[Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Gizli Kütüphane'nin tozlu raflarındaki unutulmuş hikayeler.
User avatar
Eikyuu Saikai
Posts:23
Joined:September 11th, 2018, 4:00 pm
[Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by Eikyuu Saikai » October 7th, 2018, 3:56 pm

Image



Dünya, kendi çevresi etrafındaki bir başka rotasyonunu daha tamamlarken, rahatsız rahatsız kafama tünemiş hasır şapkanın pozisyonunu değiştirdim. Tanyeri'nin ağarmasıyla birlikte, gittikçe artan sıcaklığa ve kör edici aydınlıktan korunmanın tek yolu olan hasır şapkanın; hala bir işe yaradığına inanmak istedim. Bir rahibenin bakireliği kadar güçlü bu inanç, yer yer çamura dönüşmeye yüz tutmuş yolun halini gördükçe, yozlaşmaya başlamıştı. Elbette yaptığım planı ve yürüdüğüm bu yolu (her iki mânâsıyla da) sorgulamıyordum. Ama keşke, bir plan dahilinde hareket ettiğimi kendimi ikan edebilseydim. Yoktu ve bu durum, gündüzlerin ve gecelerin fark etmeksizin bir görünüp bir kaybolan yağmurun altında ezilmeye başlamıştı. Yine de 'yol' boyunca ilerleyişime devam ettim, gıkımı dahi çıkarmadan. Sonuçta, yaşadığım fiziksel şiddet; kendime uyguladığım zihinsel olanın yanında, basit bir seks fantezisinden öteye gidememeyeceği açıktı.

Mızmızlanmanın sırası değil, Sai.

Ishigakure'den ayrıldığımdan beridir, Dünyanın kaç kere kendi rotasını tamamladığını unutmuştum. O kadar uzun zamandır, herhangi bir yerleşim yerinde iki günden fazla durmadan hareket halindeydim. Eğer yirmi yıllık köy hiyerarşisinden az buçuk bir şeyler kaptı isem, ki eminim, başıma herhangi bir ödül konmamıştı. Ne var ki, artık geri dönmekten çok uzaktım. İki aşık kadar... Yalan söylemeye gerek yok, yürüdüğüm yol uzun ve çetrefilliydi. Ve başlangıcından beridir, kendi güvenliğim en önemsiz problemimdi. Barınma, yemek ve en önemlisi, para! Eikyuu olarak böyle şeylerin bir problem olabileceğini ilk defa deneyimliyor, ama adapte olmanın bir yolunu buluyordum. Evet, dediğim gibi, artık geri dönemezdim. Hayatta kalabilmek için, yetenek skalama uygun bir biçimde, önüme gelen 'işleri' red etmiyordum. Şuana kadar illegal yaptığım herhangi bir şey ortaya çıkmasa da, bu çıkmayacağı anlamına gelmiyordu. Ve... Bir seri katilin, yakalayıcısına duyduğu saplantıya benzerdi ruh halim. Ortaya çıkmasını istiyordum! Derinlerde, bir yerlerde...

İsimlendiremediğim ve daha önce görmediğim yeteneklere sahip bir adamı avlamak için çıktığım yolculuğun rotası değişmiş, ama o düşünce yapısı bâki kalmıştı. Ishigakure yetersizdi. Kusagakure, Kaya Ülkesi, Çimen Ülkesi... Bildiğim, gördüğüm ve deneyimlediğim her şey bu kapıya çıkıyordu. Pekala koca bir hayatı Ishigakure'ye adayabilirdim. Kendi köyümün efsanesi hatta belki de patronu olurdum? Hayır. Beni cezbeden, öldüğümde kimsenin 'Sai' ismini hatırlayamaması olamazdı. Keşfedilmemiş olanı keşfetmeli, öğrenilmemiş olanı söküp almalıydım. Chuunin sınavında her büyük köyün shinobileri gibi, efsaneler gibi... Çünkü, asıl amaç da bundan ötesi değil miydi? Güçlenmek değil, o basit bir araç. Daha yüce bir şeye hizmet etmek! Sana bu uğurda hizmet edecek zihinler çelmek! Yolumu biliyordum, iyi dizayn edilmiş bir planın, ufak bir dişlisi. Ama yolun sonunun neye ve nereye hizmet ettiğini, ne olacağını öngöremiyordum. Bu bana hesaplanamaz bir kaygıya yol açıyordu, sonrasında kontrolü tekrar elime alıyordum. Kontrol edilemez olanı kontrol etmek, henüz, bir kabiliyet olamamıştı benim nezdimde.

Son kasabayı ve canlıyı gördüğümden bu yana, pek çok gece ve gündüze şahit olmuştum. Eğer hesaplamalarımda yanılmıyorsam, Kaya Ülkesi'ni çoktan terk etmiş; Çimen Ülkesi'ne ise göz kırptığım bir noktada olmalıydım. Geçerken uğradığım kasabalarda, sadece ama sadece, kimsenin ciddiye almadığı insanlarla hoşbeş ediyor oluşum sorgulanabilir bir problemdi. Dilenciler, sakatlar, fahişeler ve piçler... Onlara, yakınlarda duydukları en garip şeyleri anlatmalarını istiyordum. Garipseniyordu elbet, ama sonra, aylardan sonra sadece "konuşmak" için konuşacakları birisi olduğumu fark ettiklerinde; çaresizce boyun eğiyorlardı. Yanlış anlamayın, bundan 'mutlu' dahi oluyorlardı. Kendilerini acımayan, zevk için kendilerini dövmeye, öldürmeye veya tecavüz etmeye çalışmayan, yarın görmeyecekleri bir insan fikri hoşlarına gidiyor olmalıydı. Doğru yada yanlış, insanlar Yağmur Ülkesi'nin üstünde ki fırtınanın gücü altında ezilmiş topraklarındaki harabeler hakkında onlarca garip şey söylemişlerdi.

Yağmurun bile bir farklı yağdığı diyardaki insanların aklını bulanmış olduğu ve aşılması benim için bile zor olan bu araziye yönelmemin saçma olduğunu bilmeme rağmen... Egzotik iklim beni de celp etmişti. Diğer kararlarım gibi, bu karadan da pekala mutluydum. Hem zaten... Öteki seçenek neydi ki sanki?

