Page 6 of 10

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: July 19th, 2019, 4:35 am
by Okawa Ringo
Ekmeğimi çok az doğradığım çorbamdan sürekli yükselen dumanlar üstüme akın ediyordu. Dumanların sıcaklığıyla ısınıyor, aldığım her yudumda da enerjimi dolduruyordum. Pek yemek aramamıştım ama iyi geldiğini de inkar edemezdim açıkcası. Ara ara Yukiko'ya, bazen Ryoken'e ve bazen de korumalara bakıyordum. Neşeli görünerek yemeğimi yiyordum. Yukiko-chan'a sorduğum sorudan sonra cevabını vermesi geç olmamıştı. Biraz şaşkın bir ifadeyle kaşları kalkmış, ne diyeceğinden tam emin olmayan bir hal ile karşılamıştı beni. Sanki hemen konuşmak istiyordu ama tam olarak ne söyleyeceğini toplayamıyor gibiydi. Yukiko'nun bu şaşkınlıkları biraz heyecandan kaynaklanıyordu. Ya da daha farklı bir durum vardı ortada. Yukiko'nun bizden bir şeyleri sakladığı barizdi. Sakladığı şeyin ne olduğunu tam olarak çıkaramamıştım ve yemeğimi yerken biraz tahmin yürütmeye başlamıştım. Denizi böyle mutlu ve heyecanlı izleyişi, hiç bir şeyden korkmayışı... Vurdumduymazlığı ve heyecanla sürekli konuşmak istemesi. Yukiko bir şeyleri geride bırakmak isteyen bir çocuğun zihnini taşıyordu. Heyecanları, üzüntüleri, sevinçleri ve burukluklarıyla bir şeylerden kaçıyordu. Nereden geldi, nereye doğru gidiyor... Bilemiyorum. Fiziksel olarak olmasa bile zihninde bir şeyleri geçiştiriyor, kukla anılarla yoğurup dolduruyordu.
Neyden kaçıyordu?

Yukiko'nun cevabını dinlerken kızı iyice süzmeye devam ettim. Konuşmaya hep çok hevesliydi ve konuşmadığı her saniye onun için eziyet gibiydi. Her söz alışında aynı heyecan ve dinçlikle konuşuyor, nihayetinde susmak bilmiyordu. Bu sefer konuşmasını kısa kesmişti ancak. Beyninde neler döndüğünü bilemesem bile azıcık da olsa aklına gelen kötü fikirleri sürekli konuşarak azaltmaya, kovmaya çalışan bir çocuk zihniydi. Saftı ve güzel olan şeylere heyecanlanarak geçiştiriyordu belki de. Onu kovalayan kötülük neydi bilemiyorum. Her insan bir fikirden kaçar. Çoğu zaman onu korkutan fikirler vücut bulur ve onu gerçekten kovalar. Yukiko-chan için bu doğru muydu? Onu anlayabileceğimi henüz düşünmüyorum. Denizi benzettiği gökyüzü, yıldızlar aslında onun şairene saflıktaki çocuk ruhunu ortaya koyuyordu. Her çocuk şair gibidir aslında, sadece ne yazacaklarını bilemezler. O kadar çok kelimeye sahip değildirler. Kirlenmemiş ve temiz kokulu düşünceleri hiç değişmesin isteriz. Ama malesef insan büyüyor, büyüdükçe kirleniyor ve tarafını seçiyor. İyi olsa bile içinde kötü bir yan taşıyor. Çoğu zaman korktuğu şey peşini bırakmıyor ve bir tarafındaki korkuyu çığ gibi büyüterek yanlış kararlar alıyor. Yukiko ise henüz bunun muhakemesini yapabilecek durumda değildi. Onun kaçtığı, geçiştirdiği şey ne ise baş etmeyi öğrenmeliydi. Sonuç olarak bu gemi Su Ülkesine ulaştığı zaman bir başına kalacak, bir yolculuk daha başlayacaktı. Ona yardım etmek, onu kollamak isterdim ancak maalesef meraklarım ve duygularım gemi limana demirlediği an son bulmalıydı. Önümde önemli bir görev, Ryoken için ise hayati bir mesele vardı.

Yemeğimin yarısına geldiğimde ise ortamdaki havayı biraz analiz etmek istedim. Ryoken çok sessizdi. Normalde zaten konuşmazdı. Yukiko haricinde pek kimseyle konuşmayı tercih etmemişti. Ben ise sorulan sorulara kaçamak ve kısa yanıtlar veriyor, genel olarak ağzım dolu gibi yapıp bir şeyleri geçiştiriyordum. Zaten Kanji ve Yosuke oldukça benzer insanlardı ve bahsettikleri şeyler hep aynıydı. Yukiko'dan birilerine konuşma fırsatı geldiğinde genelde lafa giriyor ve savaştıkları günlerin anılarını anlatıp keyifleniyorlardı. Bunu seviyorum işte. Mücadele, savaş, görevlerimle dolu anılar. Bunları hatırlamak ve paylaşmak hep keyif veriyor. Pek böbürlenmeyi sevmediğim için sadece kendime yakın gördüklerime anlatırım. İçlerinde derin acılar da olsa, anı anıdır ve acılar çoğu zaman benim içimdeki savaşçıyı gururlandıran bir ilaç gibidir. Onlar anlattıkça onları sanki çok şaşırtıcı gibi dinliyor ve kafamla şaşırmış gibi yapıyordum. Deneyimli bir chuunin sayılırdım. O yüzden korumaların anlattıkları zaten yaşadıklarımdan pek azdı. Lakin onların da hayatı, işi buydu. Gururlarını kırmak istemediğim için şaşırmış gözlerle anlattıkları her şeyi dinledim. Bu sırada ise ara ara Yukiko'yu susturuyor, bazen bir bakışımla konuşmasını kesiyordum. Bunu sadece onları dinleyeyim diye değil, artık kulaklarımın acı çektiğini bildiğim için yapıyordum.

Artık çorbamın çok az bir kısmı kalmıştı. Ben ise doymuş hissediyordum. Pek istemediğim için de tabağımın geri kalanını yememeyi tercih ettim. Tabağı dizlerimin biraz önüne, yere koyduktan sonra derin bir nefes alarak dinlenmeye koyuldum. Bu esnada tabii ki oluşan sessizliği kullanarak kulaklarımı dinlendirmekten bahsediyordum. Zira Kanji ve Yosuke'nin de anlatacak bir şeyleri kalmamış gibi hissediyordum. Kanji cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal sigara çıkarmış ve ağzına koymuştu. Lakin henüz yakmamıştı ve önce Yosuke'ye sonra bana uzatmıştı. Kibarca bir davranıştı fakat sigara içen biri değildim. Ryoken içiyor muydu bilmiyorum fakat shinobilerin sigara içmesini hep saçma buluyordum. Henüz bilimsel olarak belki tam kanıtlanamamıştı fakat sigara chakra sistemine iyi gelmiyor diye düşünüyordum. O olmasa bile sonuçta ciğerlere ve üreme sağlığına zararlıydı. Kanji'nin uzattığı pakete karşın elimi göğsüme koyarak kafamı iki yana salladım. Tebessüm ederek içmeyeceğimi belirttim ve paket zaten bir anda Yukiko-chan'a doğru uzandı. Bir an 'oha' olsam bile bunun şaka olduğunu anlayabilmiştim. Zaten Yosuke'nin tepkisi ve paketi tokatlayışıyla yüzüm bir hayli gülmeye başladı. Çünkü karşımda duran ikilinin berbat espri anlayışları, berbat bir mizah yetkinlikleri vardı. Zaten ettikleri kısa kavga sırasında Ryoken ile göz göze gelmiş ve iç çekerek nereye düştüğümüzü sorgulamaya başladık diye düşünüyorum.

Yukiko bir süredir sessizdi. Ne düşündüğünü tam olarak bilmiyordum, belki de onu çok fazla susturduğumuz için bize küstü diye düşündüm. Kafamı ona doğru çevirip biraz muhabbet etmek için söz alacaktım fakat o yine kapanmak bilmeyen ağzını açmış, Yosuke'ye sorusunu sormuştu. İlk önce kızın parmağını gösterdiği yere doğru istemsizce baktım. Gözüme çarpan gemiye pek dikkat etmemiş ve sonradan tekrar çevirerek alarmımı kendime vermiştim. Tehlike... Görev için çok büyük tehlike. Aklımdan geçmeyen kalmadı ve düşünceler beni boğmaya başladı. Zaten bizim durumu farketmemizin ardından Yosuke ve Kanji de az çok çakmıştı ve bize aşağı inmemizi söylemişti. Yukiko ise olayın farkında değildi ancak gürültü kopmaya başlarsa farkına varmama imkanı yoktu. Bir çok ihtimali düşünüyordum. Korsanların sayısı ve ekipmanları hakkında biraz fikrim olsaydı daha rahat olabilirdi içim. Yani dövüşmekten pek anlamayan tayfa ile birlikte gemide sadece iki savaşçı vardı. Biz ise bu gemiye iki gezgin olarak binmiş, shinobi olduğumuzu saklamıştık. Geminin bu saldırıdan sağ çıkabilmesi için iki ihtimal vardı. Kaptanın anlaşma yaparak onlara ödeme yapmayı kabul etmesi, diğeri de Yosuke ve Kanji'nin terminatörler gibi onları biçmeleriydi. Eğer anlattıkları anılar doğruysa ki hiç sanmıyorum, işimiz yaştı.

