Page 2 of 10

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: April 28th, 2019, 3:02 am
by GM - Naruto
Off Topic
Out: Ryoken-san, karakterin sarılmış olan bandajın açılmaması gerektiğinin bilincinde, bu sebeple turun bir kısmını düzenliyorum. Oyuncu olarak farkında olmaman normal, ve bu bir sorun değil. Herhangi bir yaptırımı bulunmamakta.

Yolculuğunuz esnasında, Ryoken kolunu göstermek için bir anlığına kolunda sarılı olan bandajı çıkarmaya yeltense de, eli bandajın ucuna uzandıktan sonra bunun iyi bir fikir olmadığını farkederek vazgeçiyor. Hikayesini bu şekilde anlatması durumunda da inandırıcılığından herhangi bir şey kaybetmeyeceğine emin olduğu için, bandajının kapalı kalmasını tercih ederek sarfediyor sözlerini. Mühürlerle kaplı olan ilk kattaki bandajı açabileceğine emin olmamakla birlikte, ikinci katı açmış olsa bile ilk yapıldığı halinde sarmasının çok kolay olmayacağının farkında. Olası bir durumda beceriksizce sarılmış ikinci kat bandajın açılması ve neredeyse tüm kolunu kaplayan mühürlerin ortaya çıkması üzerinizde olası bir şüphe oluşturabilir.

-----

Uzun, yer yer sıkıcı ancak aranızdaki bağları güçlendirme konusunda verimli olan bir yolculuğun ardından varıyorsunuz Buz Ülkesi’ne. Ishigakure’den ayrıldığınız geceden beri 5 günden biraz fazla geçmiş durumda. Hava güneşli, ancak herhangi bir faydasını gördüğünüz söylenemez güneşin. Alışkın olduğunuz mavi gökyüzünden farklı olarak, grimsi bir renk var havada. Bir süredir ağzınızdan çıkan buhar vücudunuzu koruyan kalın giysilere rağmen havanın ne denli soğuk olduğunu hatırlatıyor sizlere. Gemiden inmeden önce, Kaptan Haneki’ye son bir kez uğrayıp vedalaşıyorsunuz ve limana uzatılan tahta platformu geçerek iniyorsunuz toprağa iki günün ardından. Liman nispeten kalabalık. Gelen birkaç yük gemisinden indirilmekte olan kasalar iriyarı, sakallı ve kırmızı burunlu adamlar tarafından taşınıyor. Ancak üzerlerindeki kıyafetler sizlerinkinin aksine daha ince ve rahat görünmekteler. Soğuk havalara alışkın oldukları çok belli. Birkaç balıkçı teknesi limana yanaşmış ve gece çıktıkları avda doldurdukları ağlarını tezgahlarına boşaltmakla meşguller. Oldukça sıradan bir gün başlıyor insanlar için.

Gemiyle yaklaşırken farkettiğiniz üzere, liman baştan sona yaklaşık birkaç yüz metre ve içeri doğru 20 metre kadar uzanıyor. Şuan limanda olduğunuz için, kalabalığın etkisiyle uçlarını çok rahat seçemiyorsunuz. Karanın içlerine doğru giden yolların kenarında birkaç bina mevcut. Birisinin basit bir halk pazarı, diğerinin bir shinobi karakolu olduğunu farkedebiliyorsunuz. Gerisi hakkında pek bir fikir yürütemiyorsunuz, tabelaları yok. İnsanların neredeyse hepsi bir şeylerle uğraşıyorlar, boş duran yok. Ayrıca hafif uykulu görünen birkaç shinobi gezinmekte limanda. Çevreye pek dikkat etmiyorlar, limana gelen giden olmasına alışkınlar ve rutin bir günden farksız onlar için bugün.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: April 30th, 2019, 12:58 am
by Okawa Ringo
Karaya ayaklarımı ilk bastığım an içimi belirli belirsiz, ancak güçlü bir tedirginlik kapladı. Gemide bir şey unutmuş hissine kapıldığım sırada algılarım, bunun aksini idda etmişti beynime. Soğuk vücudumla birlikte beynime de işlemiş olacak ki, aklım karışmaya ve değişik ruh hallerine bürünmeye başlıyor gibiydim. Biraz silkelendim, üzerimdeki ölü soğuğunu atmak adına. Ağzımdan çıkan buharların şiddeti azalmamıştı. Burası soğuktu ve burada kalmak şimdiden canımı sıkmaya başlamıştı. Ne gariptir ki buradaki insanların olayı benim gibi olmak değildi. Üzerlerindeki ince kıyafetlere rağmen pek soğuğa aldırış etmiyorlardı. Ben ise soğuktan uzakta büyüdüğüm için aramda sınırlı bir münasebet olmuştu her zaman. Ryoken’i kontrol etmek için bir kez daha baktım arkama. Bana doğru ilerlediğini görmemle birlikte suratıma alaycı bir gülümseme takındım. “Baksana Ryoken-san, bu koca herifler senin tipin gibi geldi bana…” Niyetim ona cinsiyetçi bir şaka yapmak hiç değildi. Ben sadece bu şakaları komik bulurum. Irk, dil veya cinsiyet… Hiç birine zerre kadar önem vermiyorum. Akıllıca bir şaka olmasına bile gereksinim duymuyorum. Sadece, komik geliyor işte. Uzun zamandır kurduğum garip muhabbetlerin sonunda karşı tarafın en sonunda bendi öldürmek isteme kıvamına gelmesinin nedeni buydu belkide. Ama kalp kırmak, fazla zalimce. “Ama şu an bir görevin ortasındayız. Sanırım başka zaman aşk kovalamanı söyleyeceğim sana… Üzgünüm.”

