Şu saatten sonra iyi adam olmak yoktu... Çünkü yaramıyordu. Evet, kesinlikle yaramıyordu. Artık aynı dilden konuşacaktı bu adamlarla. Özellikle mezarcının teki olan, kıraathane sahibi yaşlı adamla. Dünyada gördüğü sayılı üçkağıtçılardan biriydi artık. Sayılı demeyelim, bir numaralı... Daha önce bu tarz bir insanı ne görmüştü, ne de duymuştu.
İçinden bağırdı. "Bu garip ve hastalıklı yerden, bir an önce kurtulmalıyım!" Tekrardan düşündü. Ve yine tekrardan kendine aynı soruyu sordu. Ama nasıl? Bu soru kafasında binlerce kez belirmişti, şu kısacık anda. Artık cümlelerin içine istemsiz bir şekilde, "nasıl" ekliyordu. Bu kıraathane, kafasını mı bozmuştu? Yoksa cidden deliriyor muydu?
Cevap, cidden önemli değildi. Önemli olan artık burada durmaması gerektiğiydi. Burayı terk etmeliydi. Bir daha buraya ayak basmamalıydı. Mümkünse, burada yaşananları hafızasından silmeliydi. Belki de artık eskisi gibi içinde kendisi hakkında pozitif olamama fikri doğabilirdi. Bu yaşlı moruklarla yaşadığı şeylerden sonra, doğal olurdu bu durum yani. Gençliğinin getirdiği heyecanın yavaş yavaş vücudundan süzüldüğünü hissetti. Burada olan şeyler; bundan sonra onun zihnindeki en gizli ve en karanlık köşeye atılmalıydı. Kesinlikle hatırlamak istemediği şeylerdi bunlar!
Akıl sağlığını bozacak cinsten şeylerdi bunlar. Derin bir nefes aldı. Gözlerini kapattı. Sakinim, dedi... Burnundan nefes alıp, ağzından verirken. Gözlerini açıp, yaşlı adama baktı. Şu zamana kadar olanları unuttu. Artık geçmiş yoktu kafasında. Geçmişi düşünmek istemiyordu. İstediği şey; şimdiydi ya da daha sonraydı. Kesinlikle zihnini bozacak olan geçmiş değil!
Düşündü ve başka bir plan üretti. Şimdi aklından geçenlerin, karşısındaki yaşlı adamdan daha utanmazca olduğunu biliyordu. Ama o utanmazsa, ben daha utanmaz olurum, diye kendini avuttu. Baştan sona eşit klasmanda değillerdi ki zaten. Şimdi... Bu yapacağı hamle ile, yaşlı herifle aynı klasmana inecekti. Birbirlerini yumruklayıp, dövüşebileleceklerdi. Bu bir psikolojik savaştı. Ama şimdilik kazanan Ryouta değildi. Tecrübeli olan yaşlı tilkiydi. Fakat bu andan itibaren her şey değişecekti. Çünkü utanmazca olan dahiyane planı hazırdı!
Yaşlı adamın avuç içlerine bakıp, ellerini cebine atacaktı. Çantasını biraz karıştırıp, ellerine iki şey alacaktı. Bu iki şey; sabah topladığı elmalar olacaktı. Yanında taşıdığı en vazgeçilebilir şeyler bunlardı. Bu yüzden elmalar, planında kullanıalcaktı. Seri bir hamleyle elmaları adamın ellerine bırakıp, konuşmaya başlayacaktı. "Şimdi senin bana 2500 ryo borcun var!" Sesinin gök görültüsü gibi gür, bir peygamberin konuşması gibi özgüvenli ve bir tanrının konuşması gibi otoriter olmasını sağlayacaktı.
Bu hareketi yapmakta bulunan amacıysa; yaşlı adam ile aynıydı! Kendisine istemeden çay koymuş, henüz çayı bitiremeden 500 Ryo fiyat çekmişti. Normal şartlar altında 500 ryoya kim bilir neler yapabilirdi. Üstüne üstlük, vadesi dolan yaşlı bir osuruğun ölüm masraflarını da kendine yıkmıştı. Bu kabul edilemezdi! Aynı şekilde Ryouta'da, yaşlı adamın istemediği şekilde elmaları ellerine dolduracaktı. Bu dolduracağı elmaların tanesine de 2500 ryo fiyat çekip, yaşlı adamdan daha utanmaz olacaktı. Sen bir çaya bu kadar fiyat çekersen, ben bir elmayla donuna kadar alırım! Elmayı istememen de bir şey değiştirmiyor, bir kere dokunman artık onları senin yapar! Tam olarak böyle düşünüyordu. Çaydan sadece bir yudum almıştı. Yaşlı adam mevzusunda da, kendisine ilk dokunan ya da dokunmaya çalışan ölen moruktu. Bütün bu olaylar, birbirine oldukça benzetilebilir.