Gemideki hararet bizi de sarmıştı. Ağır ağır ayağa kalkarak başımı kaldırdım. Bize doğru yaklaşmakta olan gemiyi süzmeye başladım. Ardından Ryoken ile göz göze geldim. Onun hareketi seven bir yapısı vardı fakat görev bizim için öncelikliydi. Kimliklerimiz gizli kalmalıydı. Ama bu geminin batması görevimizi direk iptal ederdi. Ayrıca bizi de iptal ederdi. O yüzden şimdilik durumu incelemeli ve yaklaşmakta olan korsan gemisinde kaç kişi olduğunu öğrenmeliydim. O yüzden bir süre burada bekleyebilirdim. Kafamı Ryoken-san'a yaklaştırıp çok kısık bir sesle: "Yukiko'yu al. Merdivenlere doğru gidin ama ben işaret etmedikçe aşağı inmeyin." dedim. Bunu derken düşündüğüm tek şey bir top güllesinin orayı yerle bir edeceğiydi. Evet, kulağa hiç güvenli gelmiyordu fakat Yukiko'nun bizimle kalması her açıdan en mantıklı olandı. Gözlerimi bir süre daha gemiye dikip dikkatle inceledikten sonra Kanji ve Yosuke'ye döndüm. "Ben sizin kadar savaştan anlamıyorum beyler, ama top atışı yaparlarsa sizce de sıkıntı olmaz mı aşağısı?" dedikten sonra pek dinlenmeden ve cevaplarını beklemeden tekrar konuştum. "Hem kaç kişi vardır ki o gemide? Bence sizi görseler tırsıp kaçarlar..." Düşündüğüm bir diğer konu ise kaptanı korumamız gerektiği idi. Hiç bir şeye dokunmasak dahi kaptanın güvenliğinden emin olmam gerekliydi. O olmazsa gemiyi Su Ülkesine kadar götürebilmemiz zor olacaktı. O yüzden planımı yapmaya birazdan başlayacaktım. Fikrim her an değişebilirdi. Ryoken ile aynı fikirde gibiydik. Sanırım o da görevin tehlikeye girdiğini anladığı an kimlikleri pek umursamamaya başlayacaktı. Daha akılcı bir çözümün aklıma gelebilmesi için riskleri daha iyi analiz etmeliydim. Söyleyeceklerimi söyledikten sonra ise yaklaşmakta olan gemiyi süzmeye devam etim.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: July 28th, 2019, 9:59 pm
by Jin Ryoken
Oturduk ve yabancılarla dolu bu sofrada yemeklerimizi yemeye başladık. Yabancılar içerisinde konuşmak pek tercihim değildi, bu yüzden sessiz kalmayı tercih ediyordum. Aslında, bütün planlarım bozulmuş ve Yukiko ile olan planlarım suya düşmüştü. Onu daha fazla tanımak istiyor, babamın gittiği yola gerçek bir adım atmak istiyordum. Pek tanımadığım babamın yolunda, gerçek bilgilerle kendimi donatmak istiyor ve Yukiko'nun zihnini keşfetmek için can atıyordum. Babamın ben küçükken söylediği gibi, "Bir insanı gerçekten tanımanın tek yolu, zihninde geçen her şeyi öğrenmektir.". Onu gerçekten tanımak istiyor muydum, hayır. Tek amacım, onun zihninin altında yatan her şeyi öğrenmek ve onu keşfetmekti. Onun içinde yatan, tanımlayamadığım büyük bir bulgu duruyordu ve yabancılar yüzünden buna doğru bir el uzatamıyordum. Anne ve baba kelimesi, bir insanın gözlerinin boşlaşmasına, hatta ve hatta kısa süreli algıların kapanmasına yol açmamalıydı. Tahmin ettiğim kadarıyla, benim sorumu duymamasının iki sebebi olabilir, birincisi algıları dış dünyaya tamamen kapanıyor ve hiçbir şeyi duymuyor, hiçbir şeyi işitmiyor. İkincisi ise, bu daha tehlikeli bir durum olsa bile küçük bir kişilik değişikliği. İçinde yatan başka bir kişilik tarafından tüm söylenilenler, duyulanlar yutuluyor olabilir ve gerçek kişiliği bunu algılamıyor olabilir. Birincisi durum olmasını her açıdan istesem bile, ikinci durumu daha çok istiyordu bir tarafım. O daha tehlikeli, daha meraklandırıcı bir durumdu. İşte tam bu yüzden ikinci durumun olmasını daha çok istiyordu içimde yatan bir taraf. Belki, taşıdığım kanın kaynamasından, babamın kanını taşımamdan.

Yukiko-chan, ben derin düşünceler arasında gezerken ne diyeceğini bilemeyecek bir şekilde Ringo'nun sorusunu cevaplamaya hazırlanıyordu. Denizin görüntüsünü ve durumunu çok beğendiğini söyledikten sonra bir şey söyleme ihtiyacı duymadan çorbasına üflemeye devam ediyordu. Böylesine iyi bir kızın başından başka türlü şeyler geçmiş olmalıydı. Her saniye daha da meraklanıyor, her saniye daha da heyecanlanıyordum. Havadan sudan sohbet ederek yemeklerimizi yemeye devam ettik. Yukiko, yabancı adamları o hiç durmayan çenesiyle yormaya hazırlanıyorken arada müdahale ediyorduk. Bu durum hem onlar için, hemde bizim içindi. Adamlar dövüş, savaş anılarından bahsediyor, Yukiko ise bunları heyecanla dinliyordu. Masal tadındaki bu hikayelere sadece gülümseyerek tepki veriyordum, yorum yapmıyor ve kendimden bahsetmiyordum. Yarım saat kadar daha adamlar abarttıkça abarttılar ve hikayelerini anlatmaya devam ettiler. Onları susturmak istiyordum ancak ortamın böyle bir şeye müsaade etmeyeceğinin farkındaydım.

Adamların anlatacak anısı kalmadığında bir sigara çıkarıp hepimize doğru uzattılar. Sigara kullanmadığımdan elimle hayır işareti yaparak tepki verdim. En son, sigara paketi Yukiko'ya uzandığında diğer adam onun eline vurarak ne yaptığını söylüyor, sigarayı uzatan ise şaka yaptığını söylüyordu. Espri yeteneklerinin pek iyi olduğu söylenemezdi, hatta bu konu üzerine konuşmaya bile başladılar. Bir iç çektikten sonra denize doğru bakmaya başladım. Tam dalmaya hazırlanacakken, Yukiko'nun gemi sorusu üzerine hızla kafamı çevirdim. Ufukta yaklaşan gemiye baktıktan sonra tayfada bir hareketlilik olduğunu gördüm. Sanırım başımıza gelebilecek en kötü senaryo geliyordu, bir korsan saldırısı. Aslında bu bizim işimiz değildi ve savaşmayı düşünmüyordum. Kendimi ifşa etmenin pek anlamı yoktu. Başka bir zaman olsa savaşabilirdim ancak şimdilik bu benim işim değildi. Zaten yanımızda oturan yabancılar bunun için para alıyordu değil mi? O zaman bizi korumalarını izleyeceğiz. En azından ben böyle düşünüyorum, zaten anlattıkları hikayelere göre bunları kolayca avlamaları gerekiyor. Onların bittiği yerde ancak müdahale edebilirdim, son nefeslerini verdiklerinde savaşabilirim.

Yosuke aşağıya inmemizi öneriyordu Kanji ile birlikte. Yukiko durumu anlamış gibi değildi, ancak saldırıdan uzak durmamızı istedikleri belliydi. Sonuçta bizim savaşamadığımızı düşünüyorlardı yüksek ihtimalle. Ringo-san bu sırada, Yukiko'yu aşağıya almamı ve ondan ses gelene kadar çıkmamamı söyledi. Ringo-san, bunun bizim işimiz olmadığını biliyor olmalıydı. Bu savaşa karışmamalıyız, şu iki adam öldükten sonra kendimizi belli edebiliriz ancak. Etrafta beni bilecek birini görmek istemiyorum, özellikle bu iki adamın Ringo'yla beni gördükten sonra bu konu hakkında konuşmasını istemiyorum. Ringo'yu uyarmayı düşünüyordum. Elimle ağzımı kapatarak Ringo'nun kulağına yaklaştım ve sadece onun duyabileceği soğuk bir ses tonu ile konuşmaya başladım.