Ryoken’in yüzünün alacağı şekil ne olursa olsun sonuç olarak ben laflarımı söylemiş ve salak zevkimi tatmin etmiştim. Ciddi bir yapım vardı ve ağzımdan çıkan her sözü olabildiğince ciddi söylediğim için insanlar dediklerime genel olarak şaşırırdı. İşin bana eğlenceli gelen kısmı zaten ciddiyetti. Yoksa kahkaha atmaya hiçbir zaman bayılan biri olmadım. Limanın genel yapısı beklediğimden pek farksızdı. Soğuğu biraz daha az tahmin etmiştim ama doğa ana beni her zaman şaşırtmayı sever zaten… Çalışan işçiler ve limana yanaşan gemilerde bir anormallik sezmediğimi anladıktan sonra gözüm birkaç shinobi aradı. Gezinen devriyeleri gördüğümde ise incelemeye başladım. Sıradan bir günün sıradan bir görevini üzerlerinden atamamışlardı. Lakin ben yine de temkinli olacaktım. Şu anda en büyük düşüncem nereye gideceğimizdi. Çeşitli dükkan tabelaları vardı ve bazı tabelalar da yoktu. Pek önemli yerler gibi gözükmemişti ilk bakışta gözlerime. Limanı ana hatlarıyla kafama kazımış ve artık yolculuğumuzun bir sonraki kısmını aklımda planlamaya başlamıştım. İlk olarak gelen gemileri incelemeye başladım. Bu tarz güzergahları daha önce incelemediğimden dolayı gemilerin nereye ait olabileceği hakkında pek bir çıkarımım yoktu. Sanırım bunu da yetkili ve bilgili bir abiye sormadan öğrenemeyecektim. Ağır fakat rahat adımlarla yürümeye başladım. Shinobilerin dikkatlerini çekmemeye çalışıyordum. Pek dikkatli bakmıyorlardı aslında. İnsanların gelip gitmelerine alışkın gibilerdi. Yürüyüşüme devam ettim soğuğu yara yara. Burada daha fazla kalmak istememekte haklıydım.

Seyahat esnasında kaptan Haneki’ye de pek bir şey soramamıştık. Aslında bu görevi teslim alırken Kurumi-sama kendinden emindi. Bize sadece rotada ilerlemek kalıyordu, doğru yolu da bulabileceğimden emin bir şekilde çıkmıştım yola. Bu tarz durumlarda yardım almaktan bazen kaçınıyor, bu işleri gurur meselesiymiş gibi döküyordum zihnime. Daha önce görevlerim esnasında yardım almaktan sakındığım için yaralanmıştım ve sonrasında bundan nedense pişman dahi olmamıştım. Sanırım kendimde düzeltmem gereken ilk şey gururumun aptallaşmama izin vermemesi olmalıydı. Bunu becerebilirdim. Ryoken’e son bir kez daha göz attıktan sonra peşimden gelmesini işaret ettim. Ryoken’in hoşlandığı, düşünürken bile komik geliyor.. Emekçi, işçi elemanlara doğru ilerlemeye başladım. Sakin bir görüntüm vardı, her gün görmeye alışkın oldukları turistlerden farklı hissettirmiyordum. Biraz daha görüş alanlarına girip dikkatlerini “Hoii, hepinize kolay gelsin!” diyerekten çekmek istiyordum. Onlar gibi konuşmuyor ve onlar gibi görünmüyordum zaten. Bir turist olarak yol soran bir seyyah olarak konuşuyordum. “Su ülkesine nasıl gideriz acaba? Giden bir gemi biliyor musunuz?” diyecektim. Rol kesmeye hiç gerek duymamıştım. Zaten ben konuşurken Ryoken de yanımda duracak ve iki seyyah olarak sıradan, belki de her gün aldıkları bir soruyu sormuş olacaktık. Bizi pek sallamasalar, başkasına sorardık. Veya bilmiyorlarsa bile bizi mutlaka bir yere yönlendirirlerdi. Sorumu sorduktan sonra yüzüme hafif bir de tebessüm eklemiştim. Bu esnada cevaplarını dinlemeye odaklanmıştım. Ryoken’e söylediğim üzere, konuşmaya dahil olabilirdi ve adamların vereceği cevaptan sonra konuşmayı devralabilirdi de. Bu esnada biraz etrafı süzmeyi deneyecektim, en azından neler taşıdıkları konusunda tahmin yürütecek ve limanda balıkçı teknesi haricinde başka tekne veya bizim gibi bekleyen başka yolcular var mı ona bakacaktım.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: May 4th, 2019, 12:16 am
by Jin Ryoken
Ona kolumun nasıl gözüktüğünü göstermek istiyordum. O iğrenç görüntüsüne bile razı oluşumu bilmeliydi. Bazen ona bakınca neler yaşadığımı, onları nasıl hissettiğimi bilmeliydi. Bu kola sahip olabilmek için o kadar çok kişiyi gözümü kırpmadan öldürdüm. Üstelik, daha çocuk olan iki kişiyi öldürdüm. Bu kolun iğrenç görüntüsü, nasıl bir iğrençlikle elde edildiğini gösteriyordu aslında. Kanla aldığım kolumu, ancak kanla besleyerek kullanabiliyordum. Hikayemi anlatırken, kolumu göstermek için bandajı açmanın pekte iyi bir şey olmadığını düşünerek bu fikirden vazgeçtim. Nobu-san'ın yanında zaten görebilirdi. Onunla o zaman konuşurdum bu konu hakkında.

