"Evet, doğrudur. Dünya bir varlık deryasıdır. Zira Chouwano Kagi'ye, yani bana, bu dünyayı algılaması için türlü aygıtlar bahşedilmiştir. Bu bahşedilen aygıtlar tarafından saptanan her şey mutlaktır ki gerçek olmalıdır. İşte sorun da burada başlamaktadır. Gerçek olan nedir?"
Yere dokundu ve topladığı toz parçalarını eli içinde gezdirip döktü.
"İşte dokundum, işte kokladım. Bu tozu gerçek mi kıldı?" Başını olumsuz anlamda salladı. "Eğer dediğiniz gibi bu dünyayı 'var' kılmak için tek gerekli olan şey varlığından emin olduğum özümün var olmasıysa öyleyse havaya, suya, hayvanlara, insanlara ve sizlere niye ihtiyacım olsun Daija-san?"
Dedikten sonra yüzünde yorgun bir gülümseme oluştu. Tavana doğru hafifçe baktı ve baş parmağıyla birleştirdiği yüzük parmağıyla zemine birkaç kez ritmik olarak vurdu. Aklında kelimelerini toparlıyor gibi görünüyordu:
"Doğa daima bize hükmetmek ister. Bilemeyiz bilinçli midir yoksa bilinçsiz mi lakin nihayetinde sınar nice afetler ile bizleri. Birkaç asırdır -Dünya için göz kapatıp açma süresi olsa gerek- bir kaybolmuşun hediyesi ve bir hainin icadı ile doğayı doğaya karşı kullanır olduk. Söyleyiniz, Hashirama Senju değil miydi şu toprağa hükmetmekle kalmayıp içinden can hasıl eden? Nerededir o haşmetlinin cesedi? Nedir ahvali? Bir çocuğun çamurdan yaptığı evden farklı bir iş yapmadık, yapmıyoruz Daija-san. Ev oldu diye ne çamur amil oldu ne de çocuk çamurdan ev yaptı diye amir. Hayır Daija-san. Benim bu vücut bulmuş doğaya söz söylemeyişim bana edilen tembih veya emirden ileri gelmez. Yalnızca böyle bir isteğimin, doğaya karşı bir hükmetme arzumun olmayışından öte gelir. Söyleyiniz: Hiç iki eşit birbirine hükmedebilir mi?
Yüzünde birazcık daha ciddi bir tavır vardı. Sorularında gerçekten de samimi idi.
'İnsan! İnsan!' diyorsunuz. Nedir İnsan? Bilmiyorum. Farklı mıyız gerçekten bir balık veya kuştan? Ne ben küfürüm dünyaya, ne dünya kutsal bana. Eğer varsam dostlar ile varım. Eğer adımı zikreden bir kişi olmayacaksa nasıl var olacağım? Eğer ulaşırsam o ulviyete: uzlete. Söyleyin Daija-san n'olur bana? Var olmuş mu olacağım yoksa hiç var olmamış mı? Hangisi daha kötüdür? Bir diğeri bir ötekinden gerçekten de kötü müdür?
Nedir insan? Cana gelmiş olmak mı? 'Can! Can!' diyorsunuz nedir can? Ne canlı kılar beni de farklı eder bir kaşık veya taştan? Kesiniz bileğimi aktınız taşlara. Kagi, Kagi'liğini kaybeder mi? Bir gün vardım, bir gün yok olacağım. Bugün 'et ve kemiğimleyim', yarın toprak ve taş olacağım. Söyleyin Daija-san yoksa 'Can' dediğiniz ebedi olamayana mı denir? Hangisi daha kötüdür? Ebedi olmak mı fâni olmak mı?
