Sözler ve bakışlar donuklaşmış, gerçek aşk ölmüş ve duygu sadece zihnen kavranabilen bir his haline gelmişti. Bundan bir sene önceki Sai olsaydı, hatta bir önceki günkü Sai olsaydı... Farklı bir tepki verirdi. Belki üzülürdü, evet biz kaçaklar da üzülebilir veya duygusal davranabiliriz, belki de sinirlenirdi. Bugünkü bendeni Sai ise, hiçbir şey hissetmemişti. Bir boşluk. Zamanın mı, yoksa mekanın mı beni daha çok duyarsızlaştırdığını ölçmeye çalıştıysam da... Nafile! Buradaki bir avuç insan için de durum bu olmalıydı. Zaman ve mekandan bağımsız olarak, doğdukları gün ölmüşlerdi. Yaşıyorlar, kirli kan damarlarına yayılıyor; bir lokma değersiz ekmek karınlarını doyuruyordu elbet. Ama hepsi bu. Ben daha fazlası olmak için çıktığım bu yolda, bu insanları asla anlayamayacağımı yeni yeni fark ediyordum. Empati güçlü olduğum bir yön değildi, yeteneklerimin aksine. Empati kurmaktan anlık olarak vazgeçtim. Rol yapmanın, farklı suretlere bürünmenin; en azından bu insanlar için bir önemi olmayacaktı. Sebep ve sonuç, aşkım.
Aki-san. İçlerinde en cesurları bu adam olmalıydı diye düşündüm kısa bir süre için. Yaptığı hareket, beni 'neredeyse' eğlendirmişti. En azından birileri sesimi duyuyor, işitiyordu. Algılıyorlardı. Ben buradaydım, bir başka varoluşsal krize girmeden önce tepki göstermiş olması sevindiriciydi. Sadece... Keşke küreği yere o kadar sert saplamasaydı diye iç geçirdim. O andan itibaren, o kısacık öfke gösterisi bile, baskın olan sol elimin kasılmasına neden olmuştu. Herhangi bir ilüzyona gerek yoktu. Hatta bir katanaya bile... Buradaki tüm köylüleri biçmek için, herhangi bir ekstra beceriye ihtiyacım yoktu. Bunu öfkelendiğim, karşımdaki insanlardan irrite olduğum için yapmazdım da. Sadece tüm bu insanlar zaman kaybıydı, yolum ile önümde duruyorlar ve kendimi koruma içgüdümü tetikliyorlardı. Ve hepsi de buydu. Ve hepsinin de bu olması, ufak çapta bir soykırım için haklı bir sebep doğurabilirdi. En azından, shinobi dünyasında. Değil mi?
Herhangi bir şey yapmadım, ne Aki-san'a; ne de diğerlerine. Benimle ilk konuşan adamın ortalığı sakinleştirmesine izin verdim. İnsanlar işlerine yavaş yavaş dönerlerken, bir kademe daha ön plana çıkan bu adama odaklandım. En azından görüş açımdaki bir avuç insan arasından, en alfa olan oydu. Bir tık daha zeki bile diyebilirdim. En azından tanımadığı birisinin üstüne yürüme cüreti göstermemiş, sakince beni red etmişti. Ne vardı ki, ben red edilmekten hoşlanan ve bunu kabullenebilen bir insan değildim. Bir plan vardı ve o uygulanmalıydı diye düşündüm.
"Dışarıdaki ekinleriniz yakılıp yıkılmış, soyulmuş! Kaç haftada bir geliyorlar? Eğer bir anlaşmanız varsa bile, işyi bir anlaşma değil. Yada şöyle ifade edeyim... Ne kadar yemeğiniz kalmış olabilir ki?" Tehditkâr değildim. Ama bu sefer daha baskın olmaya çalışıyordum. Hiçbir şeyden haberi olmayan adam rolü, belli ki işe yaramıyordu. Daha direk bir yaklaşım izlemeye karar verdim. Sadece ama sadece, benimle ilk konuşan adama odaklandım ve çevredeki herkesin sadece onu kâle aldığımı bilmesini istedim. Kötü bir yaklaşımda bulunmadığım için, aktif olan Genjutsu'mun, sözlerimi daha zihinlere delip geçen bir etki katacağını hesaba katıyordum. Bir süre, sırf daha dramatik olsun diye, sessiz kaldıktan sonra sözlerime devam ettim.
"Tüm bunları, çocukların ve kadınların önünde konuşmak istemem. Belki bir yerde oturup konuşursak, size yardımcı olabilirim." Daha fazla dikkate alınmak için, sözlü olarak yapabileceğim daha fazla bir şey kalmadığını hissediyordum. Bir sonraki hamlem, Aki'nin boğazını kesip işin ciddiyetini onlara demonstre etmemden geçiyordu. Bunu yapmamayı dileyerek, yüzüme bir tebessüm yerleştirdim. Hayat böyle bir şeydi elbet. Hiçbirine yardım etmek istemiyordum. Ama bir şekilde Riaru'ya ulaşacaksam, gerçekten de yardım edebilirdim. Ama tam tersi, soygunculara yardım da edebilirdim. Her şey önümüzdeki birkaç dakika ile birkaç saat arasında şekillenecekti. Ben ise her zaman yaptığımı yapıp, sakinliği bozmadım ve çevrenin ruh halini; kendi kişiliğim belledim.
Seçimlerimiz.