Uzun bir yolculuğun ardından Buz ülkesine vardık. Güneşli havaya rağmen buranın böyle soğuk olması alışkın olduğum bir durum değildi. Grimsi renk havaya ve bu soğuğa rağmen kalın giysiler sayesinde korunabiliyordum. Gemiden inmeden önce Kaptan Haneki'ye tekrardan uğradık, selam verdik ve ardından inişimizi yaptık. Sonunda bir yere inmeyi başarmıştık. Liman nispeten kalabalık bir durumdaydı ve insanlar işinde gücünde gözüküyordu. Bizim aksimize buranın havasına bir hayli alışık olmalılar ki, bizden daha ince giyiniyorlardı. Tabi adamlar burada hayatlarını geçiriyor, bu duruma tamamı ile alışmış durumdalar. Acaba bizim oralara gelseler yanarlar mı?

Limana inmeden tekrardan koluma baktım. İçimden bir ses, gücümün sınırlanabileceğini söylerken diğer bir ses ise bunun sadece riski yok etmek olduğunu söylüyordu. Bu kol için neler yaptığımı bilmiyorlar, bu yüzden gücümün sınırlanması gibi bir durumu kabul etmem mümkün değildi. Nobu-san'la olacak kişisel konuşmamda bunu da eklemem gerekecek. İlk kişisel konuşmam, bana gerçekten kendisi olduğunu kanıtlaması olacak. Ondan sonra ise gücümün sınırlanıp sınırlanmayacağını bana anlatacak. Eğer gücünmün sınırlanması gibi bir durum olursa, neler yapabileceğimi bilmiyorum. Ringo'ya, İshichou'ya sırtımı dönüp mühürler kalktığı anda kaçabilirim. Ne olursa olsun, bu gücü kaybetmeyeceğim!

Liman gördüğüm kadarıyla aşırı büyük değildi. Ancak şuanda uçlarını pek rahat seçemiyordum. Karanın içlerine doğru giden yolların kenarlarında bir kaç bina mevcuttu. Birisi halk pazarı iken birisi shinobi karakoluna aitti. Sürekli bir şeylerle meşgul olan insanlara bakıp kendi kafamda fikir üretmeye çalışırken Ringo'nun saçma bir esprisine maruz kaldım. Sanırım bu esprilerine ya dayanacağım ya da güleceğim. Kaçarı olacağını pek zannetmiyorum.

"Merak etme, benim kalbimi kaptırdığım birisi zaten var. Bu koca herifler o aşkı çalamaz."

Dedim gülümseyerek. Amacım susması mıydı, yoksa ona eşlik etmek miydi bilmiyorum. Ancak bu kelimeler ağzımdan dökülmüştü bir kere. Ringo'nun gelmemi işaret etmesi ile birlikte bende arkasından ilerlemeye başladım. İlginç bir şekilde rol yapıyor ve direk soruyu patlatıyordu. Umarım ileride bu tür rollere kalkışmaz. Yoksa işimiz zorlaşabilir bu tezcanlılığı ile. O sorusunu sorarken sadece yanında beklemiş ve cevabı duymak istemiştim. Herhangi ters giden bir şey olursa el atacağım ancak şimdilik sadece dinlemeliyim.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: May 4th, 2019, 2:47 am
by GM - Naruto
Ringo'nun verdiği selam ve sorduğu soruyla birlikte, işleriyle uğraşmakta olan birkaç adam kafalarını kaldırıp başlarını hafifçe eğiyor ve bir ağızdan teşekkür ediyorlar. En iri görünenlerinden biri, omzundaki balık dolu kasayı tezgahlardan birine boşalttıktan sonra boş kasayı yere bırakıyor ve size doğru yaklaşıyor. Gelirken, bir yandan sizleri süzüyor ve yüzüne bir gülümseme yerleştiriyor: "Hoşgeldiniz gezginler." Devasa vücudu dışında adamda herhangi bir tehdit sezmiyorsunuz, yardımcı olmaya niyetli bir esnaf yalnızca. Bu esnada çevreyi süzüyorsunuz, liman gitgide kalabalıklaşmakta. Sabahın erken saatleri olmasına karşın insanlar tezgahlardan balık almaya başlamışlar bile. Çevreden anlayabildiğiniz kadarıyla, burada çok fazla yiyecek çeşitliliği yok gibi görünüyor; bu sebeple balığa olan talep yüksek olmalı. Limana demirlemiş olan gemilere göz atıyorsunuz. Büyüklü küçüklü birkaç yük gemisi mevcut, ancak çoğunluk balıkçı teknelerinden oluşuyor. Kimisinde çalışanlar var, kimi ise bomboş görünüyor. Bu esnada, yanıt veriyor irice adam: "Su Ülkesi demek? Diğer kıyıdaki limana geçmelisiniz, bu tarafta batıya gidip gelen gemiler var." Kafasını kaldırıp sakalını kaşıyor hafifçe, ardından parmağını kaldırıp karanın içlerini gösteriyor size: "Yürüyerek gecenin geç saatlerinde varırsınız diğer limana, geceleri çok soğuk olur." Üzerinizdeki kalın kıyafetlere bakıyor, bu havalara pek alışkın olmadığınızın farkına varmış gibi: "Kapalı bir yerde uyumaya çalışın. Ertesi sabah erkenden limana gidersiniz." İşine dönmek üzere hafifçe hareketleniyor, ardından sırıtıyor hafiften: "Shinobi olsaydınız koşabilirdiniz gerçi, en geç akşamüstü gibi ulaşırdınız diğer tarafa. Ancak pek bir cılız görünüyorsunuz!" Neşeli bir kahkaha atıyor, ardından size el sallayarak işine dönüyor.