İnsan isek bu yüzden insanız. Hepimiz kendimizle kaimiz. Bir ötekinin varlığından asla emin değiliz. Sizin karşınızda bu kelamları söyleyen ben, gerçekten de bir insan mıyım? Gerçekten de sizleri gözlerimle görüyor muyum? Gerçekten de bu kelimeleri aslında ben mi söylüyorum? Bunu bilemezsiniz, bilemeyeceksiniz. Bu yüzden bencil olmak en ulvi ve en akıllı insanın erdemidir. Bu erdemi kimi kamçılar kimi kucaklar. Yayılmalıdır bu yüce insan. Her şeye sahip olmalı ve her şeyi bilmelidir. Büyük bir açlıkla yapmalıdır bunu. Zira kendinden ötesi olmadığını bildiğinden yapar bunu. Bir koca ağaç gibi Daija-san. Ne kadar yükseğe gitmek istiyorsa o kadar dibe batmalıdır. O kadar karanlıkla haşır neşir etmeli, o kadar sömürmelidir. En nihayetinde ulaşırsa zirveye, yalnız olacağını bilmelidir. Bu erdemdir. Ne mutlu kucaklayanlara.
Ben bu erdemimi öylesine hor gördüm ki hiç oldu. Toprağın altında bir şey bırakmadım ki göğe yükseleyim. Havadan fazlası değilim artık. Çoğunuz özgürlük der buna, ben ise yalnızca 'ufak bir esinti olmak' diyorum. Ben yalnızca ağaçların arasından geçip, gidiyorum. Ben yalnızca bu rüzgar-ı bi mededin bitmesini bekliyorum.
Her birinizin kendince doğru bildiği değerleri var. Bu değerler kiminizi sabırla beklettirerek doğru anı gözlettiriyor; kiminizin ise sabır taşı dayanamıyor ve yüzyıllardır dikip koruduğumuz ahlak ahitlerini çiğnemeye itiyor. Eğer benim masum olduğumu bildikleri halde canıma kıymak istiyorlarsa bu onların doğrusudur.
Doğru denilen şey tek değildir. "Sen" ve "Ben" olduğu sürece doğrular, yanlışlar ve gerçekler asla ama asla «Tek» olmayacaktır. Benzer olabilirler, olabiliriz Daija-san. Ama asla «Tek» olmayız. İşte bu benim gördüğüm hilkattir.
Beni öldürmek isteyebilirler, sizi öldürmek isteyebilirler. Sizler de bir başkasını öldürmek isteyebilirsiniz zira bunu doğru bildiğiniz için yaparsınız. Birbirinize karşı galip gelecek olan ise hanginizin «Tek» olana yakınlığı değildir. Bileğinizin gücüdür. Bu insanın yaratılışıdır. Hafifçe duraksayarak devam etti. "Hayır, bu dünyanın, hatta evrenin yaratılışıdır."
Yüzünde bir rahatlama ve şefkatli bir gülümseme vardı.
"Öyleyse vakit gelene kadar gelip gitmeye devam etmeliyim. Ölümün 'dehşeti' beni bazı şeyleri ötelemeye, öncelemeye itebilir. Bazı şeylerden alıkoyabilir fakat asla bana hükmedemez. Birisi beni öldürmeye çalışıyor diye haksız, beni korumaya çalışıyor diye haklı ilan edemem zira herkes kendi bulduğu "doğrunun" peşindedir. Benim gayem hepinizin doğrusunu öğrenebilmektir, bulduğum "doğrular" arasında hangisinin «Tek» olana daha yakın olduğuna karar verip onu savunmak değildir."
Gülümsemesi biraz daha neşeli bir hale geldi:
"Tabii ki bu demek değil ki bulduğum "doğrular" arasında elimdeki «Doğru» olandan daha makûlunu bulamayacağım inancındayım. Eğer bu inançta olsaydım çoktan..." Yüzündeki gülümseme birazcık söndü, yılgın bir ebseme dönüştü elini yumruk yapıp başparmağını boğazına dayadı ve yavaşça boğazının solundan sağına doğru çekti. Basitçe boğazını kesme işareti yapıyordu. Gülümsemesi yeniden canlandı derin bir nefes aldı ve "Huu." diyerek verdi. "Amma da çok konuştum"