Bir an için kafamı kaldırıp, güneşin ne zaman yerini ezici bir yağmura bırakacağını merak etmeye başladım. O noktada talihime ufak bir küfür sallamanın da yararı olmayacağı açıktı. Ama zaten... İlerlediğim Yağmur Ülkesine'de tam olarak bu sebepten dolayı gidiyordum. Ülkenin ve ülkenin shinobi köyünün, hiyerarşik - siyasi düzeni; sahibi olduğu kazanımlar ve stratejik önemi umurumda değildi. Ayağımın altında ezilen ıslanmış toprak kadar değeri olmayan Ishigakure ile aynı aileden(?) kabul edebilirdik Amegakure'yi... Fakat daha önce kimsenin görmediği veya duymadığı bir şeye şahit olmak istiyorsam, insanların daha önce 'yapmadığı' bir şeyleri; hatta yapamayacaklarından emin oldukları bir şeyi gerçekleştirmeye çok ihtiyacım vardı. Yani, sanırım. En kötü ihtimalle, boşalmaya yüz tutmuş para keseme girecek bir tutam ryo'ya da asla hayır diyemeyecek bir konumda değildim. Ki hayat boyunca paranın bir "geçim" kaynağı olduğunu yeni yeni idrak ettiğim bir dönem için, ilginç bir şekilde bu durumu olgun karşılayabiliyordum. Olgun bir istek için gitmiyordum yağmurun ülkesine, o da ironiye giriş dersidir sanırım. Tüm söyledikleri gariplikler ise, tek bir ismin altında toplanıyordu: Sagi Riaru. Bu ismi bingo kitabında gördüğümü hayal meyal anımsıyordum. Üst seviyeli bir kaçak ve Amegakure isyanının baş aktörlerinden birisiydi. Yanlış anlamayın, kendisine ve davasına en ufak saygı beslemiyordum. Fakat Riaru üst seviye bir shinobi olması, bir devrime öncülük edecek liderliği takdire şayan bir başarıydı. Riaru'yu bulup bulmamakta emin değildim, ama tarihin onun çevresinde şekilleneceğini düşünmeden de edemiyordum. Bir yerlerde tarihe yön veren adamı izlemek, bir gün tarihi yönlendirmede iyi bir nokta olduğun karar vermem çok uzun sürmemişti.

Yağmuru kovalayan bir gezgin olarak, Riaru'nun son görüldüğü (yada bana öyle söylenen) Yağmur Ülkesi'nin kuzey ucune olan ilerleyişimi ancak ve ancak bir yerleşim yeri; yaşayan bir ruh yada durmaya değer bir olay olduğu takdirde sonlandıracaktım. Günü yararıma kullanıp, geceye kalmadan önce bir yerlerde sığınmam gerektiğini düşünüyordum. Yağmur altındaki teneke adam olma fikri kulağa eğlenceli gelse de, realitem beni bu fanteziyi yapmaktan alı koyuyordum. Alenen kendi köyü tarafından aranan bir suçlu olarak, fiziksel ve zihinsel olarak en iyi olduğum şekli korumalıydım; eğer böyle bir şekil(?) varsa. Şımarıklık yapacak yeterliliği elde ettiğim zaman, düşünülebilirdi elbet. Yada, yeterince şımarıklık için gereken bir yeterlilik var mı?

Köyden ayrıldığımdan beri kendi başıma edindiğim yetenekleri demonstre edebilmek için duyduğum tutkunun farkına vararak eğlendim kısa bir an için. İleride ne olacağını kim bilebilir?
Image
Künye
► Show Spoiler

Profil
► Show Spoiler

Teknikler
► Show Spoiler

Ekipmanlar/Eşyalar
► Show Spoiler
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by GM - Naruto » October 11th, 2018, 2:36 pm

Siyah bulutlar göğün tek hakimi… Vaktin Güneş’in ışıması için yeteri kadar elverişli olduğunu bilsen de, Yağmur Ülkesi’ne adını veren doğa olayı her an kendisini göstermeye niyetli duruyor. Yürüdüğün yoldaki ıslaklık ve hatta yer yer ayak bileğini bile esir almak istercesine battığı çamur, aslında yağmurun yürüdüğün topraklara kısa bir süre önce uğradığını işaret ediyor. Fakat bu ülkeye girdiğin zamandan beri yağmurun yağması ve yağmaması o kadar önemli bir durum olmuyor senin için. Nitekim genel durum hep aynı, hep bir ıslaklık, hep bir kasvet…

Başını siyah bulutlardan başka bir şey görmek umuduyla sağa ve sola çevirdiğinde, artık ne Kaya Ülkesi ne de Çimen Ülkesi’ne dair bir şey görebiliyorsun. Göğü ele geçirmiş kara bulutlar tüm görüşünü önlerken, sadece yürüdüğün yola ve onun uzandığı karanlık bulutlara şahitlik edebiliyor gözlerin. Bu şekilde yaptığın ilerleme bir hayli sürüyor. Günün tam olarak doğmamasına rağmen adına yine de sabah denilen zaman diliminden beri yaptığın ilerleme sana en son konakladığın, üstü kapalı harabeyi unutturmaya yetiyor. Şu an için de durmanı gerektirecek bir yerleşim yeri, yaşayan bir ruh ya da durmaya değer bir olay henüz bulunmuyor. Bu yüzden karanlığa doğru ilerlemeye devam ediyorsun.

Bir yarım saat daha yürüyorsun belki karanlık bulutlara doğru. Artık olması gerektiği gök kubbeyi terk edip yeryüzüne inen kara bulutlar, ufaktan bırakmaya başlıyor yükünü. Fakat kısa bir süre sonra o bilindik Yağmur Ülkesi yağışlarından birine maruz kalıyorsun. Sadece birkaç saniye içinde, neredeyse ıslanmamış tek bir hücren bile kalmıyor. Kendine sığınacak bir yer aramaya başlıyorsun, zira yağmur artık görüşü de tamamen yok ediyor. Gözüne çarpan tek yer, birkaç metre ileride seni selamlayan, ancak şu an için 3 adet ıslak ve tüylü köpeğe ev sahipliği yapan bir harabe oluyor. Üstü birilerini tam anlamıyla yağmurdan koruyacak olmaktan uzak olsa da, nispeten daha az ıslanmanı sağlayacak bir yer. Ne var ki burası, şu an için cılız vızıklamaların sahibi üç normal boyutlardaki köpeğe ait duruyor. Yağmurun ne kadar sürebileceğini kestirmen güç, zira Yağmur Ülkesi’nde bir yağmurun günlerce yağdığına da birkaç dakika sonunda sonlandığına da şahit oldun.
Off Topic
Konuya bakan GM'in bendeniz Fortius'tur. İstek, öneri ve şikayetleriniz için pek bir şey yapmayın. Konuyla ilgili soruları nereden gönderebileceğini ve başka bir admini rahatsız etmemen gerektiğini biliyorsun. Bir dörtlükle bitireyim o zaman...

Kaçak hayatı yaşamak zorumuş dediler
Sen seversin ama kızı Jounin'e verirler
Aman dikkat kuytu köşede şişleyiverirler
Bunların hepsi ayetlerde var!


