Konuşmaya başlamanla birlikte, Hajime tüm dikkatini sana veriyor. Gözlerinden gözlerini bir an olsun ayırmadan ve söyleyeceğin her söze gereken önemi vererek seni dinlemeye koyuluyor. Ne konuşmanı bölmeye yelteniyor ne de sanki nefes dahi alsa konuşmanı bölebilecekmiş gibi bir düşünceyle hareket etmekten bile imtina ediyor. Göz kapakları bile, bir insanın en büyük acizliklerinden biri olarak istemsizce kapanıyor, ancak sanki Hajime bunu dahi engellemeye çalışıyor. Tüm konuşmanı dinledikten sonra derin bir nefes alıyor, yüzünde beliren boşluk büyüyor ve nefesini yavaşça verirken “Çok karışık.” diyebiliyor sadece. Bu sözün anlattıklarına mı yoksa tüm bu yaşananlara dair olup olmadığı konusunda pek de emin olamıyorsun. Hajime’ye baktığında, bunun bir açıklamasını yapacak gibi de durmuyor. Yüzünde geçmişin izleri belirirken, gözlerinde de anılarının canlandığını görebiliyorsun. Bu haliyle de sorduğun soruya bir cevap alabileceğini anlıyorsun.
Hajime kısa bir sessizlik ve düşünce faslının ardından “Kendime dair hatırladığım ilk şey, köhne bir barakadan hallice olan, damı akan ve etrafı çerçöple dolu bir yıkıntıda, elimdeki kuru ekmeği yiyişim. Kendime dost edindiğim birkaç cılız köpek dışında, pek de bir şeyim yoktu doğrusu. Neredeydim, hangi topraklardaydım, bunu bile bilmiyordum. Etrafta birkaç yerleşke vardı ve genellikle buralardan kovulan insan oluyordum. Bir yerden kovulup başka yerlere savrulup duruyordum. En sonunda, yaşlı bir teyze tarafından bulunup acınmıştım. Bana sadece kendisini takip etmemi söyledi, ben de ettim. Birkaç köy geçtik, karnım ilk kez doydu, üstüme ilk kez yeni kıyafetler giydim ve ilk kez hiç üşümedim. Ancak bu teyze bana hiçbir söz söylemedi. Soru sorsam, gözlerini çevirdi. Bir şey anlatsam, dinlemedi. Sonunda, bir başka adama bırakılmak üzere bu teyzeyle yollarımız ayrıldı. Beni neden bıraktı, niye terk etti hiç bilemedim.” diyor. Yere diktiği özlem dolu bakışlarını kaldırıp gözlerinin içine baktığında “İhtiyar çok farklıydı teyzeden. Sürekli konuşuyordu, huysuz huysuz. Eğlenceli bir adamdı aslında. Onunla vakit geçirmek güzeldi. Teyzeyle olduğum gibi karnım doymuyor, yeni kıyafetlerim olmuyordu. Ne var ki ihtiyar da benimle aynı durumdaydı. Bu yüzden ses çıkarmıyordum, çıkaramazdım. Fakat bu ihtiyarın teyzeden en büyük farkı, eli kanlı olmasıydı. Gittiği her yerde, eline bulaşmış kanla anılıyordu. Ben büyüdükçe, ondan savaşmak adına bir şeyler öğrenmeye başladım. Öğrendikçe güçleniyordum, güçlendikçe de artık sorular sormaya, sorgulamaya başlıyordum. Gün geçtikçe de, bu ihtiyardan çok farklı olduğumu anlıyordum. Onun kanlı yazgısı, benim gerçeğim olamazdı. Ben, insanların huzurlu olduğu bir yerde yaşamak istiyordum. Benim gibi yaşamların olmadığı ve benim gibi yetişmeyecek insanların olduğu…” diyor.