Off Topic
Pasiflik sınırı bu turdan itibaren 48 saattir.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: May 5th, 2019, 4:23 am
by Okawa Ringo
İri adamın selamına ve nezaketine karşılık onu kafamla bir kez daha selamlayarak hoşgeldinine karşılık vermiştim. Dediğim gibi gezgin olduğumuzu düşündürmüştük ona, olması gerektiği gibi. Adamdan cevabını beklediğim esnada çevrede herhangi bir hareketlilik sezmeye çalışmıştım fakat pek de umduğumu bulamamıştım galiba. Sadece insanlar balık alıyordu. Herkesin elinde balık vardı ve tezgahlarda da çeşit çeşit balık vardı. Bu adadan fazla bir çeşitlilik bekleyemezdik tabii ki. Tam gemileri incelediğimde ise orada da pek umduğumu bulamamış gibiydim. Lakin burada balıkçılık yapmayacaksak balıkçı teknelerinin pek de önemi yoktu.

Adamın cevabından sonra anladığım kadarıyla biraz daha yol gitmemiz gerekecekti. Zaten buraya gelene kadar yolun önemli bir kısmını yürümüştük. Gemi yolculuğu ise bir farklılık olmuştu. Şimdi aklımdan tekrar karşı kıyıya gidip gemiye binmenin hayalini kurmaya başlamıştım bile. Nedense daha önce birkaç gez gemiye binmiş ve pek sevmemiş olan ben, artık gemi yolculuklarını iple çeker olmuştum. İnsan sürekli değişiyor ve sevdiği şeyler de evrim geçiriyor. Sanırım gemi yolculuklarına ısınmamın bir diğer nedeni de denizin güzelliği olsa gerek. Adamın diğer sözlerini de dinledikten sonra kafamla onu onayladım ve gülümsedim. Şimdi ise içimden düşünüyordum. Koşarak akşamüstü ulaşabileceğimiz bir yere yürüyerek gecenin geç bir saatinde gidebileceğimizi söylemişti. Şimdi aklımdan seçenekleri tartmaya başlamıştım. O kola ihtiyacı olan kişi Ryoken olabilirdi, fakat kararları ben almalıydım. Bu sırada takım arkadaşımla göz göze geldim. Kafamı hafifçe çevirip biraz sırıttım. Düşüncesini anlamaya çalışıyordum. Sonra iri adama tekrar döndüm ve “Evet evet... Teşekkür ettim!” dedikten sonra işine dönüşünü ve devam edişini bir süre izledim. Bu sırada boş boş düşüncelere dalıp gitmiş ve adamın tarif ettiği güzergaha doğru hareketlenmiştim. Ryoken’in de peşimden gelmesini umut ediyordum.

“Ryoken-san, adamı duydun… Bayağı yolumuz var anlaşılan.” Dedikten sonra biraz duraksadım ve adımlarımı durdurdum. Kafamı biraz daha yukarı kaldırıp hava durumuna baktım. Sanırım korkum soğuk değildi. Buranın iklimini pek bilmiyordum. Açıkcası böyle şeylerden pek anlayamazdım ve hava durumunu tahmin edemeyecektim. Fakat olası bir şekilde bir fırtınaya tutulursak bizim için güç bir durum olabilirdi. “Soğuk pek de önemli değil ancak bir fırtınaya yakalansak bizim için sorun olur.” Dedikten sonra yüzümün her zamankinden daha ciddi ve gıcık bir hal aldığını farketmiştim. Ardından biraz daha gevşemeye çalıştım. Yavaş adımlarla ilerlememi sürdürdüm. Ryoken bu konuda tezcanlı ve aceleci davranabilirdi. Koluyla olan derdini bir an önce halletmek istiyordu belli ki. Ancak geç olsun ve güç olmasın diyerekten belki de biraz gıcık olacağı bir karar almış olabilirim. Kendi koşmak istiyorsa koşsun ama bu fikre hiç sıcak bakmıyordum. İlk düşündüğüm şey bu olsa bile burada bir shinobi yapılanması vardı ve etrafta koşuşturan iki shinobi gördükleri an tepemize damlayacaklardı. Gelişimizden haberleri olmadığını seziyordum. Risk almama fikri sıcak gelse bile fikrimi değiştirebilirim. Birkaç saat gecikmek benim için sorun olmazdı fakat koşmamız aksi bir durumu önleyebilirdi. Sonuçta yola ve iklime aynı zamanda insanların tarzına çok ama çok uzaktık. Biraz daha düşünüp yeni bir karar alıyordum şu anda. Fikirlerimi aniden değiştirmeyi sevmesem bile burada oyalanma fikrine ısınamamıştım. Sanki doğru olanı yapmıyor gibiydim. Ryoken'e güvenebilirdim. Toprak ülkesinden çıktığımızdan beri üzerimizdeki baskı biraz olsun kalkmıştı. Yani daha rahat davranabilirdik. Hala saat erkendi ve şimdi acele ederek koşsak geceye doğru limanda olabilirdik. Tekrar arkadaşıma baktım. Benim fikirleri değişen ve karar vermekte zorlanan biri olduğumu düşünmesini istemezdim. Tekrar söz aldım. "Kalabalıktan olabildiğince uzakta yürüyelim diyorum. Kalabalık içinde yavaş ve kontrollü yol alacağız. Yolun daha ıssızlaştığı yerlerde ise koşacağız. Geceye doğru orada olabiliriz böylece."

