Gece saatlerine doğru Yazawa'ya dönmeyi başardım. Boş sokaklara ve bir kaç aylak insana aldırış etmeden Gennosuke ile görüştüğüm yere gitmeye çalıştım. Binaya girdiğim anda yaralarımı gören bir kaç kişi yanıma geliyorken Gennosuke herkesi durduruyor ve yanıma geliyordu. Sinsi bir şekilde beni selamladıktan sonra, tekrardan bir melekmiş gibi role bürünerek beni odasına doğru götürüyordu. Odasına doğru giderken, o şeytani yüzünü görmek zor olmuyordu. Bu adamın rolleri beni iğrendiriyor olsa bile şuanda bir şey diyemezdim. Ona ihtiyacım vardı. Her şey için, ona katlanmak zorundaydım. Konuşabilecek durumda bile olmayışım, ona ne kadar ihtiyacım olduğunu gösteriyordu.
Gennosuke'nin odasına girdikten sonra beni hızlıca önceden yatırdığı yere yatırdı. Memnun olduğunu belirten cümlelerini kurduğu anda, sağ elini sol koluma koyuyor ve kolumu geri alıyordu. Savaşın verdiği tüm acı birden vücuduma yayıldığında ise, hiçbir şey diyemeden gözlerimi kapatıyordum karanlığa.
Gözlerimi ağır ağır açtığımda, parlak ışığın odaya dolduğunu görüyor ve sabah olduğunu anlayabiliyordum. Dağınık odada bu sefer sadece ben ve yatak bulunuyordu. Burada ne olduğuna dair tam olarak bir fikrim olmasa bile içimde bir şeyler olayların kötüye gittiğini söylüyordu. Gözlerim anında koluma kayıyor, kolumun ise yerinde olduğunu gördükten sonra derin bir nefes veriyordum. Genede bu kötü hissiyatın asılsız olmadığını düşünüyordum. Hızlıca toparladıktan sonra odadan çıkış yapıyor ve yaralıların olduğu yerde olması gereken yaralı insanların yerine, onların ölü bedenlerini görmek gözlerimin fal taşı gibi açılmasına sebep oluyordu. Hiçbir şey düşünemeden hızlıca binanın dışına çıkıyordum fakat gördüğüm manzara değişmiyordu. Ben uyurken ne olmuştu? Bu esnada sokağın ötesinde Gennosuke'yi ve yanındaki bir kişiyi görüyordum. En başta, hepsini onların öldürdüğünü ve sıradakinin ben olduğumu düşünüyordum..
Biraz daha kendimi savunarak adımlarımı atmaya başladığımda beni fark ediyorlardı. Gennosuke'nin yüzündeki şeytani sırıtışı tekrardan gördüğümde kaşlarımı çatıyordum istemsizce. Yanındaki adamda ise, benim sahip olduğum kollardan iki tane vardı ve üstü başı kan revan içindeydi. Adamla birbirimize karşı adım atmaya başlıyorduk bir anda. Yüzümde hala bir şaşkınlık bulunuyordu bu duruma karşı. Neredeyse yüz yüze gelecekken, sendeleyerek ve tökezleyerek yürüyen adam bir anda yığılıyordu. Gennosuke ise bu duruma karşı hiçbir tepki vermeden, adamın durumu kaldıramadığından bahsediyordu. Bana karşı cümlesini kurduktan sonra kolumun benim olduğunu, üzerinde hiçbir etkisi olmadığını söylüyordu. Bu cümleler onun benimle kuracağı son cümlelermiş gibi geliyordu, aynı zamanda doğruda söylüyordu. Bunu hissedebiliyordum.
Gennosuke'den intikam alacağım zaman gelecekti. Fakat şuanda olması gereken durum bu değildi. Gennosuke'nin gözlerinin içine bakarken, dudaklarımda bir kıpırdanma oluyor ve istemsizce onun gibi gülümsemeye başlıyordum. Hala merak ettiğim bir şeyler bulunuyordu ve bunun cevabını almak zorundaydım.
"Gennosuke-san, gitmeden sana sormam gereken bir şey var. Kol, üzerine kan geldiğinde kanı neden emdi? Bilmediğini söyledin, fakat bir fikrin olmadığını söylemedin. Bir fikrin olduğunu düşünüyorum. İstiyorsan, bu cesedin kanı ile bir deney yapalım. Ne dersin?"
Cevabına göre adamın bir yerini kesip koluma süreceğim. Eğer cevabı olumsuz olursa, artık İshigakure'nin yolunu tutacağım. Yol üzerinde ise kolumda hala aynı özellikler duruyor mu deneyeceğim. Çürütmeyi, koluma küçük bir kesik atmayı deneyeceğim. Acı çekip çekmediğimi, derimin hala sert olup olmadığını görmek zorundayım. Ayrıca Konoha alın bandından bir an önce kurtulmalıyım.