"Kimseye karşı kimliğimizi belli edemeyiz, biliyorsun Ringo-san. Bekleyelim, bu adamlar öldükten sonra gerekirse savaşa dahil oluruz. Bizim görevimiz savaşmak değil, bu adamlar bunun için para alıyor. Eğer onlar bizi koruyamazsa, biz kendimizi koruruz. Gerektiği yerde."

Dedim. Sonrasında ise Yukiko'ya karşı gülümseyerek konuşmaya başladım.

"Yukiko-chan, aşağı mı insek? Sohbet falan ederiz. Ne istiyorsan onu yapabiliriz. Hem arkadaşlarda inmemizi söyledi. Ne dersin?"

Diye sordum. Onun cevabına göre hareket edeceğim ve Ringo'nun bana cevap vermesini bekleyeceğim.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: July 30th, 2019, 12:05 am
by GM - Naruto
Tayfa üyeleri yavaş yavaş hareketlenmeye ve savaş pozisyonu almaya başlarken, kaptanın gür sesi yankılanıyor gemide: "BAYLAR! KARA BAYRAK GÖRÜNDÜ! HAZIRLANIN!" Ardından, seri bir şekilde sağa sola emir dağıtmaya başlıyor. Emirler arasında yelkenleri bağlamak, alt kamaralardaki pencereleri kapatmak, hareket edebilecek şeyleri sabitlemek, topları hazırlamak gibi çeşitli cümleleri duyabiliyorsunuz. Bu esnada Ringo'nun sorusunu Kanji yanıtlıyor: "Top endişelenmemiz gereken konular arasında değil Tanosuke-san." Yüzünde hafif, halinden memnun bir sırıtış görebiliyor Ringo. "Muhtemelen 25-30 kişi. Önemli olan nasıl saldıracakları." Gözü Yosuke'ye kayıyor bu esnada Ringo'nun, aynı ifadenin onda da olduğunu görüyor. Adrenalinle yaşayan bu adamların hayat amacını o an tam olarak kavrayabiliyor. Sakinliklerini koruyorlar. Yukiko meraklı meraklı olup biteni izliyor, ne olduğuna dair pek bir fikri yok gibi. Kanji ağzındaki sigarayı yakıp çakmağı Yosuke'ye doğru fırlatıyor ve bir eliyle sırtındaki katanaya uzanarak kaptanın yanına doğru ilerlemeye başlıyor. Yosuke de sigarasını yaktıktan sonra, ters yöne ilerleyip geminin diğer ucunu alıyor.

Ryoken, Yukiko'ya sorusunu yönelttikten sonra kızın bakışları meraktan hiçbir şey kaybetmeyerek ona dönüyor: "Ne oluyor Rinku-san?" Yüzünde korkudan eser yok, ancak bunun saflığından mı yoksa altta yatan başka bir şeyden mi kaynaklandığını çözemiyor Ryoken: "Herkes hareketlendi, tehlikeli bir şeyler mi var? Bence aşağı inmeyip burada da kalabiliriz aslında, bahaneyle senseimin öğrettiği şeyleri denemiş olurum. Aslında benim için çok daha iyi olur. Su Ülkesi'ne varınca senseime anlatacak bir şeylerim olur. Belki beni orada tanıştıracağı kılıç ustası da hikayemden etkilenip beni daha iyi eğitmeye karar verir. Hem savaşmak iyidir. Siz zaten shinobisiniz, siz de savaşırsınız. Sizden de bir şeyler öğrenirim. Çok iyi olur. Birkaç hareket gösterirsin bana. Zaten beni eğitmek istiyordun, değil mi?" Makineli kunai fırlatıcı gibi arka arkaya gelen bu cümleler, Ryoken'in kesmesine fırsat kalmadan sonuçlanıyor. Yukiko böylesi bir durumda bile 'gücünden' hiçbir şey kaybetmemiş gibi görünüyor. Shinobi olduğunuzu söylediği kısmı herhangi birinin duyup duymadığını görmek için etrafa bakıyor Ryoken, ancak pek kimsenin umrunda değil gibi. Herkes bir şeylerle uğraşmakta. Kız ise, güvertede kalmaya niyetli gibi. Bunun nasıl sonuçlanacağına pek emin olamıyorsunuz.

Bu esnada Ringo, son hızla yaklaşmakta olan gemide bir hareketlilik farkediyor. Toplar hazırlanmakta. Ancak dikkatini çeken asıl nokta, gemide beklediğinden ve Kanji'nin bahsettiğinden az kişi olması. Tayfa üyeleri hazır duruma geçmiş gibi görünürken, kaptanın sesi yankılanıyor yeniden: "ATEŞE BAŞLAYIN! BİR GÖZÜNÜZ SUDA OLSUN!" cümlesi bittiği an, yaklaşan gemiye doğru iki top atışı yapılıyor büyük bir gürültüyle. Gülleler patlayıcı gücün etkisiyle uçmaya koyulurken, yenileri çoktan yüklenmeye başlıyor. Karşı gemide de durum aynı. Sizin geminize doğru yönelmiş üç gülleyi görebiliyorsunuz. Birkaç saniye içinde ulaşacak gibi duruyorlar. Gemideki tayfa üyelerinin bir kısmının güvertenin kenarlarına gelip ellerine fırlatacak bir şeyler aldığını görüyorsunuz.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: July 30th, 2019, 3:11 am
by Okawa Ringo
Ben gemiyi izlerken ve yaklaşmasını büyük bir titizlikle beklerken Ryoken'de bir hareketlenme sezdim. Bana seslenmek istiyor gibi düşünmüştüm. Ona doğru yaklaşıp söyleyeceklerini dinlemeye koyuldum. Az önce düşüncelerimde cebelleştiğim ikilem hakkında bana hatırlatmalar yapıyordu. Benim düşüncem de kimliklerimizi korumamızın öncelik olduğuydu. Lakin bu gemiye çok ihtiyacımız vardı. Karşımıza çıkan şey hakkında pek bir bilgim yoktu. Daha önce bu civardaki korsanları araştırmamış, olayları gözlemlememiştim. Güzergah hakkında bize verilen bilgide bu yoktu. Ryoken ve sözlerine hitaben biraz sırıttım.. Bu beynimin zorlanmaya başladığını gösteriyordu. Bunu sevmiyor değildim. Monotonlukla geçen bir kaç gün ve sürekli yolda olmak... Sanırım biraz kendimi zorlamak beni tekrar eski formuma kavuşturacaktı. Ryoken-san beni anlayacak gibiydi. Ona onaylayıcı bir kafa hareketi yaparak: "Şşşt.. Ne biçim konuşuyorsun öyle ölmek falan? Çocuk var yanında." dedikten sonra gergin görünüşünü biraz olsun kırabilmek adına gülümseyerek: "Şimdilik bekliyoruz. Yukiko'yu ve kendi poponu koru yeter. Eğer işaret verirsem, o zaman..." dedikten sonra konuşmamın halihazırda kısık tonunu daha da kısarak: "Dans.." demiştim.

Bana söylediklerinden sonra Ryoken Yukiko ile ir şeyler konuşmaya başlamıştı. Bu arada gemideki hararet her geçen saniye biraz daha artıyor, tansiyon yükseliyordu. Kaptan oraya buraya bağırıyor ve 'kara bayrak' kelimesi beynimde belki de gereğinden fazla yankılanmıştı. Biraz daha temkinli olmaya başlamam gerekiyordu. Çünkü bizi bekleyen tehlike sürekli yaklaşıyordu. Kaptanın emirleri sürerken Kanji, az önce sorduğum sorunun yanıtını vermişti. Top konusundan bahsetmiştim fakat onun için bu önemsiz bir detaydı. Bu adamlar beyinleriyle düşünen insanlar değildi. Yüzündeki memnun sırıtışla birlikte 25-30 rakamını bana vermişti. Nasıl saldıracaklarını düşündüğünü söyledi ve tam o anda tedirgin, fal taşı gibi açık gözlerimi Yosuke'ye çevirdim. Gergin ve korkulu gözükmeye çalışıyordum onlara. Ama çok fazla da kasmıyordum bu konu hakkında. Yosuke'de tıpkı Kanji gibi gülümsüyor ve sanki az önce anlattıkları hikayelerin biraz olsun altının dolu olduğunu bize kanıtlamak istiyor gibi gözüküyordu. Başka işleri yoktu çünkü. Hayata tutunabilecekleri tek dal, birilerinin kaslarını ve kemiklerini kesmekti. Pek konuşmayı beceremiyorlardı, ama nazik bir davranış görmüştüm onlardan. Yine de hayatlarının amaçları buydu işte. Adrenalin, macera. Bizimkisinden farklıydı. Onlar kiralık çalışıyorlardı. Ben ise parayı hiç düşünmeden kendimi bu gemide bulmuştum. Benzer ama farklı hayatlar... Sigaralarını da yakmışlardı ve sanırım moda girmiş gibi gözüküyorlardı. Kanji, kaptana doğru ilerlerken, Yosuke ise geminin diğer ucuna doğru hareket etmeye başladı.