Ryoken'den söz beklerken yola devam etmeye başladım. Az önceki ciddiyetim ekip arkadaşıma yapacaklarımızı net bir şekilde aktarmamdan sonra biraz olsun kaybolmuş gibiydi. Bu gibi zamanlarda daha rahat davranmaya özen gösteriyordum. Limana kadar koşmayı düşünmem ve fikrimi bir anda değiştirmem aslında mantıklıydı. Kurumi-sama tarafından hiç bir düşmanlık gözetmeden gönderilmiştik. Karşılaşacağımız yetkili bir shinobi ile dostça konuşup yolculuğumuzun bir kısmından bahsettiğim takdirde bir sorun olmayacaktı. Kendisi benim de az çok bildiğim üzere bu coğrafyada büyümüştü. Burada ona düşmanlık besleyenlerin olduğunu sanmıyorum. İlerlemem devam ederken halk pazarına doğru adımlarımı hızlandırdım. Asıl düşüncem gideceğimiz laboratuvar buraya konum olarak yakındı ve buraya yük getiren gemiler vardı. Aslında sakin fakat işlek bir limandı. Satıcı ve tüccarların bu kadar yoğun uğradığı bu yerde ticaretin ne düzeyde olduğunu merak etmiştim. Fakat bunlar Su Ülkesindeki yapıdan pek farklı değildi büyük ihtimalle ve aradığım cevaplar oldukça küçük ölçekliydi. Yürürken peşimden gelen Ryoken-san'a tekrar baktım ve konuştum: "Koştuğumuz esnada şüphe çekebiliriz ve devriyeler yanımızda bitebilir. Bu durumda çılgın maymun moduna geçme sakın tamam mı? Bu gayet normal bir şey, onlara biraz kendimizden bahsedip yolumuza gideceğiz. Sonuçta sadece buradan geçiyoruz ve bir tehdit değiliz. Şimdi gidelim bakalım, ama limana vardığımızda bana burdan gidiş yok şuraya gidin derlerse atlar yüzerim vallahi billahi..." Şimdi usulca yürümeye ve kalabalığı atlatmaya odaklanıyordum. Kalabalığın biraz olsun seyreldiğini gördükten sonra limana doğru koşturmaya başlayacaktım. Bu esnada da bir gözüm yolda, diğer gözüm ise çevrede olacaktı. Yabancı olduğum bir yerde başıma gelebileceklere karşı her zaman temkinliydim...

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: May 5th, 2019, 11:49 pm
by Jin Ryoken
Ringo’nun sorduğu sorudan sonra adamlar nazik bir şekilde teşekkür etmiş ve en irilerinden biri bize doğru yaklaşmaya başlamıştı. Burası gerçekten böyle cana yakın insanlarla mı doluydu, yoksa farklı bir olayı mı vardı bilmiyorum. Ancak tek yaptığım Ringo’yu ve adamı izleyip muhabbetlerini dinlemek oldu. Neden bilmiyorum ancak olayın içine dahil olmak istemedim. Sadece dışarıdan bakan biri olarak kalmak daha mantıklı geldi. Bu devasa adam bizim için bir tehdit unsuru değildi. İşini yapan bir esnaftı sadece. Sabahın erken saatlerine rağmen insanlar balık alıyordu. Buradaki insanlar başka yemek mi yemiyordu yoksa balığı çok mu seviyordu bilmiyorum. Gözümü çevreye iliştirdiğimde balıktan başka yemek olmadığını fark edince neredeyse sadece bunu yediklerini anladım.

Limana demirlenmiş gemilerin bile bir çoğu balıkçı teknesinden oluşuyordu. Peki bir rekabet? Aralarında bir çekememezlik veya büyük bir rekabet bulunuyor muydu? Bu tür sorularla beynimi hızlandırırken adamın cümlesi ile düşüncelerim yarıda kesildi. Bu taraftan Su ülkesine geçemeyeceğimiz adamın konuşması ile kesinleşmişti. Diğer tarafa doğru geçmemiz gerekiyordu. Ancak bu cümleden sonra gelen cümleler hem düşündürücü hem de komikti. Oraya yürüyerek gece varacağımızı söyledikten sonra, bir yerde kalmamızı ve gecenin soğuk geçeceğini belirtmişti. Sonrasında ise shinobi olmadığımızı, shinobilik için cılız olduğumuzu belirtmişti! O anda biraz gülümsedim. Sanırım buradaki shinobiler kaslı aygırlardan oluşuyor. Ya da bu adam shinobiliğin sadece kastan geçmediğini bilmiyor. Artık hangisi doğru bilmiyorum, ancak kaslı shinobilerle karşılaşmak gibi bir niyetimde yok.

Ringo’nun ardından yürümeye başladım. Bu emir alma işleri tam bana göre olmasa bile bu durumu takmıyordum. Umursadığım tek şey kolum ve gücümdü. Evet bayağı bir yolumuz vardı ancak bizler birer shinobiyiz. Sanırım koşarak gidebiliriz, ha Ringo? Buradan koşarak gitmenin etrafımıza bir sürü shinobi çekeceğini biliyordum. Yani radarlarına girersek ve köy shinobisi olmadığımızı söylersek kaçak damgası yememiz an meselesi olurdu. Dikkatli olmalıydık ancak bir yandan hızlı da olmalıydık. Daha Su ülkesinde günlerimiz geçecekti ve oraya geç kalmak istemiyordum.

Ringo’nun yaptığı plan mantıklıydı. Kafamla onayladıktan sonra Ringo’nun yanında yürümeye devam ettim. Kalabalıktan dolayı şimdilik yürüyeceğiz ancak sonrasında hızlanacağız. Gayet mantıklı gelmişti. Ancak sonrasında ise Ringo’nun cümleleri bana saçma gelmişti. Biz bir tehdit değiliz ancak onlar bizim için tehdit olabilirler. Ayrıca zaten burada kimliğimizi açığa vurmak istesek, ya da derdimizi anlatsak gezgin rolü yapmazdık değil mi?

“Ringo, biz tehdit olmayabiliriz ancak onlar bizim için tehdit olabilir. Burada herhangi bir shinobiye derdimizi veya kim olduğumuzu anlatamayız. Zaten anlatacak olsak buraya shinobi olarak gelirdik. Bir sıkıntı çıkarsa veya tehdit algılarsam saldırırım.”