Pasiflik süresi 24 saat demiş miydim?
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Eikyuu Saikai
Posts:23
Joined:September 11th, 2018, 4:00 pm

Re: [Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by Eikyuu Saikai » October 11th, 2018, 3:05 pm

Daha başlangıcında olduğum yeni bir yolculuk önümde duruyordu. Ne kadar yürüdüğüm, ne kadar yol kat ettiğim veya edeceğim önemsizdi. Yağan yağmur, yere inmeden önce bedenimin içinden; ruhuma da dokunarak öyle dökülüyordu. Kasvet sadece hissedebildiğin bir his olmaktan çıkmış, soluyabildiğin ve hatta arkadaş olabileceğin bir olgu halini almıştı. Güneş hiç doğmamış ve doğmayacaktı. Bastığım zemin her daim, beni, kendi içine çekmek için kollayacak bir kötülük olacaktı. Beni yanlış anlamayın, bu durumu kabullenmek ile ilgili bir sorunum olmamıştı. Hatta, daha önce sadece masallarda anlatılan bu 'yeni' iklimi; eski bir dostumu kucaklıyomuşçasına kucaklamıştım. Yağmura özel bir romantizm beslemeyecek kadar çok ölüm ve kan görmüştüm, sebep o değil. Yada kasvetin havalı bir kişisel özellik olduğunu düşünmüyorum, kimse yalnızken havalı değildir nitekim. Sadece... Yeni bir şey görmekten dolayı mutluydum, derinlerde bir yerlerde... Paçalarıma kadar çamura battığımı fark etmeksizince, yeni bir deneyimi kabullenmek ile meşguldüm doğrusu.

'Yeni bir ülke ha, Sai?'

Kısa bir süre için, evimden daha önce hiç bu kadar uzaklaşmadığımı fark ettim. Evet, bir süredir kaçak olarak doğduğum topraklardan uzaktaydım. Bir suçluydum ve bu deneyimi de, en az iklim kadar kucaklıyordum. Fakat daha önce hiç, sağıma ve soluma baktığımda; bana bir şey ifade etmeyen, bir şey hatırlatmayan bir yere gelmemiştim. Haritada hiç bilmediğim bir noktada olduğumu ve olacağımı hiç düşünmezdim. Ki bu da ilginç bir şekilde, bana ev tanımımı sorgulatan bir düşünce yapısıydı. Ben zaten bu yolculuğa, evin bana yeterli gelmediği için çıkmamış mıydım? Yada... Ev'in ne ifade ettiğini bulmak için. Çünkü yetersiz olduğunu düşündüğüm topraklarda doğmuştum, kendi yaşadıkları hayatın (kendileri için) yetersiz olduğunu iddia eden insanlar tarafından büyütülmüştüm. Yolumun buraya çıkması için yeterine manipüle edilmiş olmalıyım, ne dersiniz? Düşüncelerimizin sadece bizlere ait olmadıklarını, üç kuruş ilüzyon yapabilen herkes size kolaylıkla söyleyebilirdi zaten. Benden duyduğunuz için üzülmeyin.

Şuana değin "yağmur" anlamını yeterince kavrayamamış olmalıyım ki, insanoğlunun doğa ile mücadelesinden ufak bir kesit yaşamaya başlamıştım. O noktada, gerçekten de, doğru yolda olduğumu fark etmiştim. Burası gerçekten de Yağmur Ülkesi'ydi. Fakat görüşün olmadığı, nefes almanın bile zorlaştığı ve bedenimin her saniye ayrı ayrı damlalar tarafından vurulduğu noktada; önceliklerim doğru yolda olduğuma içten içe kıvanç duymaktan çok, yağmur dinene kadar bir noktada saklanmam gerekmesine doğru evriliverdi. Bir noktada, bu ülkede yaşayan insanlar "hayatta kalıyor" olmalılardı. Yakın çevrede buna dair bir kanıt aradıysam da, gittikçe düşen görüş seviyesi de benim düşmanım olup çıkmıştı. Önceliklerimi düşürmeye karar verdim. Belki de Yağmur Ülkesi'ndeki insanlar hayatta kalmıyorlardır? Bir han veya ev aramak fazla lüks sayılırdı. Ülkenin kendisi gibi bir harabe de pekala işimi görürdü, ha?

O noktada, birkaç metre ötemdeki harabe ile aramda kısa bir selamlaşma yaşandı. İlk saniyelerde bakışlarım harabenin ne kadar yağmuru tutabildiğini ölçtüyse de, kısa sürede harabenin altında ki üç köpeğin ilgimi daha çok çektiğini fark ettim. Çoğu insanın hayvanların yanında inanılmaz doğal olmalarını, onları koşulsuz sevmelerini hep kıskanmıştım. Bunu neredeyse kimseye itiraf edemediysem de, ben gerçekten de evcil(?) hayvanların yanında ne yapmasını fazla bilemeyen bir insan olmuştum. İnsanlar mı? Onlar kolay, tahmin edilebilir canlılar. Tahmin edebildiğimi kontrol de edebilirdim, pekala. Ama hayvanlar? Hele hele, sadakatleri ile tanınan köpekler? Ama şartlar, şuan evimi köpeklerle paylaşmayı sorgulamak için fazla dar; bunaltıcı ve ıslaktı. Doğrudan doğruya, yağan yağmuru yararcasına, harabeye doğru adımladım.

Harabeye yaklaştığım ve köpeklerin görüş açısına girdiğim zaman, adımlarımı yavaşlatacak ve dikkatimi bir kademe daha içeriye doğru yöneltecektim. Bu yağmur ve hiçlikte, üç köpeğin pek "tekin" bir alamet olmadığını düşünsem; bana deli demezsiniz sanırım? Bu yüzden, dikkati elden bırakmayacak ve harabeyi - köpekleri yeterince 'güvenli' buluncaya kadar; incelemeyi ve güvenli pozisyonumu sürdürecektim. Belki bir tuzak yada kuduz köpekler? Bu düşüncenin ne kadar paranoyakça geldiğini anlayabilecek kadar mental yönden sağlıklıysam da, bir kaçağın hayatını da o kadar iyi anlayabilecek kadar sağlıklıydım sanırım. Köpeklerin bir yem olmasından tutun da, bir kelle avcısının tuzağı; şekil değiştirmiş kötücül ruhlar olmasına kadar, pek çok senaryo vardı. Tabii sadece kendi bölgelerini korumaya da çalışabilirlerdi, ama bunu yapmamalarını içtenlikle tercih ediyordum.