Önemli olan nasıl saldıracakları... Bu sözü duyduğumdan beri aklımda evirip çeviriyordum. Evet Kanji ve Yosuke'nin zekasına bir gram bile güvenmemekle birlikte korsanlarla olan savaş deneyimi konusunda sanırım benden çok daha üsttelerdi. Daha önce yaşamadıkları bir tecrübe değildi bu. İşlerinde iyi olmasalar sanırım şu an nefes alıyor olmazlardı. İkisi de aynı tip silahları taşıyor ve benzer vücutlara sahiplerdi. Güçleri ve kuvvetleri yerindeydi. Savaş tecrübeleri de vardı. Hızlı ve atik hareket edebileceklerini sanmıyordum fakat yine de onlara güvenmem gerekiyordu sanırım, şimdilik. "Umarım anlattığınız kadar iyisinizdir beyler..."

Kanji ve Yosuke yanımdan ayrıldıktan sonra tekrar gemiye bakmaya devam ediyordum. Ellerim dahi titremiyordu. Normalde birinden emir alacak olsam, titreye titreye ne olacağını bekler ve işe koyulurdum. Fakat küçükte olsa bana bir sorumluluk yüklemişti Kurumi-sama. Bunun ağırlığı sanırım beni fazlasıyla katılaştırmıştı. Sakin kalmaya ve gözlem yapmaya devam ediyordum bende. Çünkü şimdilik planımız hiç bir şey yapmamak üzerine kuruluydu. Ama biliyorum ki, fikrim değişecekti. Fikrimin değişeceği o anı anlamam ve erken farketmem çok önemliydi. Korsan gemisine bakarken toplarının hazırlanmaya başladığını gördüm. Fakat gemideki tayfaların sayısı gözüme hiç öyle 20-30 gibi gelmedi. Burada iki ihtimal vardı. Tayfalar ya gemide bir yerlere saklandı, ya da bahsettikleri insanlar korsan değil. Bu ihtimal üzerinde düşünmek beni daha çok rahatlattı. Fakat bir anda kaptanın gür sesini duymam beni tekrar düşünmeye sevk etti sanırım.

Kaptanın ateş emriyle birlikte dediği suyu izleme komutu gözlerimi istemsizce suya döndürdü. Bulunduğum konumdan bir adım ileriye gittim ve suda ne olup biteceğini düşündüm. Kaptanın deyişiyle gözlerimi suya diktim ve bir hareketlilik olup olmadığını izledim. Sanırım aklımda çakan şimşekle birlikte bir teori daha üretmiştim. Yosuke'nin geminin diğer tarafına ilerlemesi... Korsanların bordalamadan önce suya atlayıp yüzerek gemiye çıkma ihtimallerini kafamda döndürüyordu. Gemicilikten ve denizden hiç anlamadığım için şimdilik daha ileri bir model kuramadım kafamda. Bir adım daha ilerledim ve denizi daha net görmeye çalıştım. Bu esnada bizden ateşlenen topların yankısı hala kulağımdaydı. Karşıdan ise sayabildiğim kadarı ile 3 top ateşlenmişti. Tehlike çanları çalmaktaydı. Düşün Ringo düşün... Toplardan birinin bizim etrafımıza düşmesi ne kadar olasıydı şu anki mesafeden onu kestirmem mümkün değil gibiydi. Güllelerin yelken direğine isabet etmesi en düşük şanstı. Bu gerçekleşirse iyi olmazdı. Şimdilik bu konuyu düşünmeyi erteledim sanırım. Kanji-kun'un da dediği gibi, mevzu top değildi. Suyu izlemem gerekiyordu. Büyük ihtimalle bir uyarı alabilirdim. Bir şekilde; dalgalardan, köpürmelerden.. Sezgilerime güveniyordum ve bunu tayfadan daha önce sezip aklımda bir plan oluşturabilirdim. Güllenin gelişini daha net kestirebilirsem ve 'tehlikeli' olabileceğini düşünürsem yere yatacaktım. Tekrar doldurmaları biraz zaman alacaktı. Kalktıktan sonra tekrar suyu izleyebilecektim böylece. Ryoken ve Yukiko'nun aşağı inmesi gerekliydi. Hepimizin burada olması şüpheden başka bir şey yaratmazdı. Gerçi şu durumda bunu takacak bir babayiğit var mıydı onu da bilmiyordum. Sanırım Yukiko konusunda Ryoken-san'a güvenmeliydim. Bu esnada tayfa üyeleri güvertenin kenarına gelip ellerine fırlatmalık bir kaç şey aldığını gördüm. Ne olduklarını pek seçemiyordum ve büyük ihtimalle kimseyi vuramayacaklardı. Tehlikenin biz dahil olmadan bitmesi aslında aklımdaki tek temenniydi. Eğer diğer türlü olursa, ben birilerini alnının çatından vurabilirdim.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: August 1st, 2019, 12:34 am
by Jin Ryoken
İçimden bir ses, işlerin olabildiğince kanlı bir şekilde biteceğini söylüyordu bana. Ringo'nun bu durumda alaycı cümlelerini dinledikten sonra etrafı sezmeye başladım. Yukiko'yu ve kendimi korumam gerekiyor, yüksek ihtimalle Yukiko'yu korumama gerek bile kalmayacak. Ancak onun sorumluluğu bende ise, ona göre davranacağım. İlk karar verdiğim şeylerden birisi bu oldu. Kaptanın gür sesiyle birlikte, savaşın yavaş yavaş başlayacağını anladım. Sağa sola emir dağıtmaya başladığnda, kendimden emin bir şekilde sakince oturmaya devam ediyordum. Alt kamaralarıdaki pencereleri kapatmak, hareket edecek şeyleri sabitlemek gibi emirler veriyordu tayfa üyelerine.

Ringo'nun sorusunu Kanji yanıtlıyor ve muhtelemen 25-30 kişinin saldıracağını söylüyordu. Ancak önemli olanın nasıl saldıracakları kısmı olduğunu belirtiyordu. Sakinliklerini koruyan bu elemanlara Yukiko hala anlamsız bir şekilde bakmaya devam ediyordu. Olayları kavrayamadığı yüzündeki ifadeden belli durumdaydı. Kanji sigarasını yaktıktan sonra kaptanın yanına doğru ilerliyor, Yosuke ise onun tam tersi yönüne ilerliyordu. Sanırım savaş stratejileri bu yönde gidecekti. İki farklı taraftan ya belirli kişileri alacaklar, ya da arada kıstırarak savaşacaklardı. Tam anlamış durumda değildim, ancak merak etmiyor değildim.

Yukiko'ya sorumu yönelttikten sonra cevabı hızla geldi. İlk sorduğu soru, tahmin ettiğim gibi neler olduğunu sormasıydı. Henüz bir şey anlamamıştı. Yüzünde korku yoktu, ancak saflığı mı yoksa başka bir şey mi onu anlamıyordum. Sonrasında taramalı tüfek gibi konuşmaya başladı. Soruları ardı ardına sıraladığı her anda istemsizce tebessüm ettim. Onun cümlelerini hem kesemiyor, hem başımı ağrıtacak gibi oluyor hemde tebessüm ediyordum. Bunun nedeni konusunda bir fikrim yoktu, ancak sorularını tek tek cevaplayabilirdim. Su ülkesi'nde anlatacak bir şeyleri olacağını söylediğinde, bu savaşa katılmak istediğini anladım. Ancak böyle bir riski alabilir miyiz o konuda emin değildim. Senseisinin öğrettiği şeyleri deneyecek kadar güçlü olabilirdi, hatta ve hatta bu iyi bir deney bile olabilirdi. Eğer altında yatan ikinci bir kişiliği varsa, bunu görme fırsatını yakalayabilirdim. Cümlelerin sonu, ona bir kaç hareket göstermem ve onu eğitmek istememle bitti. Ona seni eğitmek istiyorum dememiştim, ancak bu cümlenin çıkması beynimde küçük bir şimşek çakmasına sebep oldu. Onu eğitmek ister miydim?