Dedim sert bir ses tonunda. Limana doğru Ringo’nun koşmaya başladığı zaman koşacağım. Koşarken hem ileriye odaklanacak, hemde arkama bakacağım. Bir sıkıntı çıkmasını istemiyorum.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: May 8th, 2019, 7:35 pm
by GM - Naruto
Adamla yollarınız ayrıldıktan sonra bir yandan yürümeye, bir yandan da aranızda konuşmaya başlıyorsunuz. Şüpheli görünmediğiniz aşikar, yerel alınbantlı bir shinobi yanınızdan hiçbir şey olmamış gibi geçiyor. Dikkat çekmeden limanın içlerine doğru yürümeye başlıyorsunuz. Karşınıza ilk olarak bir kasaba çıkıyor. Oldukça ufak, ancak canlı görünüyor. Meydan denebilecek yerden geçen geniş bir yol var, ve bu yolun karanın içlerine kadar devam ettiğini görebiliyorsunuz. Etraf çok kalabalık değil, ancak yol üzerinde muhtemelen limana alışverişe gelen birkaç kişi görebiliyorsunuz. Dışlara doğru açılmanız durumunda görülme ihtimalinizin oldukça düşük olacağını farkettiğiniz için olabildiğince uzaklaşıyor ve nispeten ağaçlık görünen alanda ülkenin diğer kıyısına doğru koşmaya başlıyorsunuz.

Ara ara, denk geldiğiniz kasabalar ya da uzakta görünen yer yer kafileler yer yer de başka gezginlerden dolayı yürüyüş temposuna dönmek durumunda kalıyorsunuz. Belki akşamüstü değil, ancak akşamın ilerleyen saatlerinde deniz görünüyör yeniden. Hava gerçekten çok soğuk, yüzünüze vuran rüzgarın kesici acısını hissedebiliyorsunuz. Henüz kar yağmıyor, ancak yağması durumunda şaşırmayacak haldesiniz. Denizin kıyısına kurulmuş büyük bir yerleşke var. Burası, diğer tarafa kıyasla çok daha büyük ve canlı bir kasaba gibi duruyor. Kasaba ışıklarını, limana demirlemiş büyük gemilerin direklerini seçebiliyorsunuz. Doğu tarafında denizin ardında gidilebilecek çok daha fazla liman olduğundan olsa gerek, geçtiğiniz tüm topraklara kıyasla çok da medeni görünüyor burası.

Liman şehrine yaklaştığınızda hızınızı biraz azaltıyor ve sıradan gezginler gibi davranmaya başlıyorsunuz. Kasabanın içlerine doğru ilerlerken içip eğlenen bir çok adam, hala açık olan birden fazla restoran, geceyi geçirebileceğiniz han gibi birkaç yeri seçiyor gözleriniz. Sabah Batı Limanı'ndan çıkarken yanınıza yolluk yemek almadığınız için karnınız son derece aç, ancak en nihayetinde kasabaya varabildiniz.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: May 8th, 2019, 11:49 pm
by Okawa Ringo
Kendimi tam da şu an, hiç tehditkar hissetmiyordum. Kendime şaşmalıyım, sözümün üstüne söz söylenince hep demokratik davranmışımdır. Ancak mantıklı olan bir sözün üzerine inatçı bir tavır alınca insan pek de sineye çekemiyor. Empati yapmak hayatımda hiç bir zaman ilk tercihim olmadı. Sinir, beni yalnız bırakmamakta inatçı bir gardiyandı. Gardiyanlar pek konuşmaz. Yap der, yaparsın. Zincirlerle bağlısındır. Ama benim inadım da bir başkadır, gıcık ve kırıcı biri olduğumu bilsem bile hoşgörüm beni en son yalnız bırakacak dosttur. Masamda daimi bir yeri vardır. Tıpkı şu anda da olduğu gibi. Ryoken'in sözü bende şok etkisi yaratmadı. Köyden ayrıldığımızdan beri düşünceliydi. Kaygılarını anlamayı artık çoktan bırakmıştım. Yaşadıkları içine yer edinirken, kaybettikleri ve korkuları içinde yuvasını yaparken ben orada yoktum. Ama şu an yanında benden başkası da yoktu. Şu an onun üstüydüm. Bu pek haz duyduğum bir durum olmadı hiç bir zaman. Ama benim kişiliğim, hayır... Benim shinobi felsefem çok başkaydı benliğimden. Ben, ben gibi olmamıştım hiç. Kendimle konuştuğum anlarda, böyleyimdir, şöyleyimdir diye kendime hatırlatmayı çok severim. Çünkü kendimi aslında pek az tanıyorum. İnsan olarak. Ama shinobi iken, evet. Olması gereken tek şeye sahibim. Gurur ve irade. Bu görevde ipleri elimden bırakamazdım. Ryoken'e tam anlamıyla dostum diyemesem bile bir nebze olsun güveniyordum. Ve şu an yapmam gereken de belliydi. Onu aceleci ve kaygılı tavrından kurtarıp, biraz olsun rahatlatmak. Odaklanması, benim içinde önemliydi görev içinde. Ben ne kadar aldığım göreve gururla bağlıysam, o da bağlı olacaktı. Ben buyum.

