ve tam olarak bu ana uyuyordu. Bu alan araştırılacaktı. Kendine özgü izi, dostuna bir mesaj olarak bırakmakla yetindi. Şimdilik detayları vererek endişe yaymaya gerek görmüyordu. Kokuyu bir kez almıştı. Gölgelerden gelen aydınlıkla birkez karşılaşmıştı. Artık onun ensesine çökmek, bugünkünden daha kolay olacaktı.
Locked

Return to “Diğer Ülkeler”