İşlerin iyi gittiği senaryoda, kendimi harabenin güvenli(?) çatısı altına atmayı ve bu sefer de harabeyi içerden incelemeyi planlıyordum. Vakit bulduğum ilk anda, kuru bir pozisyona geçecek ve burada neler olduğunu anlamaya çalışacaktım. Belki de köpeklerle konuşmaya çalışırdım? Sagi Riaru hakkında benden çok daha fazla şey bildiklerine emin gibiydim.
Image
Künye
► Show Spoiler

Profil
► Show Spoiler

Teknikler
► Show Spoiler

Ekipmanlar/Eşyalar
► Show Spoiler
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by GM - Naruto » October 13th, 2018, 1:24 pm

Harabenin içerisindeki köpeklerin vızıklamaları, senin görüş açılarına girmenle bir anda kesiliyor. Islak köpeklerin keskin bakışları ile karşılaştığın anda, adımlarını yavaşlatmaya ve olabildiğince dingin bir şekilde yanaşmaya devam ediyorsun harabeye doğru. Tam olarak nasıl bir karşılık alacağını bilemediğin köpeklere salgılamaya çalıştığın güven duygusu, hem onlarda hem de sende tedirginlik olarak beliriyor. Yağmur ve kir, köpeklerin doğal renklerini yok edip her birini koyu kahverengi bir renge soksa da, içlerinden birinin diğerlerine önderlik ettiği –aslında bu şartlar altında onları koruduğu- her halinden belli oluyor. Diğerlerinden bir adım öne çıkan köpek, hırlamaya başlamasa da bakışları ile üzerindeki tedirginliği arttırıyor. Bu noktada köpeklerle arandaki mesafe birkaç metreye düştüğünde, korumacı köpeğin burnunun hareket ettiğini, senin kokunu algılayıp seni dost, düşman veya zararsız bir mahluk sınıflarından birine sokmaya çalıştığını fark edebiliyorsun. Bu süreçte adımlarını tamamen keserek köpeğin kokunu almasına ve sana güvenmesine yardımcı olmak için sabit duruyorsun. Birkaç saniye sonunda ise köpek kendi dostlarının yanına kıvrılıyor. İnce vızıklamalar tekrar başlarken, zararsız mahluk sınıfının yeni bir üyesi oluyorsun.

Yıkık bir çatı altında, yeni komşularınla yağmurun sonlanmasını veya en azından azalmasını beklemeye başlıyorsun. Zaman mefhumun farklı işlediği bu topraklarda, bir kez daha bu garabete şahitlik ediyorsun. Ne kadar süre sonra olduğunu idrak edemesen de, yağmurun şiddetini azaltmasıyla görüş mesafesinin arttığını görüyorsun. Yine de tahmini olarak Yağmur Ülkesi’nin orta kesimlerinde olduğun için, etrafın kara bulutlarla çevrili duruyor. Köpekler son bir kez seninle göz göze gelip oldukları yeri terk ettiklerinde sende bir yerleşke umuduyla tekrar harekete geçiyorsun.

Sorunsuz geçen bir yarım saatlik yolun ardından, etrafında yaşayan varlıklara ait ilk izi buluyorsun. Bu iz, hemen sağ tarafına düşen, eskiden bir tarla olduğu belli olan, ancak şu anda yanmış mahsullerin ıslaklığı ile bir bataklığı andıran yer oluyor. Etrafa dağılmış çit benzeri tahta parçalarının da bu yanıklardan nasibini aldığı açıkça belli olurken, buranın bir tarla olduğunun işareti de bu çitler oluyor. Bu toprağı takip eden zeminlerde, benzer manzaralar seni karşılıyor. Ancak yakın çevrede herhangi bir yapı görmüş değilsin. Bu bölümlerde toprağın çok daha fazla ıslak olduğu da dikkatini çeken ayrı bir şey oluyor. Topraktaki izlerle birlikte tüm bu izlenimlerini birleştirdiğinde, burada çok da uzak olmayan bir geçmişte bir kargaşa, kavga yaşandığını anlayabiliyorsun. Hem de alelade köylülerin yaptığı şekilde olmayan bir kavga…

Adımların seni biraz daha ileri götürdüğünde, ufukta küçük bir yerleşke seni selamlıyor. Sağına ve soluna yerleşen tarla sayısı da giderek artış gösterirken, bu tarlaların bazılarında ekinler olduğunu ama bazılarının talan edilmiş olduğunu görebiliyorsun. Yerleşkeyi tam manasıyla görebileceğin bir uzaklığa geldiğinde, buranın bir hayli küçük bir yerleşke olduğunu fark ediyorsun. Etraftaki taş ve demir profil karışımı, sadece birkaç katlı olan yapıların sayısı 50-60’ı geçmiyor. Sağlı sollu çarpık bir şekilde dağılmış bu yapıların arasında belirgin bir yol bulunmuyor ve neredeyse hemen hemen tüm yapıların arkasında, önünde, yanında bir tarla bulunuyor. Bu noktada dikkatini çeken tek detay, bu tarlalara doğru suyun akışını sağlamak maksadıyla toprağın şekillendirildiği, yer yer setler konulduğu oluyor. Böylesine yağış alan bir bölgede, böylesine bir işi gerçekleştirmek son derece mantıksız görünüyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Eikyuu Saikai
Posts:23
Joined:September 11th, 2018, 4:00 pm

Re: [Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by Eikyuu Saikai » October 13th, 2018, 2:45 pm

Hayat ilginç bir düğümdü ve sizin olduğu kadar da benimdi. Başlangıçtan itibaren, bunun ilk deneyimim olmadığını hissettiysem de, hiçbir zaman dindar olmadım; budist hiç değil! Ama benim olduğunu düşündüğüm hayatı algılama konusunda, hep bir noktada noksandım. Algılarımın kapılarının yeterince açılmadığı, küçükken bir yerlerde düşmüş olabileceğim fikri en büyük argümanımdı. Küçükken düşmüş ve kırmış olmalıydım, daha öteyi göremeyeceğim bir şekilde bozuk bir teleskoba dönüşmüştüm. Yirmili yaşlarımın başlangıcında, hayatın ne olup ne olmadığına dair kesin bir şey söyleyemeyecek kadar genç; hayatı sorgulamak istemeyecek kadar da yaşlıydım. Ama yaşadığım "yeni dünya düzeni" kafamı daha fazla kurcalar olmuştu, bazı zamanlar. Kendi shinobi takımımın infaz edilirken, onları korumamayı seçtiğim gün mesela. Yada, hayatta kalabilmek için toplumlarda kabul görmeyecek işlere girdiğim zamanlar mesela. Yada, yağmur ve çamurdan dolayı kirlenmiş ramen topaklarına dönmüş köpeklerle koyun koyuna yatarken... Kendimi bir yargıçtan ziyade, gözlemci olarak değerlendiriyor; içinde bulunduğum durumdan şikayet etmekten çok, neler yaşandığını anlamaya koyuluyordum. Anlamaya koyulmak yeterli gelmiyordu çoğunlukla, çalışmak ile yetiniyordum; o da kafi gelmezdi. Elimden gelecek, şuanlık, bir şeylerin olmadığını düşünüp; son kalan kalemi savunmaya çekilir, mantığımın yürüttüğü son planımı uygulamaya devam ederdim. Planlarım elimde kalan son kaleydi, düştüğü takdirde hayat ile karşı karşıya kalmaktan delicesine korkuyordum.