"Hooii.. Sakin ol sarı pipili dostum, beni sınamak istemezsin... Emirleri ben veriyorum, sen de bana evet efendim diyorsun. Anlaştık mı?" Tehditkar auram onun canını sıkacaktı, sıkacaktı ve sonra kaşlarını çatacaktı ve yüzü ekşiyecekti. Belki de yüzüme bir yumruk yerdim. Ama bunu daha fazla devam ettirirsem fazlasıyla gülerdim. Komik olan, gerçek düşüncelerimi ona yansıtıp ardından onun bulunduğu hissiyat ve duruma cephe alıp ondan kurtulmasını ve rahatlamasını sağlamak için kendimden ödün verecek olmamdı. Bunu tarttım ve mantıklı olanın, görevim için onunla aramdaki ilişkiler için mantıklı olanın bu olduğuna karar verdim. "Hahahaah.. Tamam lan ağlama, sadece şakaydı. Savunman gerektiğinde savun, saldıman gerektiğinde saldır. Sana bunun dersini verecek değilim. Ama sen birine saldırmadan önce bilmeliyim, neler yapabiliyorsun? Hazır koşmaya başlamamışken bana anlat." En azından birbirimiz hakkında bilgilerimizi tazelemeliydik. Ryoken ile aktif bir göreve daha önce çıkmadığım için savaş tarzını bilmiyordum. Benim basit bir tarzım vardı, belli alanlara yoğunlaşmıştım. Ona bunları: "Fuuton kullanıcısıyım ve Shuriken tekniklerinde iyiyim. Bir de, yakışıklıyımdır..." şeklinde belirttikten sonra yolumuza yoğunlaşmış ve onun söyleyeceklerine kulak vermiştim.

Limanın içlerine doğru yürüyüşümüz sırasında ufak tefek ama hiç de enerjisinden ödün vermeyen bir kasabaya giriş yapmıştık. Küçük köyleri ve kasabaları hep çok tatlı bulsam da buranın soğukluğu oldukça can sıkıcı bir hal almıştı ve burada yaşamayı düşünemezdim. İlerleyişimiz devam ederken, merkezi bir yoldan ilerlemek yerine daha dıştan ilerlemeye karar vermiştik. Ağaçların arasından koşarak ilerlemek farkedilme ihtimalimizi azaltacaktı ve varış süremizi kısaltacaktı. Bu ilerleyiş sırasında sürekli yolu inceliyorduk. Kimi zaman Ryoken beni uyarıyor, kimi zaman da ben onu uyarıyordum. Kafileleri, gezginleri gördüğümüzde hemen yavaşlıyor ve gezgin gibi ilerlemeye başlıyorduk. Bir köyün sınırına yaklaştığımızda ise ciddiyetimizi daha da arttırıp, rol kesmeye başlıyorduk. İnsanlara yaklaşınca ise aramızda saçma sapan, gündelik olaylardan oldukça bihaber seyyahların konuşacağı konuları konuşuyorduk. Bu işte oldukça başarılı olacak ki yanımızdan geçen shinobiler bu duruma oldukça alışmıştı ve onların şüphesini üzerimize çekmiyorduk. Bunda bir tehdit olmadığımızın da büyük payı olduğunu sanıyorum. Gözler, kalbin aynasıdır...

Soğuk, yağmayan karın hep yağıp burayı soğuk bir cehenneme döndüreceğine işaretti. Gerçekten burada kaldığım her dakika asabım biraz daha bozulmaya başlamıştı. Köyüme bazen kar yağardı, o zaman diğerleriyle kar topu oynayan bir çocukken karı severdim. Ancak burası bildiğin soğuk bir cehennem. Anlayabildiğim kadarıyla adanın bu tarafı nüfus olarak daha büyük ve aynı zamanda çok daha hareketliydi. Yine yürüyüş temposuna geçtik. Kıyıdaki yerleşkeye baktığımızda ise ışıkları ve çok daha büyük gemileri seçebiliyordum. Bu gözlerimi oldukça gülümsetmişti. Sonunda ufak balıkçı teknelerinin kasvetinden kurtulmuş gibiydim. Buranın daha merkezi olduğunu anlamıştım. Aslında ada fazla büyük sayılmazdı fakat ıssız demek için hep geç olduğunu biliyordum. Buradan geçerken ekstra dikkat ediyorduk. Çünkü insanlar daha farklı ve fazlaydı. Yola devam ettikten sonra liman şehrinin girişlerine oldukça yaklaşmıştık. Zaten son saatlerde pek hızlı ilerlediğimiz söylenemezdi fakat oldukça yavaşlamıştık. Bunda biraz enerjimin tükenmesi, biraz soğuk ve en önemlisi karnımın gurultusuna sebep olan şey; açlık oldukça etkiliydi. Neyse ki burada biraz yemek bulma umuduyla etrafa bakabilir ve biraz olsun dinlenebilirdik. Gözlerim çevredeki restoran ve hanları ararken aralarından seçim yapıyordu. Lakin yanımda fazla para yoktu. Bu görev benim için çok aniydi. Soğuk nedeniyle beynimizin donması ise artık an meselesiydi. Limanın içine doğru yine aynı tempoda ilerlerken takım arkadaşıma baktım. O da benim gibi üşümüş, yorulmuş ve acıkmış olmalıydı. Kolunun aksine bir zombi değilse, böyledir en azından. "Heey, Ryoken-san. Az önce karnının guruldadığını duydum. Bir şeyler atıştırsak fena olmaz gibi geliyor. Ne dersin?" dedikten sonra yürüyüşüme devam ettim ve gözlerimle restoranları aradım. Bir yandan yolcu gemilerinin nereye demirlendiğini ve limanın genel yapısını ara ara göz atarak analiz etmeye çalışıyordum.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: May 11th, 2019, 11:21 pm
by Jin Ryoken
Yerel alın bandı olan bir shinobi yanımızdan öylesine geçtiğinde dikkat çekmediğimizi anlamıştım. Rahat ve güvenli bir yolculuk olacaktı sanırım. Geçen sefer çektiğim yolculuğu hatırlayınca, şimdilik daha rahat duruyor böyle. Ancak belayı çekeceğimi biliyorum. Şimdi olmasa bile, Su ülkesine geçtiğimizde başımıza bir bela çekecekmiş gibi hissediyorum. Ben, kötü durumlardan nasıl sıyrılacağımı o an doğaçlama bir şekilde hesaplıyorum. Öfkemin diriliği sayesinde bir anda saldırıya geçiyor ve öldürebiliyorum. Birkaç masumu öldürdüm, bundan pişmanlık duymuyorum. Öfkem ve bedenim, insanları öldürmeye alışkınmış gibi tepki veriyor bana artık. Bu yüzden, başımıza çekeceğim belayı düşündüğümde, elim katanama gitmek için sabırsızlanıyor. Ringo gibi bir şeyleri konuşarak halletme taraftarı değilim. Onun emirlerine uymayı da pek düşünmüyorum..