Ona kendisini İshigakure'ye götürüp eğitim almasını sağlayabileceğimi söylemiştim, ancak eğitebileceğimi söylememiştim. Böyle farklı birini eğitmek ister miydim bilmiyorum. Ancak kötü bir fikir değildi, hatta olabilirdi bile. Her şeyden önce, bu durumları atlatmalı ve bu savaştan çiziksiz ayrılmalıydık. Shinobi olduğumuzu bir anda ağzından kaçırdığında, hızlıca etrafıma bakmaya başladım. Herkes bir şeylerle uğraştığından, bu durum kimsenin umurunda değil gibiydi. Biraz rahatladıktan sonra Yukiko'ya döndüm. Böyle bir durumda gücünden hiç bir şey kaybetmemişti. Onun savaşması bir yandan iyi olabilirdi, ancak bir yandan kötü sonuçlara sebebiyet verebilirdi. Bu yüzden bu durumu saniyeler içerisinde iyice düşünmeliydim.

Tayfa üyeleri hazır durumdayken, bir anda kaptanın sesiyle ateşe başlıyordu bizim gemimiz. Yaklaşan gemiye iki adet top attıklarında olayın ciddiyetini daha iyi kavradım. Gülleler uçmaya başladığında, yenileri yüklenmeye başlıyordu. Karşı gemide bizim gemimize doğru üç adet gülleyi yönlendirmişti. Bir kaç saniye ulaşacak bu güllelere karşı nasıl bir savunma izleyecektik bir fikrim yoktu. Ancak ani bir hareketle Yukiko'nun kıyafetinin ense kısmından yakaladım ve arkama doğru geçirdim onu. Tayfanın bir kısmı güvertenin kenarlarından fırlatacak bir şeyler alıyorken, tüm dikkatim Yukiko'daydı. Kendisini koruyacak kadar güçlü bir insan olduğunun bilincindeydim ancak onu böyle bir riske atamazdım. Bütün dikkatimi onu korumaya adadım o anda. Arkama geçirdikten sonra kafamı hafifçe ona doğru çevirdim ve sert bir ses tonuyla konuşmaya başladım. Ciddiyetimi anlamasını istiyordum.

"Bir eğitim istiyorsun değil mi Yukiko? Senin istediğin şey, gereksiz bir şekilde savaşmak mı? Hayır, böyle olmayacak. Ben son nefesimi verene kadar savaşmayacaksın. Böyle bir riski alamam."

Bir çok günah işlemiş olabilirim. Ancak onları düzeltmek için zamanım var. Düzeltmeye sanırım buradan başlayacağım, bir çocuğu koruyarak. Belki korumama ihtiyacı yok, ancak ben onu koruyacağım. O, gerektiğinde kendini gösterecektir. Günahlar içinde yaşıyorum, ancak bugün gerekirse gülerek öleceğim...

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: August 5th, 2019, 11:21 pm
by GM - Naruto
Ryoken Yukiko'yu kıyafetinin yakasından kavradığı gibi sürüklemeye başlıyor, bu esnada şaşkın bir şekilde: "Oi! Rin-" vücudunun harekete geçmesiyle sözü yarıda kesiliyor Yukiko'nun: "-ku-san! Ne yapıyorsun!" Ryoken bu soruyu cevaplamaya tenezzül etmiyor, bunun yerine cümlesini sarfediyor. Yukiko kafasını kaldırıp bir saniye kadar herhangi bir tepki vermeden bakıyor kendinden oldukça uzun olan shinobiye. Ardından herhangi bir şey söylemeden başını aşağı indirip yeni komutları beklemeye başlıyor. Durumdan rahatsız olduğu oldukça bariz, ancak henüz bir tepki vermiş değil.

Ringo, tayfa üyeleriyle birlikte güvertenin kenarına geçerek suyu kontrol etmeye başlıyor. Herhangi bir hareketlilik yok gibi şimdilik. En azından görebildiği kadarıyla. Ancak pektabii, kaptanın insan gücünün büyük kısmını güverte kenarına yollamasının bir sebebi olması gerektiğinin bilincine varabiliyor kolaylıkla Ringo. Shinobi içgüdüleri, asıl tehlikenin buradan geleceğini söylüyor bangır bangır. Gelgelelim, neyle karşılaşabileceği konusunda henüz net bir fikri yok.

Fırlatılan toplar gemiye iyiden iyiye yaklaşmışken, Yosuke'nin birden olduğu yerde havaya sıçradığını görüyorsunuz ikiniz de. Bu, 'normal' olarak sınıflandırılabilecek insanların becerebileceği türden bir hareket gibi görünmüyor gözünüze o an. Yosuke'nin kılıcını çektiğini görüyorsunuz, ancak bu o kadar hızlı gerçekleşiyor ki katananın metali yalnızca ışık olarak görünüyor size. Bir an sonra, güllelerden ikisinin oldukları yerde ikiye ayrıldığını görüyorsunuz. Gülleler bölünmüş halde havada infilak ediyorlar Yosuke katanasını kınına geri koyup zemine güvenli bir iniş yaparken. Üçüncüsü ise, büyük bir gümbürtüyle güvertenin orta yerine düşüp zemini sarsıyor.

Ryoken, top sesleri duyulduğunda ve zemin sallandığında, kıyafetinin arka kısmında sıkı bir kavrayış hissediyor. Göz ucuyla baktığında, Yukiko'nun şiddetli patlamanın etkisiyle istemsizce kendisine tutunmuş olduğunu farkediyor. Bunu Yukiko da farketmiş olacak ki, bir an eline baktıktan sonra bırakıveriyor Ryoken'in kıyafetini. Bir şey söylemeyerek bakışlarını aşağı doğru çeviriyor yeniden.

Ringo, o an bakıyor olduğu suyun yüzeyinde birkaç ufak baloncuk görmeye başlıyor. Bunu görenin sadece kendisi olmadığı da aşikar, tayfa üyeleri ellerindeki şeyleri tüm güçleriyle suya doğru fırlatmaya başlıyorlar. Birkaç saniye boyunca bir şey olmuyor. Ardından, aniden bir ahtapotun kolları misali kalın zincirlerin fırladığını görüyor Ringo denizden. Zincirler hafif bir eğimle, yukarı ve gemiye doğru yönlendirilmiş durumda ve kendisinin bulunduğu kenarda 7-8 tane seçebiliyor. Kenarda kendisiyle birlikte duran adamlardan biri, zincirlerin ucundaki büyük demir kütle tarafından geriye doğru fırlatılıyor korkunç bir kütürtü sesiyle. Ringo ise, kendisine yönelen zinciri sağ ayağını sol ayağının arkasına alıp hafifçe iskivlenerek savuşturuyor. Refleksif olarak, geminin diğer yüzüne bakıyor ve aynı şekilde o taraftan da zincirlerin fırlatılmış olduğunu görüyor. Zincirler geminin bir tarafından çıkıp, diğer tarafından yeniden denize düşüyorlar. Etrafındaki adamların paniklemeye başladığını görüyor Ringo. Bu, beklenenden daha organize bir saldırı gibi görünüyor.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: August 8th, 2019, 6:12 am
by Okawa Ringo
Görüyor musun tehlikeyi Ringo? Görüyorum. Evet. Sana hatırlatmama gerek var mı? Hayır.. Yok elbette. Sen tehlikenin tam ortasında doğmadın mı? Yanlışın var. Ben oraya bırakıldım. Ama.. Hep oraya aittim sanki. İçimdeki vahşetle kaplanmış çocukluk anılarım, içi boş gözlerime yansıyor ve bir an olsun beni yalnız bırakmıyordu. Tehlikeyle her yüz yüze gelişimde değersiz hayatıma anlam katacak şeyi kendime hatırlattım. Ben anlamlıyım. Ben shinobi olduğum sürece bir anlam ifade ediyorum. Shinobi, tehlikededir. Ama, başa çıkar. Yeri gelir tehlike olur. Durumları tersine çevirmeli, savaşmayı bırakmamalıdır. Issız bu denizin ortasında, belki olmak istemediğim bir yerdeydim. Ama bak, her zaman istediğim şeyler olmuyor işte. Buradayım.