Köpeklerle olan mutalist(?) ilişkim, aralarından en alfa olanı ile bakışmamızın hemen ardından gelişmişti. Bir süre boylu boyunca kesmişti beni, korkmamış ve yılmamıştı. Gariban olmasına aldırmadan, arkasında ki köpeklerin kendinden de gariban olduğunu bilerek yapmıştı herhalde bunu. Zihnimin ötesinden bir yerlerden gelen saygı hissi, kısa bir süre için tüm bedenimde dalgalandıysa da; ben öyle bir hissi yaşama yeterliliği olan insan olmadığımdandır; kısa sürüverdi. Alfa'nın beni koklaması ve hırlamasının bitişiyle senkron bir şekilde, birbirimize hissettiğimiz duygular kesildi. O, kendilerine bir zararım olmayacağını; ben ise köpeklerin -insanlardan daha fazla saygıyı kabul eden canlılar olduğunu kabul ederek; geriye çekildik ve birbirimize izin verdik. Köpekler bir köşede yumak olmayı sürdürürken, binanın içine girip en uç köşesine tünedim. Dışarı ki gözlerin beni 'en az' görebilecekleri pozisyona çekilip, kendimi en güvenli alanda konuşlandırdım. Sırtımı sabit kalmış bir duvara verip, görüşümü harabenin açıklıklarına dikip; öylece durdum. Bir kaçak olduysam da, asker kimliğinden hiç sıyrılamamıştım. Bir noktada, hala nefes alıp veriyor olmamı buna borçlu olabilirdim.

Kendi hislerine ihanet etme, Sai.

Sizin için anlamsız geliyor, gelecek ve gelmeliydi. Ama ben sadece, dakikaların saatlere; saatlerin ise günlere döndüğü bu ülkede; gözlerimi dışarıya dikip yağmurun geçmesini bekledim. Sıkılmadım, sinirlenmedim. Herhangi bir insani davranış belirtisi olmaksızın, planın bir sonraki aşamasına hareketlenebilmek için; bir korkuluk olmaya karar verdim. İçinde bir avuç samandan başka, sadece korkutucu olmayan bir görüntüye sahip... Bir sonraki adımımı düşünecek vaktim varsa da, şuanlık o konuda da yapabileceğim; üretebileceğim herhangi bir argümana sahip değildim. Herhangi bir "alfa"nın adamı olmak istemiyor, benimle alakasız bir direnişin neferi olmak ise hiç seksi değildi. Ama bulunduğum zamanı değiştirmek istiyordum. Daha fazlası olabilmek veya daha fazlasına hizmet edebilmek konusunda henüz bir tercih yapmadıysam da!.. Riaru bana, bu hayat öyküsünün, ilk adımı olabilirdi. Hizmet edebileceğim veya bana hizmet etmesini istediğim şeyin Riaru ve beraberindeki isyan olup olmadığını ise zaman gösterecekti. İddialı olmanın öldürülmeden hemen önceki adımı olan yaşam stili sürüyor olmam ise, hayatın bir çeşit ön sevişmesiydi besbelli.

Yağmur beraberinde süpürdüğü, sel olup yuttuğu her şey ile birlikte; köpeklerle olan komşuluğumu da alıp götürmeye karar vermişti. Uzun sürelerden sonra ki ilk dostlarımla, fazla da dostane olmayan bir selamlaşmanın ardından, eş zamanlı bir şekilde harabeyi terk ettik. Bir süredir duruyor olmanın verdiği acıyı tüm bedenime yaydıktan sonra, yolculuğa devam ettim. Tepedeki karanlık bulutları, her zaman oradalarmış ve ben de her zaman buradaymışım gibi selamladım. Yol kat ettikçe, karşıma yeni izler çıkmaya başladı. Daha önce yaşayan bir ruha ait izler! Eski bir tarla arazisi, 'eski' dememe yetecek kadar yakılıp yıkılmış; yerini yanmış mahsullerin altında ki bataklığa(?) bırakmıştı. Burası birilerinin arazisi olacaktı ki, bir zamanlar bunu belli etmek için dikilmiş olan çitler etrafa dağılmıştı. Devam ettikçe, bu yok edilişin sadece tek bir tarlaya özel olmadığını fark ediyordum. Yol ilerliyor fakat manzara hep muntazam bir yok edilişi sembolize ediyordu. Tüm deliller bunlardan ibaret değildi ama, ayağımın altında çiğnenen toprak beni derinlere daha çok çekiyordu. Daha ıslak, daha da yıpranmıştı. Çevrede ki yokedilişin sebebinin basit insanlar olmayabileceği, gittikçe daha

Tarlaları ekip biçen insanlar, buralara yakınlarda bir yerlerde yerleşmiş olmalılardı. Şuana değin sadece insanların geçim kaynaklarının tahribini görmüştüm. Herhangi bir ev veya insan izine rastlamamış olmak, yakında bir yerlere geleceğim izlenimini veriyordu. Ki, öyle de oldu. Yolculuk beni daha ileriye götürürken, güneşin olması gerektiği(?) yerlerde; bir ufukta yaşamdan izler bulmayı başardım. Yerleşime doğru çekildikçe, yolun iki yönünde ki tarla sayısı artıyor; bir canavarın midesine doğru ilerliyormuş izlenimim artıyordu. Canavarın midesine ulaştığımda, nasıl bir yerleşkeyle karşı karşıya olduğumu daha net görebilme şansına erişmiştim. Birkaç katlı yapıların, hemen diplerindeki irili ufaklı tarlalar ile bezendiği; herhangi bir "yönetici" zihnin kurgulamadığı çarpıklıkta ki basit bir köy. Ne bir yolu vardı buraların, ne de iki kattan daha yüksek evleri. Fakat ilginç bir şekilde, tarlalarının üzerlerinde ki izler ve geçitler; sanki sulama yapılan arazilere yapılanlara benziyordu. Gün boyu sonsuz yağış alan bir toprağa, neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduklarını anlamlandıramamıştım. Ama genel durumu için, iyi bir fikrim olduğunu söyleyebilirdim.

Riaru?

Riaru'nun daha önce basit yerleşim yerlerine dadandığını duymuştum. Şuana değin gördüğüm görüntü de, bu kanıyı destekliyordu. Yakılıp yıkılmış arazi bir çeşit ceza olabileceği gibi, sadece yok edilmiş tarlalar dışında; talan edilmiş olanları da görmüştüm. Kimisi ise hala dokunulmamış, belki de kabadayıların almasını bekliyordu? Bu yerleşim yerinde her ne oluyor olduysa, daha dikkatli ve daha zeki olmam gerektiğini hissediyordum. Kısa bir süre için, arazilerin neden sulama için setler inşa edildiğine; yada demin ki ıslak arazinin söndürülmek maksadıyla mı daha ıslak olduğu gibi basit sorularımı geride bırakmaya karar verdim. Durup düşünmekten vazgeçip, önümdeki yerleşkeye doğru adımladım. Herhangi bir insana rastlayana dek, köyün içlerine doğru ilerleyecektim. Ne ile karşılaşacağımdan tam emin olmadığımdan, olabildiğince algılarımın kapılarını açacak; sadece yaşayan bir ruh (burada ki ruhların ne kadar yaşadığı sayılırsa artık) buluncaya değin, herhangi bir şekilde hareketimi ve pozisyonumu değiştirmeyecektim. Hatta herhangi bir ses çıkarmayacak, beni fark ettikleri zaman insanların nasıl bir tepki vereceklerine daha çok dikkat etmeye çalışacaktım. Eğer düşündüğüm gibi Riaru veya başka bir kabadayının akınlar düzenlediği bir köy ise, beni de onlardan biri sanıp sanmayacaklarını bundan daha iyi kontrol edemezdim.