Limanın derinliklerine doğru ilerledikçe düşüncelerimden ve kaygılarımdan kurtulmaya başladım. Onları düşünmek, gereksiz stres yaratacaktı. Küçük ama canlı bir kasabaya geldik. Ringo’nun bana karşı ilk cümlesi biraz gülümsetmişti, ancak sonrasında şaka olduğunu söyleyerek neler yapabildiğimi sordu. Neler mi yapabiliyorum? Şuanda hiçbir şey yapamıyorum. Fuuton kullanıcısı ve shuriken tekniklerinde iyi olduğunu belirtti. Bende patlatıyorum durup durup. Parşomeni sarıyorum kunaime, o gerisini hallediyor. Daha fazla bir şeye sahip olmaya gerek mi var?

Biraz duraksadıktan ve onu dinledikten sonra cümlelerimi kurmaya başladım.

“Ninjutsu teknikleri kullanmıyorum. Genjutsu üzerine yoğunlaştım şu zamana kadar. Bu kolum vardı, ancak şimdilik onu kullanamıyorum. Birde katanamı kullanabiliyorum. Usta değilim ancak işime yarıyor. Hem de oldukça işe yarıyor.”

Dedim gülümseyerek. Ara ara denk geldiğimiz kasabalar yüzünden koşmak yerine yürümeyi tercih etmiştik. Bizim koşuşumuzu gören shinobileri veya diğer kişileri peşimize takmak istemiyorduk. Yüzümüze vuran keskin soğukla beraber akşamın ilerleyen saatlerinde denizi görmeyi başarmıştık. Kar yağmıyordu ancak yağması beni şaşırtmazdı. İnsanların bu soğuğa alışmış olmasını anlamıyorum. Soğuk seven biri değilim, sanırım bu yüzden garipsemeye başladım.

Denizin kıyısına kurulmuş yeni, büyük bir yerleşkeye vardık. Burası diğer yere göre daha büyük ve daha canlı durumdaydı. Sanırım insanlar burada daha fazla eğlence buluyordu. Sanırım Nobu’ya gitmeden önce son durak burası olmalıydı. Gemilerin direklerini ve kasaba ışıklarını seçebiliyordum. Liman şehrine yaklaştıkça hızımızı azalttık ve tekrardan gezgin olmaya karar verdik. Kasabanın içlerine girmeye başladıkça canlılık daha güzel özetleniyordu. İçip eğlenen adamlar, hala açık restoranlar, geceyi geçirebileceğimiz hanlar buranın özetiydi. Sabah çıkarken yemek yememiştik, bu yüzden karnım baya acıkmıştı. Tamda bu sırada Ringo’nun sözleri ile karnımı doyurmaya karar verdim. Ancak param pek fazla yoktu ve geçen seferki gibi bir olay yaşamak istemiyordum.

“Bir yerlere bakalım. Yemek yesek gerçekten iyi olacak.”

Dedim ve restorantlara, diğer yemek yiyebileceğimiz yerlere bakmaya başladım.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: May 13th, 2019, 12:58 am
by GM - Naruto
İlk olarak kasabayı biraz geziyor, ardından hem yemek yiyebileceğiniz hem de soğuk geceyi atlatmak adına uyuyabileceğiniz bir han aramaya başlıyorsunuz. Arayışınız uzun sürmüyor, lükslükten uzak ve dikkat çekme potansiyelinizin daha az olduğu sakin bir han buluyorsunuz kasabanın dışlarına doğru. İki katlı bir yer, dışarıdan bakıldığında ikinci katındaki az sayıdaki odadan yalnızca birinin ışığının yandığını farkediyorsunuz. Sürgülü kapıyı açıp içeri girdiğinizde, minik bir salon karşılıyor sizi. Bir köşede usul usul yanmakta olan şöminenin ışığı aydınlatıyor yalnızca içeriyi. Düzensizce yerleştirilmiş dört-beş masadan yalnızca biri dolu, onda da iki sarhoş sızmış gibi görünüyorlar. Hancı olduğunu tahmin ettiğiniz adam içeri girmenizle birlikte yanınıza geliyor ve başıyla selamlıyor sizi. Mekanın pek müşteri çekmediğini az çok tahmin edebiliyorsunuz adamın bu davranışıyla birlikte. Karnınızı doyurup keyiflenmenize yetecek kadar yemek söylüyor ve müsait oda olup olmadığını soruyorsunuz. Hancının iki soruya da cevabı olumlu oluyor. Kendinize birer oda tuttuktan sonra şömine yakınlarında bir masaya kuruluyor ve ateşin kemiklerinizi ısıtmasını beklerken hancının getirdiği yemekleri guruldayan midenize göndermeye başlıyorsunuz. "Başka bir isteğiniz?" diye soruyor hancı yanınızdan ayrılmadan önce.