Üzerime gelen stres kendini göstermeye başladı. İç çekişmelerim ve benliğimin çığlıklarını duyabiliyorum. Bunların hepsinin tek nedeni üzerime aldığım yük. Gemide bizimle birlikte bir çocuk var, görevimde sorumlu olduğum bir yoldaşım. Masum insanlar var. Hepsinin yükünü omuzlarımda hissettim. Üzerime doğru gelen düşman ise tehlikenin adresiydi. Ne olursa olsun, en selametli yolu seçmeli ve en doğru kararı vermeliydim. Hayır, verecektim. Çünkü buna mecburum. Ne gerekiyorsa yapacaktım. Çok geçmeden durumun farkına en derinlere kadar varmış ve üzerimdeki stresi atabilmiştim. Korku manasız ve yersizdi. Tek yapmam gereken şey daha iyi analiz etmekti. Diğerleriyle birlikte eş zamanlı olarak güvertenin kenarına geldiğimde gözlerimi mavilikle buluşturdum. Başta en ufak bir kıpırtı dahi sezememiştim. Ama beklemeye de devam ediyordum. Bekliyor ve karşıma çıkacağından emin olduğum şeyin gözlerimle buluşmasını gözlüyordum. Gemideki herkesi bu sırada incelemeye başlamıştım. Tayfanın bize pek yararı olmayacak gibiydi. Tabak çanak fırlatarak kendilerini savunmaya çalışıyorlardı fakat gelecek şeyin tehlikesi her yanımı sarmıştı. Bu esnada hızlıca arkama döndüm. Nedenini bilmiyordum ama sezilerim kafamı yukarı çevirmemi sağladı. Yosuke... seni maymun seni.. Oldukça yukarıya sıçramış ve gemiye doğru gelen güllelere karşılık olarak katanasını çekmişti. O kadar hızlı bir hareketti ki ne yaptığını anlamam imkansızdı. İlk bakışta bu hamle gözüme bir kılıç çekme tekniği olarak geldi. Güllelerin iki tanesinin parçalandığını gördüğümde ise bunu onaylamıştım. Yosuke ve Kanji, aptal olabilirlerdi ama iyi savaşçılardı. Nasıl bir disiplinde dövüşüyor olduklarını kestirememiştim. Bir shinobi olmadıklarını varsayarsam, en azından kılıç kullanma konusunda bir shinobiden altta kalır yanları olmadığını düşünüyordum.

Bu kısa süreli gerçekleşen olaydan sonra gözlerimi tekrar suya çevirmiş ve tekrar izlemeye koyulmuştum. Tayfadaki hareketliliği görüyordum. Suya tekrar baktığımda ise hareketliliği sezmem çok vaktimi almamıştı. Beklemeye koyulmuş... Ne çıkacağını görmek için sabırsızlanıyordum. Ağzında kılıç tutan korsanlar yerine gördüğüm şey beni şaşırtmayı başarmıştı. Zincirler... Oldukça kalın zincirler üzerimize doğru geliyordu. Yedi veya sekiz tanesini sayabilmiştim fakat dahası olduğuna emin gibiydim. Bana çok uzak olmayan bir tayfa ise zincirin ucuna bağlı metal kütle ile ileri uçmuştu. Bir ahtapot gibi gemiyi parçalamak üzerine kurulmuş bir düzeneğe benziyordu. Sanırım başarılı olacaktı da. Bir şeyler yapmak zorundaydım... Ne yapabilirdim? Bu gemi parçalandığı takdirde su ülkesine gitmemiz imkansız gibi bir şeydi. Kimliğimizi açık etmemiz ise risk almaktan başka bir şey olmazdı. Bu esnada bana doğru gelen zinciri yok sayamazdım. Daha fazla düşünmemeli ve savuşturmalıydım. Sağ ayağımı sol ayağımın arkasına aldım ve dengemi kurdum. Kolay bir şekilde zinciri savuşturmuştum. Ancak devamı vardı. Duyduğum seslerden esinlenerek kafamı çevirdim ve geminin arkasında da aynı saldırı olduğunu farkettim. Yani iki yönden de saldırı gerçekleşiyor ve zincirler bir süpürge misali işini yaptıktan sonra denize düşüyordu. Peki devamı gelecek miydi? Bilmiyorum. Bir strateji oluşturmam için bilgi almam gerekiyordu.

Kafamı çevirmişken az önce gülleleri parçalayan arkadaşa çevirdim kafamı. Güllelerin ikisini parçalayan Yosuke zemine inmiş ve kılıcını kınına geri koymuştu. Bu esnada kafamda bir plan oluşturmaya başlamıştım bile. Yosuke'ye doğru dikkatli adımlarla ilerliyordum. Zira geminin tam ortasına düşen üçüncü gülle gemiyi bir hayli sarsmıştı. Dikkatli ve hızlı adımlarla Yosuke'ye ilerlemeye başlamıştım. Sarsıntı durduğunda ise koşmaya başladım. Bir shinobi gibi değil, normal ve korkmuş bir yolcu gibi hızlı hızlı ilerliyordum. Yosuke'nin yanına gittiğimde ise diyeceklerim belliydi. Nefes nefese kalmış ve korkmuş bir ses tonuyla: "Bu zincirler... Devamı var mı? Güllelerden daha büyük bir tehlike. Az önce tek hamlede yaptığın şeyi zincirleri parçalamak için yapamaz mısın Yosuke-kun?" dedikten sonra biraz soluklanmaya çalışacaktım. Kanji ise henüz harekete geçmemişti. Bu görevden önce uzun süredir köyümdeki shinobileri az da olsa komuta etme şansım olmuştu. Şu an ise sadece kastan ve kılıçtan oluşan bu adamları komuta ederek bu durumdan çıkabilirdim. Biz dövüşemiyorduk fakat onlar bizim için bunu yapabilirdi. Bende beyin vardı, onlarda ise kas ve kılıç. Bu durumu tersine çevirebilirdim. En azından Yosuke ve Kanji tecrübeliydi. Top atışından sıçrayarak veya siper alarak kaçabilirdim. Zincirler için ise pozisyonumu geminin ortasına çevirerek önlem almalıydım. Böylece geminin hem arka tarafına hem de ön tarafına bakabilecektim ve olası bir hamlede tekrar savuşturma imkanı yaratacaktım kendime. Yukiko ve Ryoken ise şimdilik emniyetteydi. Fakat bu durumun daha fazla sürebilmesi bana bağlıydı. Yosuke ve Kanji'yi doğru yönlendirebilirsem endişelerim son bulabilirdi. "Yosuke-kun! Çok iyi kılıç sallıyorsun. Bir kafes dövüşünde olsan bütün paramı sana yatırabilirdim. Nasıl yaptığın hakkında bir fikrim yok. Hayatımda bir yumruk dahi atmadım ama iyi satranç oynarım. Doğru pozisyon alırsanız; Kanji ile birlikte hem arkadan, hem de önden gelen zincirleri destek merkezlerinden bir kaç hamlede kesebilirsiniz. Yani güvertenin ucundan en sonuna kadar. "

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: August 10th, 2019, 11:10 pm
by Jin Ryoken
Yukiko'yu çektiğimde savaşmaya hazır olduğunu biliyordum. Hatta çok güçlü bile olabilirdi ancak onu savaş alanına sokmak istemiyordum. Başına bir zarar gelmesini istemememden kaynaklanıyordu, böylelikle hiç risk almamayı tercih ettim. Biliyorum, ona cümlelerimi sarf ettiğim zaman bundan hoşlanmadı. Ancak hoşlanıp hoşlanmaması umurumda değil. Ben gerektiği zaman onu savaş alanına sokacağım, biraz daha risksiz işler için. Rahatsız olduğu bu durum için tepki vermiyor olması yaşımdan, onun küçük oluşundan kaynaklanıyor olabilir. Gayet tepki verme şansına sahipti, ancak tepki vermemesinin sebepleri bunlar olmalı. Bunu düşününce onun eğilmiş kafasına doğru gülümseyip yüzümü ileriye doğrulttum. Ringo-san'ın bizi açığa çıkarmamasını umut ediyordum bir yandan. Kendisini tanımadığım için nerde ne yapacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece beklemeyi tercih ettim, eğer kendini belli ederse bende kendimi belli edecektim.

Ringo, tayfanın üyeleriyle beraber güvertenin kenarına geçip suyu kontrol ediyordu. Fırlatılan toplar gemiye yaklaşırken Yosuke aniden yerinden fırlıyordu. Yerinden fırlamak derken, biraz daha havaya sıçrıyordu. Bu normal birinin yapabileceği türden bir hareket değildi, Yosuke'de başka bir şeyler olmalıydı. Kaçak ancak pek aranmayan bir shinobi? Olabilir, ancak çok mantıklı gelmiyor. İyi eğitim almış, yetenekleri olan, ancak shinobi olmamış birisi? Olabilir, Yukiko-chan gibi olabilir. Yosuke kılıcını çok hızlı çekiyor, hatta kılıcın metali ışık olarak gözüküyordu. Bu hareketten biraz sonra, güllelerden ikisinin oldukları yerde ikiye ayrıldıklarını görebiliyordum. Yosuke katanasını kınına sokup güvenli bir iniş yaparken iki tanesi kesik olarak hava infilak ediyordu, üçüncüsü ise güvertenin tam ortasına inerek bizi sarsmayı başarıyordu.