Yaklaşıyor olmanın mı, yoksa tehlikenin mi beni tetiklediğine emin olamadıysam da; keyfim yerine gelmeye başlamıştı sonunda!
Image
Künye
► Show Spoiler

Profil
► Show Spoiler

Teknikler
► Show Spoiler

Ekipmanlar/Eşyalar
► Show Spoiler
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by GM - Naruto » October 15th, 2018, 1:55 pm

Yağan şiddetli yağmurun yerleşkeye yansıması boş sokaklar oluyor. Birbirine benzer yapıları arasında, sözde sokaklarda, yer yer artan çamur eşliğinde ilerlemeye başlıyorsun. Yağmur kısa bir süre önce tamamen dinmiş olsa da, sokaklarda şimdilik bir insana rastlamıyorsun. Islanmış kediler ve köpekler birbirlerinin ardına saklandıkları kuytulardan sokağa çıkarken, hayvanların bir hayli cılız olduğunu görüyorsun. Aslında bu bile yerleşkenin ekonomik durumu hakkında sana yeterince bilgi veriyor. Sağında ve solunda yer alan evlerin camlarına baktığında, bunların perdeler veya kağıtlarla kapalı olduğunu görüyorsun. Dışarı ile irtibatı kesen bu cisimler nedeniyle evlerin içleriyle ilgili bir mantık yürütmek çok da mümkün olmuyor.

Yerleşkenin biraz daha iç kısımlarına indiğinde, ilk insanları da görebiliyorsun. Üstleri oldukça eski kıyafetler bulunan dört kişi, bir evin önünü temizlemekle meşgul gibi görünüyor. Evin kapısının yarı yüksekliğinde biriken çamuru ellerindeki kürekler ile temizlemeye çalışan insanlar, bu işe yeni başlamış görünüyor. Evin hemen karşısındaki diğer bir evin de, bu kadar kötü olmasa da benzer bir kaderi paylaştığını görebiliyorsun. Sözde yolun genel durumu da bu manzarayla birleşince, yağan yağmurun sürüdüğü toprağın bu noktada yığıldığını anlayabiliyorsun. Etrafta bu dört kişi dışında, birkaç kadın ve çocuk da bulunsa da, kadınlar kendi aralarında konuşmakta, çocuklar ise çamurla oynamakta. Şu an için erkekler seni pek fark etmemiş durumdalar ve kadınlar da kendi aralarındaki muhabbet sebebiyle seni fark etmeleri zaman alacak gibi. Çocuklar ise zaten bu dünyada değilmiş gibi oyunlarına odaklanmış halde. Yaklaşık aranızdaki mesafe 20 metre ve fark edilmeyi beklemen halinde bunun epey uzun sürecek gibi veya belki de hiç mümkün olmaması durumu mevcut.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Eikyuu Saikai
Posts:23
Joined:September 11th, 2018, 4:00 pm

Re: [Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by Eikyuu Saikai » October 16th, 2018, 2:30 pm

Hayatın ironisi hakkında fazla problem yaşayan birisi değildim. Yani... Olamazdım, olmamalıydım. Yetersizlikten kaçarken, açlıktan ve sefaletten kırılan ufak bir topluluğa denk gelmemi başka türlü açıklayamazdım herhalde. Durumu fazla önemsemediğim gibi, zihnimin bir kaç katman atlında dahi herhangi bir his uyanmadı. Sempati, yok canım; acıma, hiç değil! Sadece durumu tespit ediyor, yoluma devam ediyordum. Ortada kurtarılabilecek hiçbir şey görmediğim gibi, kurtarmama değmediğinden de emin gibiydim. Kötü birisi olduğumu düşünmesem de, olmasam(?) da, sempatinin bana uzak bir his olduğunu hissediyordum. Belki de hissedemiyordum, ki bu daha büyük bir probleme delalet ediyordu. İroni gibi... Duygularımdan arındığımı asla iddia edemesem de, kayıp bir şey gördüğümde anlıyor; kabulleniyor ve devam ediyordum. Olması gerektiği gibi...

Yerleşkenin kalbine doğru adımlarken, burasının soyguncuların ve haydutların; kabadayıların ve postallıların uğrak mekanı olduğundan emin gibiydim. Bunca ezilmiş insanın hala neden çabaladıklarına akıl sır erdiremesem de, onların da ne kadar hamle şansı olduğundan emin değildim. Ülkedeki iç savaşın iki tarafa da yaramadığı çok belliydi. Tarafların haklılığını bırakın, tarafların bile tam olarak kimler olduğunu bilmiyor oluşumun verdiği tarafsızlık; bana bunların hiçbir işe yaramadığı çıkarımına neden oluyordu. Beni yanlış anlamayın, bu durumu umursadığım yoktu. Hepimizin hakettiğimiz hayatları yaşadığını, bir gram eksik ve bir gram fazla olmadığını düşünüyor... Hayır, biliyordum. Sadece içinde bulunduğum durumu kavramaya, zamanı geldiği zaman hangi tarafın kazanacağını algılamaya çalışıyordum. Mümkün olduğunca kazanan tarafta, hiç olmadıysa da kendi tarafımı kazandıracağımdan pekala emindim. Ama bir tarafımın olup olmaması gerektiği, saatlerimi alacak başka bir felsefi sorundu.

~ Otoritenin ve sadakâtin öldüğü topraklar. ~

Günler ve günlerin ardından, yaşayan(?) insanlara rast gelmiş olduğuma kısa bir an için sevindiysem de; bu kadar küçük ve kapalı bir topluluk karşısında ki ilk hamlem konusunda... Derinden gelen bir dürtüyle çekindim. Hoş karşılanmayacağımdan neredeyse emindim. Ama esas sorun, bundan daha derin bir problemdi benim için. Eğer beni şuana dek fark etmiş olsalardı, bana verdikleri istemsiz tepkiden bir şeyler çıkartmayı bekliyordum. Hatta beni haydutlardan biri sanarlarsa, bu rolü sonuna kadar cildime geçirmeyi hedeflediysem de; hamle sırası bendeydi ve bu durum üzerine bir tık daha düşünülmesi gerekiyordu. Dünyadan soyutlanmış bu insanlara yaklaşımım, sonrasında onlardan ne almak istediğimle bağlantılı olmalıydı. Riaru'yu istiyordum. O adamın çevre yerleşkelere baskın düzenlediğinden neredeyse emindiysem de, kendi halkının belini büken bir devrimci olduğundan şüpheliydim. Belki de, diye düşündüm, belki de önceliğimi buraya baskın düzenleyen çetelere odaklanmalıyım?