Hajime geçmişine dair anılarını yorgun bir tebessümle anlatmaya devam ederken kısa bir sessizlik oluyor. Birkaç nefes alışveriş ve birkaç anının hızlıca atlanmasının ardından “Sonunda Kagi Hanım, ihtiyarla bunu konuşmaya karar verdim. Beni terk etmesini göze alarak, tekrar yalnızlığı kabullenerek. Düşüncelerimi ihtiyara anlattım ve ona içimi döktüm. Normalde, ihtiyarın kızıp beni pataklamasını bekliyordum. Ancak ihtiyar yüzündeki gülümsemesini hiç bozmadan, sadece “Sen olmuşsun.” dedi. Ne demek istediğini anlamadım elbette. Ne olmuştum ki? İhtiyar, kendisiyle geçirdiğimiz zamanların sonlandığını söyledi ve beni, benim gibi insanların var olduğu bir yere götüreceğini söyledi. Birkaç günlük yolculuğun ardından, ufak bir kasabada buldum kendimi. Yüz kişiye bile varmayan hanesinde kasaba, tüm yaşanan savaşlara rağmen huzur dolu duruyordu. İnsanlar mutlu görünüyorlardı. Onlarla konuşmaya başladığımda, her birinin farklı topraklardan gelen insanlar olduğunu öğrendim. Her biri de, bu savaşlardan yorgun ve savaşların anlamsızlığından dem vurur haldeydi. İhtiyar beni bu kasabada bıraktı ve gitti. Bense, bu kasabanın bir bireyi olarak çalışmaya, toprağı işlemeye ve insanlara yardım etmeye başladım. Barış ve huzur üzerine nice konuşmalar yaptık ve her bir konuşmamız bana ayrı zevk veriyordu. Bu konuşmalarımız da giderek daha çok insanı etrafımızda topluyordu. Benim gibi olan ve düşünen nispeten genç kişiler, kasaba eşrafı tarafından da dinlenmeye ve sevilmeye başladı. Bu namımız kasabanın saygı duyduğu ve neredeyse lideri olarak gördükleri bir başka ihtiyarın kulağına kadar gitmişti. Sonunda bizi topladı ve onunla da benzer konuşmalar yaptık. Ateş Tapınağı’ndan da ilk kez bu konuşmalarda haberdar olmuştum. Aslında Ateş Tapınağı’ndaki öğretilerin zihnimdekilere çok benzediği fark etmiştim. Bu yüzden, ister istemez Ateş Tapınağı’nda olmak istiyordum. Fakat o dönemde tapınak çoktan yıkılmış haldeydi.” diyor. Anlatımlarına kısa bir ara veren Hajime bir nefeslendikten ve dudaklarının kuruluğu aldıktan sonra gözlerini bir kez daha sana çeviriyor.
Hajime tekrar sana yönlendirdiği bakışlarıyla geçmişine geri dönerken “Ancak bir gün, Ateş Tapınağı’nın yeniden inşa edilmiş olduğunu öğrendim. Niyetimin buraya gitmek olduğunu, orada kendimi daha da geliştirebileceğimi anlattım. Kasabada bana ihtiyaçları olduğunu, kasabayı terk etmem halinde diğer insanların da kasaban uzaklaşabileceklerini ve bu huzurlu ortamın dağılabileceğini anlatmaya çalışsalar da, çoktan gitmeyi kafama koymuştum. Bu yüzden herkesin uyuduğu bir gece yollara düştüm ve sonunda Ateş Tapınağı’na vardım. Senin ilk geldiğinde yaşadıklarına benzer olayların sonunda Bansai-sama’nın huzuruna kabul edildim. Ona tüm bu yaşadıklarımdan ve düşüncelerimden bahsettim. Bansai-sama ise sadece “Hangimiz olabilmişiz ki sen olasın evlat.” dedi ve bana Tapınak’ta yaşama imkanı verdi. Sonrasını aşağı yukarı tahmin edebiliyorsundur.” diyor.
Hajime anlattıklarını burada sonlandırırken geçmişe dönmüş bakışlarını tazeliyor ve gözlerine yaşadığınız ana dair can gelirken “Merakımı mazur gör, ancak az önce söylediğin ve benim ikna olacağımı düşündüğün şu çözüm nedir?” diye soruyor.