Top sesleri ve zeminin sarsılışı ile kıyafetimde bir kavrama hissettim. Sıkı bir kavramaydı, göz ucumla baktığımda Yukiko'nun şiddetli patlama etkisiyle bana tutunduğunu gördüm. Yukiko istemsizce yaptığı hareketi fark edince elini çekti. Bir şey söylemeden bakışlarını aşağı çevirdiğinde, hafifçe gülümsedim. Bir katil olarak, bir çocuğa sempati duyuyordum. Kulağıma çok ilginç ve yabancı bir durum olarak gelse bile, Yukiko'ya karşı bir ilgim oluşuyordu. Onun zihni bu ilgiyi arttırsa bile, kişiliği ikinci planda olarak buna destek oluyordu. Gerçekten, bir eğitmen olsam böyle bir öğrenci ister miydim? Evet isterdim. Hatta Yukiko'yu bile elimde olsa eğitmek isterdim ancak bunun mümkünatı konusunda hiçbir fikrim yok. Genede, onun hayali olan shinobilik hayali için bir deneme yapabilirim. Kendi çapında, Yosuke ve arkadaşı gibi kılıç sallayacağına köyümüz için kılıç sallayabilirdi. İshichou'nun bunu reddedeceğini sanmıyordum. Genede uzunca düşünmek gerekiyordu ve uzunca düşünecek zamanımın olduğunu biliyorum. Bu kararda, Yukiko'nun isteği de çok önemliydi.

Gemiye, bir ahtapotun kolları gibi birden zincirler fırladığında elim istemsizce arkaya doğru gitti. Yukiko'yu sıkıca tuttuktan sonra, ona bakmadan zincirleri gözlemlemeye başladım. Ne olduğu hakkında bir fikrim yoktu ancak olmalıydı. Ringo, bir zinciri hızla atlattığında, bunların başımıza büyük bir bela getireceğini anladım. Zincirler geminin bir tarafından çıkıp, öbür taraftan denize doğru iniyordu. Bu zincirlerin kırılması gerektiğini düşünüyordum, ancak tayfanın bu eylemi yapmaması, hatta Yosuke'nin bu eylemi yapmamasının sebepleri olmalıydı.

Yukiko'ya doğru kafamı döndürdüm gülümseyerek. Zincirleri göstererek konuşmaya başladım.

"Sana zihin hakkında bir şeyler anlatmıştım hatırlıyor musun Yukiko-chan? Peki şu zincirleri görüyor musun? Senin zihninde aynı böyle takılı kalmış zincirler olduğunu görebiliyorum. Büyük problemler olmalı. Ancak önemli değil, benim zihnimde bile kocaman bir zincir bağlı durumda. Bunu kırmak ellerimizde Yukiko-chan. Dediğim gibi, insanı en zayıf düşürebilecek noktası zihnidir. Senin gücünü görmek istiyorum Yukiko-chan. Gereksiz yere savaşmak yerine, ciddi bir şeyde gücünü görmek istiyorum. Bu zincirlerden birini kırabilmek için atıl, bütün gücünle kırmaya çalış. Gücünü göreceğim, ancak kırdıktan sonra hızlıca yanıma gelmeni istiyorum. Bu sadece ufak bir test, belki bir gün sana zihnimde kalmış o kocaman zinciri anlatırım. Ne dersin?"

Dedim gülümserken. Kendimi onun gücüne ve zihnine aç bir kurt gibi hissediyordum. Bir şeyleri keşfetmek istiyor ve onda bunları görmek istiyordum. Ancak onu riske atmadan denemeliydim. O zincire doğru atıldığında bende peşinden atılacağım, olası bir durumda onu koruyabilmek için.

Out: Son kısımda sadece Ringo'ya yazılmış cümleler vardı bende sırf zincirleri görmüş gibi saydım kendimi. Sanırım gemide olanı görüyorum diyerek, ancak görememişsem uyarı dahilinde turumu değiştirebilirim. Saygılar Maxdown reis.

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: August 15th, 2019, 11:41 pm
by GM - Naruto
Ringo, Yosuke'ye doğru ilerlemeye başlarken Yosuke'nin çoktan sancak tarafına yönlenip zincirlere karşı hamle yapmaya giriştiğini farkediyor. Gelgelelim; Ringo'nun ilerleyişi, özellikle de hem pruva hem de sancak tarafından 7-8 zincir fırlatılmış ve fırlatılan yönün tersinde yeniden denize düşmüş olması sebebiyle çok da kolay olmuyor. Geminin üzerinde denize paralel duran ve gücünü güvertenin kenarlarından alan 15-16 tane paralel zincir bulunmakta. Tayfa üyelerinin hareketi son derece kısıtlanmış durumda. Yer yer eğilip, yer yer üzerlerinden sıçrayarak ilerliyor Ringo zincirlerin. Nihayetinde Yosuke'nin yanına ulaştığında, onu zincirlerden birini tek bir hamleyle ortadan ikiye yararken buluyor. Ringo, halihazırda ilerlemekteyken cümlesini kurduğu için konuşması sonlandıktan sonra farkediyor Yosuke’nin yaptığı işi. Yosuke gözleriyle zinciri işaret ediyor zaten yaptığı işin o olduğunu ima edercesine.

Ryoken, iki taraflı zincirlerin fırlatılması ile kendisini ve Yukiko’yu 60-70 cm’lik bir alana sıkışmış şekilde buluyor. Bu esnada Yukiko’ya dönüp gülümseyerek konuşmaya yelteniyor. Pektabii, etrafta bu kadar şey olup biterken ve tehlike çanları çalarken, geminin güvertesi bir top tarafından delinmişken, kaptan sağa sola emirler yağdırırken planladığı uzun uzun cümleleri kurmanın biraz aptalca olduğunu farkedip susuyor. Bu kararında haklı olduğu da aşikar, çünkü birkaç saniye sonra zincirler titremeye başlıyor ve suyun içerisinden garip sesler duyulmaya başlıyor.

Aynı sesleri Ringo da duyuyor, ve Yosuke’ye kurmayı planladığı cümle yarıda kesiliyor. Yosuke ikinci bir zincire yönelirken: “Siktir.” diye mırıldanıyor kendi kendine.

Bu esnada karşı gemiden bir sıra top atış sesi daha geliyor. Geri kalan tüm sesler birkaç saniyeliğine yokolurken, denizden 8-10 adamın fırladığını farkediyorsunuz her ikiniz de. Zincirlerin üzerine geçirilmiş, bir çeşit motorlu çekici vazifesi gören bir şeyler tutmaktalar. Bu alet zincirlerin üzerinden kolaylıkla kayarak kendisini tutan kişiyi yukarı kaldırıyor gibi görünüyor. Adamlar aynı anda güverteye dalarken, işlerin iyiden iyiye kontrolden çıktığını farkedebiliyorsunuz. Adamlar son derece standart giyimli, ancak bilinen korsan hikayelerinin aksine kıyafetleri eski püskü olmaktan olabildiğince uzak. Denize uyumlu, dalış elbisesine benzer kıyafetler giyiyorlar ve boş ellerinde kılıçlar, mızraklar görebiliyorsunuz. Farkettiğiniz ilk şey, diğerlerine göre daha iri kıyım duran bir adamın güverteye çıktığı gibi mızrağıyla birlikte sıçrayıp tayfa üyelerinden birini yere şişlemesi oluyor. Gemiye yaklaşan ve muhtemelen birkaç saniye içinde çarpacak olan toplar da cabası.

Geminin şuanki halini temsil eden görsel, zincirler geminin güvertesini birbirlerine paralel şekilde tamamen kaplamış durumdalar:
Image

Re: [Jin Ryoken & Okawa Ringo] Dalgalar

Posted: August 17th, 2019, 5:13 am
by Okawa Ringo
Geç kalmamalıyım, düşünmeye geç kalmamalıyım. Aklımdakiler bir an önce eyleme geçmeli, hareket etmeye geç kalmamalıyım. Bu sefer razı olamazdım. Belki her şeyin tehlikeye girdiği bir an gelecekti ve işler bizim adımıza değişecekti. Stres şimşekleriyle dolu aklım fazlaca yüklenmiş bir bulut misali taşıyordu. Bu yük az önce omuzlarıma bindi. Bir yutkunma geldi. Stresle başa çıkabilirdim, hep çıkmıştım. Bu alışılagelmiş hissin hasretini duyuyordum derinlerimde bir yerde. İçimdeki tarlalara çok stres ekip, zamanı gelince biçmesini bildim. Ancak bu sefer farklıydı. Benim vereceğim emri bekleyen bir takım arkadaşım, minik bir çocuk ve masum insanlar vardı. Her şeyin kaderi bana bağlı değildi elbet ama kadere hep etki etmemiz gereken yerler zamanlar ve durumlar vardır. İşte sanırım ucundan kıyısından da olsa kaderime etki edebilecektim. Yosuke’ye doğru ilerlerken geminin sallantısı, şiddetli bir deprem gibiydi. Ayak tabanlarımdan baldırlarıma doğru vuran zelzelenin titreşimleri biraz olsun kanımdaki adrenalini yükseltti. Devam ettim ama. Nedeni belliydi, doğru olanı yapmaya çalışıyordu zihnim. Bedenim ise bu gayede hareket ediyordu.