Yağmurun sürüklediği pislik, bununla oynayan çocuklar; kapı önlerini eşeleyen babalar ve tüm bunlardan daha bile işe yaramaz bir şekilde dedikodu yapan kadınlar. Yerleşkenin içini son bir kez daha göz gezdirdikten sonra, bir an olduğum yerde duraladım. Herkes kendi yaptığı işi yapmaya devam ederken, toplumun bana verdiği görünmezliği son kez kullanmaya karar verdim. Bir süredir derinlerde bir yerlerde yatan, ama asla uyumayan gücü geri çağırmaya karar verdim. Her bir atomumu birbirine bağlayan Chakra'mı yoğurmaya, Mi mührü ile bu yoğunluğa bir şekil vermeye çalıştım. Kendi üzerime yerleştireceğim Genjutsu'yu sonlandırırken, sanki gizli bir antlaşmayı imzalıyormuşçasına fısıldayacaktım;

'Teishi no Jutsu'

Genjutsu'mu devreye soktuktan sonra, evin kapısında ki çamuru kazımaya çalışan adamlara doğru hareketlendim. Aramda ki tahmini mesafeyi on metreye indirene kadar herhangi bir ses çıkarmayacak, sakin stans ile üzerlerine hareketlenecektim. On metre. Ne tepki vereceklerini, üzerime yerleştirdiğim Genjutsu'ya rağmen kestiremediğim için yeterli olacağını düşünüyordum. Beni yanlış anlamayın, bu insanların yapabileceklerinden korkmuyordum. Sorun, benim onlara yapabileceğim şeylerden ibaretti.

"...yardıma ihtiyaç var mı?"

Nispeten gür, bir sorudan veya nezaketten uzak; daha çok selamlama şeklinde dökülecekti cümleler ağzımın köşesinden. Yoldan gelip geçen bir insan olduğum izlenimi, şuanlık sahibi olmak istediğim tek personadan ibaretti. Halkın vereceği tepkiyi gözlemleyecek ve ona göre hangi personanın benim için doğru olduğunu seçip, onun üzerine oynamayı düşünüyordum. Haydut, kurtarıcı, peygamber...

Siz hangisini olmamı dilerdiniz?
Image
Künye
► Show Spoiler

Profil
► Show Spoiler

Teknikler
► Show Spoiler

Ekipmanlar/Eşyalar
► Show Spoiler
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by GM - Naruto » October 17th, 2018, 10:20 am

Aktif ettiğin genjutsun ile yaptıkları işe kendilerini adamaktan etrafta olan biteni fark edemeyen kalabalığa yöneliyorsun. Adımlarını sakin, dikkat çekecek hareketlerden uzak bir şekilde atmaya özen gösteriyorsun. Aradaki mesafenin on metreye kadar düşmesine yakın, ilk olarak etrafta çamurla oynayan çocuklar fark ediyor seni. İçlerinden biri vıcık vıcık çamuru mümkün olduğunca bir top haline getirip sana fırlatıveriyor gülümseyerek. Ayaklarının hemen dibine düşen çamur topu, sadece ayağının parmak uçlarına sıçraması sonucunu doğuruyor. Çocuğun bu yeni oyununu diğer çocuklar da takip etmek istiyor ve bir tanesi daha sana çamur topunu fırlatıyor. Bu kez beş metre kadar önüne düşen çamur topunun sana hiçbir etkisi olmuyor. Üçüncü çocuğun da çamur topunu fırlatmaya yeltendiği sırada, sorumlu anneler ve teyzeler devreye girerek, çocukların keşfettiği bu yeni oyunu engelliyorlar. İçlerinden bir tanesi “Çocukların kusuruna bakmayın.” diyor hafif kırık bir aksanla. Her ne kadar çocuklar yeni oyunlarına devam etmek niyetindeyse de, anneler ve teyzeler bu oyunu sonlandırıyor.

Ortamda yaşanan bu duruma karşın, çalışmalarını sürdüren erkekler, sadece basitçe kafalarını sizden yana çevirmekle yetiniyor. İçlerinden bir tanesi seni fark etse de, işlerine odaklandıkları için senin varlığınla yokluğun onlar için çok da farklı kavramlar olmuyor. Bu esnada ise söze sen giriyorsun. İnsanların seni fark etmesine rağmen düşmancıl bir tavırdan uzak olsa da bir hiçmişsin gibi davranmaları konuşmayı başlatan kişinin sen olman gerektiğini söylüyor. Bu sebeple ayarladığın ses tonuyla onlara yardımcı olup olamayacağını soruyorsun. Az önce seninle göz göze gelmiş olan erkek bu kez daha net bir şekilde sana bakarak “Sağ ol ya, hallediyoruz ufak ufak.” diyor sadece. Adamın bu sözleri ile orada çalışan herkes birkaç saniye de olsa sana bakıyor. Bu bakışlarda gördüğün şey ise, buradaki insanların seni yabancıladığı oluyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Eikyuu Saikai
Posts:23
Joined:September 11th, 2018, 4:00 pm

Re: [Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by Eikyuu Saikai » October 18th, 2018, 3:01 am

Üzerime yağan çamur toplarını, endişe verici bir kaygısızlıkla izlemekle yetinmiştim. Hayatın çocuklarla oynamak, sempati beslemek ve tüm bu pozitif duygular için fazla kısa olduğundan neredeyse emindim. Fakat, sessiz kaldım. Bir zamanlar benim de çocuk olduğum için değil, sağduyumun getirisinin daha fazla olabileceğini öngördüğümden öte... Arkamda bir iz bırakmaya değecek bir şey görene değin, bir hayalet olma isteğimden de pek emindim doğrusu. Sakince çocukların heveslerini almalarını, daha doğrusu, alamamalarını izledim. Her zaman planları bozan üçüncü bir kuvvet gibi, annelerin ve teyzelerin, çocukların planlarını suya düşürüşünü hafif bir tebessüm ile karşıladım. Acınası, belki. İçten, hiç değil!

Olaylı bir karşılama beklemiş, çarpık bir şekilde de olsa, bulmuştum. Fakat anneler ve babaların gözünde, hala önemsiz bir adam olmayı sürdürmüştüm. Demek ki bu köye girip çıkan herkesin, garip kıyafetlere; aksana ve görünüşüne rağmen, haydut sanılmak için tüm bunlar yeterli değildi. Belki gündüz geldiğimden, belki de haydutların tanınırlığından? Kim bilir, belki de ortada bir haydut yoktur da; bizzat kendi istekleriyle cellatlarına aşık olan bir halk vardır? Durum ne olursa olsun, harekete geçen kişinin ben olmam gerektiği aşikardı. Ben de planıma sadık kalmayı tercih ettim tabii...

"Uzun zamandır yoldayım. İki çift laf etmek için iyi bir bahane olur diye düşünmüştüm halbuki."