Karşımdaki zincirlerden atlayarak ilerleyişimi sürdürüyordum. Bu kadar zor olabileceğini tahmin etmedim ancak bu ilerleyiş oldukça denge sarsıcıydı. Tecrübeli bir shinobi olsam bile daha önce bir deniz savaşı geçirmemiştim. Bu ilginç bir tecrübe oluyordu her yönüyle. Zorlu ilerleyişim esnasında kafamı sürekli çevirerek gözlerimle gemiyi taramıştım. 15 belki de 16 zincir sayabilmiştim ve gemiyi tamamen hareketsiz kılmayı başarmışlardı. Bu kadar organize bir şeyi daha önce görmemiştim ve açıkçası korsan gemisi yaklaşırken bordalayıp gemiye dalacaklarını düşünmüştüm. Ancak bunlar benim hayal ettiğim korsanlardan pek ala daha farklıydı. Daha önce bunları ne duymuşluğum ne görmüşlüğüm vardı. Bize istihbarat verilmediği için de şu an şaşkınlığımı gizleyememem normaldi. Ama odaklanmalıydım. Kafamı tekrar çevirdiğimde ise Yosuke’ye oldukça yaklaşmıştım. İlerlememi sürdürürken cümlelerimi kurmuş ve ardından zaten söyleyeceklerimi yaptığını görmüştüm Yosuke’nin. Bir hamlede zinciri parçalarken bana attığı bakıştan da fikrinin bu yönde olduğu kanısına varmıştım. Pekala diğer cümlelerime geçtim fakat konuşma fırsatım oldukça kısa sürmüştü. Yosuke’nin ağzından çıkan ‘siktir’ den sonra kafamı iskeleye doğru çevirmiştim.

Yosuke’nin acelesi her halinden belliydi. Kesmek için diğer zincire yönelirken, sudan gelen seslere ve titreşimlere kulak kabartarak suratımı iskeleye çevirdim. Ürpermeye başlamıştım çünkü sürekli kendime ‘artık daha fazla ne olabilir?’ sorusunu soruyordum. Bu esnada aklımda hep bi yanda Ryoken ve Yukiko vardı. Karşıdan gelen top atışı sesleri de kulağıma ulaşmayı başarmıştı. Gülleler zaten oldukça can sıkıcıydı fakat daha can sıkıcı bir şey ile karşı karşıyaydım. 8-10 adet dallamanın denizden çıkışı ve iskelemize ulaşması ile birlikte gözlerim fal taşı gibi açılmıştı adeta. Bir yandan sinirleniyordum, bir yandan da şansıma sövüyordum: “Ulan korsanın bile yanarlı dönerlisi çıkıyor karşıma..” Evet, ne beklediğim gibi kokuşmuş suratlar ne de beklediğim o yırtık pırtık giysileri görebilmiştim üzerlerinde. İskeleye çıkışları ise benim açımdan muazzam zekice bir planlamaydı. Zincirlerden bir çekişli mekanizma ile kayarak iskeleye çıkmışlardı. Lakin sudan geleceklerini zaten biliyorduk. Sadece fazla meşguldük…

Çıkan heriflerden biri oldukça iri kıyımdı. Bizimkilerden birini yere daldırmıştı bile. Bunlar büyük ihtimalle şu an bizimkileri yerdi. Çünkü zincirler hem kaçış hem de saldırı kabiliyetlerini düşürüyordu. Öteki yandan bunlar sıradan tayfa üyeleriydi. Üzücü ve trajikomik… Gözlerimi kapadım. Sabrediyordum. Daha fazla bir şey olmasın ve bir bela çıkmadan elimden burdan gideyim diyordum. Ama olmuyor işte. Biraz daha sabredeceğim. İşler geri dönülemeyecek bir noktaya gelmeye başlayacaksa eğer, bu gemiye tecavüz edeceklerse işte o zaman yapabileceğim hiçbir şey yok. Görevim tehlikeye giremezdi. Biraz daha sabredecektim. Doğru olanı yapmalıyım. Güllelerin sesini aklımda yankılandırırken diğer zincire geçmiş Yosuke’ye: “Yosuke-kun! Gülleler!” demiştim. Güllelerin en azından iki tanesini parçalayabilirse bizim yararımızaydı. Zinciri parçalamak şu an bu kadar hayati değildi. Elimle zinciri bırakıp gülleleri parçalamasını gösteren bir hareket yaptım. Bir yandan da güllelerin düşeceği yeri hesaplamaya çalışıyordum. Ayaklarımda bir miktar chakra biriktirmeye başlamıştım. Eğer olursa Yosuke-kun başaramazsa veya hepsini kesemezse; yakınıma düşecek bir gülleden kaçacaktım. Muhtemelen sonra da gemiye tırmanan dallamalar için bir çözüm bulmak zorundaydım.

Bu durum beni zorluyordu. Yalnızca zincirler ve gülleler olsa neyse ama gelen korsan abiler bizim tayfayı haşat edecek gibiydi. Tayfanın direncini arttırmak zorundaydım. Bir şeyler yapmalıydım. Bir şeyler… Liderleri ben değildim. Ben sıradan bir yolcuydum ve bir şey bulmalıydım. Bu esnada bakışlarımı Ryoken’e kaydırdım. Hayır… Emri şimdilik vermeyecektim. Vakti geldiğinde Ryoken zaten anlayacaktı. Gülleler çarptığı zaman ve zaman birkaç saniye ilerledikten sonra Yosuke-kun’u işinden etmek istemiyordum. Zincirlerle ilgilenmeye devam etmesi gerekiyordu. Ben ise iskeleye doğru atabildiğim kadar düzgün adımlarla ilerleyecek. Yine zincirlerin altından veya üstünden geçecektim. Ancak bildiğim bir şey vardı. Adamların dayanması gerekiyordu. Bir şekilde bu 8-10 kişiyi püskürtmek gerekiyordu. Yakın dövüşe girerlerse olacaklar belliydi. Bu adamlar hamaldı ve kollarını kaldırmaları 1 sene falan sürerdi her halde. Yanlarına sesimi duyabilecekleri kadar yaklaştıktan sonra: “3 adım geri beyler! Elinizde ne varsa fırlatın! Uzaktan saldırın! Bu gemiyi koruyacaksınız! Kaptanınız için! Onurunuz için dövüşün!” Fazla geriye çekilemezlerdi. Her tarafta zincirler vardı ve hareketlerini kısıtlıyordu. Fakat zaten amacım sadece birkaç saniye kazanmaya çalışmaktı. Zaman kazanmaya çalışmak… Hep yapılan stratejik bir hamleydi aslında. Yosuke ve Kanji’ye durumu iyileştirebilmeleri için zaman kazandıracaktım. Fakat böyle gitmeyecekti. Ne olacağını biliyordum. Birkaç saniye için bir sessizlik olacak, sonra yine karşımıza bir şey çıkacaktı. Bu gemiyi cesetlerle doldurmak istemiyordum. Ve bu geminin parçalanmasını da istemiyordum. Planımı aklımda bu şekilde kurdum ama sonun nereye çıkacağını da kestirebiliyordum. Ryoken ile göz kontağına geçecek, arkamı kollamasını işaret edecektim. Yosuke gülleleri parçaladıktan sonra zincirlerle olan münasebetine devam etmeliydi. Kanji de aynı şekilde. Tayfanın ise daha güvenli dövüşmesini sağlamalıydım. Fakat ölmeleri işime de gelmezdi. Elimi cübbeme atacaktım, havayı koklayacaktım. Güllelerin tehlikesi geçtikten sonra ve Yosuke işine devam etmeye başladıktan sonra bir saldırı planı belirleyecektim. Beklemeyecekleri bir şey olmalıydı. O yüzden karşıdaki adamların, özellikle o iri kıyım ibnenin nasıl bir hamle yapacağını gözlemleyecektim.