Gerçeğine pekala yakın bir tebessüm kondurdum yüzüme. İşin komiği, çok uzun zamandır, gerçeği ile yalanın arasında ki farkı sorgular olmuştum. Yerleştirilmiş tebessümün amacı, red edilişime bir baş kaldırıydı. Bir çeşit isyan! Bakışlarında yakaladığım yabancılık, tatlı sözcükler ve Genjutsu konusunda ki yeteneklerimle hallolabilirdi. Buralarda neler olduğunu anlamanın yoku, yerel halkın ağzından sökülmesi gereken cümlelerden geçiyordu. Mümkün olduğu kadar, bu işi bir kerpeten kullanmadan yapmam gerekiyordu. Yalandan tebessümler, kir ve pas, ırgatlık... Yapmam gerekirse yapacaktım, bugün ve yarın. Önce küçük adımlar, ardından daha büyükleri gelir. Öyle değil mi?

Yaklaşmaya karar verdim. Benimle konuşmaya başlayan adamın yanına doğru yönelecek, yüz yüze konuşabileceğim bir mesafeye kadar herhangi bir şey söyleyip etmeyecektim. Adamların yakınına gittiğimde ise, kibar bir hareketle, ellerindeki küreği işaret edecektim. Eğer boşta bir kürek varsa (ve herhangi biri durmamı söylemezse) alıp, çok fazla bir şey söylemden işe koyulacaktım. Yok eğer bir kürek bulamazsam ve küreği işaret ettiğim adam, ima ettiğim şekilde kendi küreğini bana vermez ise bu konuda fazla zorlayıp; ısrar etmeyecektim. Hala Genjutsu'nun etkisi altındaydım ve bir şeyleri zorlamak, sadece işimi uzatırdı. Mümkün olduğunca sempati sınırını bozmamaya özen gösterecektim.

"İsmim Yamashita. O kadar uzun zamandır yoldayım ki, hiç kimseyi tanımıyor; yol ve iz bilmiyorum. Bacası tüten, ama yer yer tahrip olmuş toprakları görünce, yardımcı olabileceğimi; belki bir süre soluklanabileceğimi düşündüm."

'Tahrip olmuş topraklar.' Özenle seçilmiş bir isim tamlamasından fazlasıydı. Aynı anda tahrip olmuş tarlalarından bahsediyorsam da, aynı zamanda yığılmış toprak için de bunu (pekala) söylüyor olabilirdim. Adamı ürkütmek istemiyordum, Genjutsu bile bu kadar hızlı yakınlaşmayı sağlamıyordu. Sadece bir bağ kurmaya, adamın söylemlerimden ne çıkardığını anlamaya ve mümkünse Genjutsu'nun daha fazla nüfuz etmesini sağlamaya çalışıyordum. Bunu yaparken de, babamın ismini vermeyi bir alışkanlık haline getirmiştim sanırım. Bu bir çeşit sembolizm, isyan veya başkaldırı değildi. Burada o olsaydı, bir şeylerin doğrusunu yapmayı en iyi bilen adam olarak, o böyle yapardı. Eikyuu Saikai bir yalancı, bir dolandırıcı; bir hain ve hipokrattı belki. Eikyuu Yamashita olmak, onun yapacağını yapmak, sadece alegoriden ibaret değil; daha iyi yalan söylemek için büyük bir dişli parçasıydı benim için. Tüm yaşamım boyunca tanıdığım adamın, gayet samimi bir şekilde yapacağı şeyi, ancak böyle taklit edebileceğimi düşünüyordum. Hem bir de, Saikai ismini mümkün olduğunca zikretmemek, yaşam süremi bir hayli uzatacak bir alışkanlıktı. Sigarayı bırakmaktan bile öte...
Image
Künye
► Show Spoiler

Profil
► Show Spoiler

Teknikler
► Show Spoiler

Ekipmanlar/Eşyalar
► Show Spoiler
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Eikyuu Saikai] Aşırı Gürültülü ve İnanılmaz Yakın

Post by GM - Naruto » October 20th, 2018, 1:24 pm

Adamın sana verdiği cevabın ardından söylediğin cümleler adeta havanın griliğine karışıp yok oluyor. Konuşma ve yardım arzusundan uzak bu kişilerin varlığından haberdar olmalarına rağmen seni yok saydıklarına artık emin olmaya başlıyorsun. Onlara bir yabancıdan daha uzak oluşun, anneler ve teyzelerin çocukları hala daha sıkı sıkı tutmalarından anlayabiliyorsun. Öyle ki, az önce çamurda oynayan çocukların her biri, bir kadın tarafından hareketsiz bir şekilde tutuluyor ve çocuklar da senin suratına bakmakla yetiniyor. Ne var ki bu bakışlarda herhangi bir duygu alamıyorsun. Korku, nefret, öfke, çekingenlik… Ortamdakilerin hiçbirinden bu tür bir duygu sana geçmiyor. Sanki az önce adamın sana karşı kurduğu kısa cümle bile senin değil, genjutsunun bir başarısı gibi duruyor.

Giderek alışmaya başladığın ve belki de geri kalan hayatın birçoğunda seni saracak yabancılama hissiyatına karşı harekete geçiyorsun. Seninle konuşan adamın birkaç metre yakınına geldiğinde, adamın bakışlarını senden kaçırarak işini yapmaya çalıştığını fark ediyorsun. Adamın elindeki küreğe yapmış olduğun belli belirsiz işaret, adam tarafından yakalanıyor, ancak yine aynı tepkisizlik sana dönüyor. Bu esnada az önce konuştuğun adam dışındakilerin hoşnutsuz ifadelerini yakalayabiliyorsun. Her ne kadar her biri ağızlarını kullanmayı tercih etmeyecek gibi dursa da, varlığının onları rahatsız etmeye başladığını anlayabiliyorsun. Ortalıkta boş bir kürek de bulamadığın için olduğun yerde dururken cümlelerini kurmaya başlıyorsun, adam nezdinde tüm kalabalığa karşı. Cümlelerin havada dağılıp giderken, kalabalığın içinden bir tanesi küreğini sert bir şekilde zemine saplarken “Kardeş, hadi ufaktan devam et sen yolculuğuna. Durumumuz ortada zaten, soluklanacak başka yerler bulursun.” diyor. Bu cümlelerin üzerine az önce sana kısa cümlesiyle karşılık veren adam, birkaç saniyeliğine işini bırakıp seninle konuşan adama “Aki-san, işine bak gözünü seveyim.” diyor. Bu cümleler adının Aki olduğunu öğrendiğin orta yaşlı adam için yeterli oluyor ve küreğiyle çalışmaya geri koyuluyor, diğerleri gibi. Sen ise hala silik ve belki de hiç olmayan bir figürsün sadece. Sana karşı kurulan cümlelerin duygusuzluğu seni bu düşünceye iten asıl neden olarak karşında durmakta.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
Locked

Return to “Role Play Arşivleri”