Deliriyor muydum yoksa? Gecikmiş miydim yalnızlığın zihnimi etkilemesini engellemek için? Rüyalardan ve bizi birer insan yapan şeylerden konuşmak istemiştim oysa ki. Aylar sonra ilk kez masaya oturduğum yaşıtım gençlerle bu geçen zamanlarda yaptığım gibi bilgi toplama amaçlı havadan sudan muhabbetlere mi girmeliydim yoksa? Sadece yalnızlığımdan ve kendime söylediğim yalanlarımdan kaçmak istemiştim, oturup anneme yazdığım yalan mektubun altına bile korkusuzca kendi ağzımdan yazmaya başlamıştım yahu! Masadan kalkanların ardından bir kaç dakikalığına özleyeceğimi düşünmediğim yalnızlığa saklanıp söylediklerimi düşünmeye başladım, iki gence korkunç veya garip gelebilecek şeyleri işte.
Rüyalarında sadece akademiye pantolonsuz gittiğini gören insanları kıskandıracak bir rüyaydı bahsettiğim. Gördüğüm ilk garip rüya değildi, hele her gece shinobi maceraları ve masalları anlatan
annelerin varsa görebileceğin sıkıcı rüyaların arasındaydı. Sonrasında yaptığım açıklamalarım mı karışık gelmişti yoksa? Onlar da korkunç veya tedirgin edici değildi ki. Yeni bulduğumu sandığım arkadaşlarım hayatta kalmak adına birer vahşi mi olmuşlardı? Materyal dünyanın dışında kalan her şey onlar için gereksiz, bunları konuşan insanlar da cahil köyün delisi gibi davranmaya başlamışlardı bir anda.
Sanırım bu geçen zamanda ben de vahşileşmiş olmalıydım ki düşüncelerimin arasında yalnızlığın anlamını unuttuğumu fark etmiştim. Bundan sonra yapmaya devam edeceğim gibi düşüncelerimi kendime saklamaya ilk başladığımda da yalnız değildim; takım arkadaşlarım, akademi arkadaşlarım, Kusagakure'nin şen insanları ve öğretmenlerimle çevriliydim. Tabi başlarda herkes uyarlama hikayelerimi ve kısa sürede oluşturulmuş fikirlerimi çok seviyordu, özellikle akademi hocalarım bir çok kez küçük bir çocuğun öyle şeyler düşünebilmesine şaşırdıklarını ve devam etmem gerektiğini söylemişlerdi. Büyüklerim zeki olduğumu ve ileride büyük yerlere gelebileceğimi söylerken yaşıtlarım etrafımda toplanıp macera hikayeleri dinlemek için başımın etini yerken bir anda şimdi olduğu gibi fikirlerimin ve hikayelerimin marjinalleştiğini fark etmişlerdi sanırım.
Sensei'me birer katil olduğumuzu söylediğimde çok şaşırmış ve sinirlenmişti. Dönüm noktalarımdan biri olan büyük bir azar yemiştim o gün. O da etrafımızdaki her
meslektaşımız gibi barış zamanında bizi daha büyük şehirlerin barış gücü ve polisi olarak görüyordu. Ki bu da anlaşılır bir durumdu; biz ellerinde kullanmayı büyüklerinin öğrettiği büyük bıçaklar olan çocuklar yine normal çocuklar gibi gülüp oynaşıyorduk, kendi yaşıtları ise savaşsız ortamda günlük hayatlarına ve yetişkinler ne yapıyorsa onları yapmaya devam ediyorlardı. Bana görevimizin insanları ve barışı korumak olduğunu, bunun için de kötü niyetli insanları durdurmaya eğitildiğimizi anlatmaya çalışmıştı sakince.
Benim de takıldığım nokta buydu ya işte; kalabalık gruplar halinde çakrayı nasıl ölümcül silahlara dönüştürebileceğimizi öğreniyor ve toplu üretilebilecek bütün silahların kullanımı hakkında uzun dersler alıyorduk. Hikayelerimiz ve tarihimiz büyük savaşlarla doluydu ve bu kadar uzun süren barış döneminde bile
shinobi ismi normal insanların ne kulağında ne de ağzında barışın koruyucusu anlamına gelmiyordu. Ben sadece figüratif olarak olmasa da meslek olarak katil olduğumuzu söylemek istemiştim, karşımdaki duvar ise benim shinobi tarihinde elindeki öldürme gücüyle deliren birisine dönüşmemi engellemek için saatlerce gönülsüz bir özel ders sunmuştu bana. Annesinin fahişe olduğunu bile anlayamayan bir çocuğa öldürmeyi öğretmenin bir sorun olduğunu haykırmak istemiştim elbette, ama sessizliği ve itaatkarlığı seçtim.
İtaatkar olmam başkalarının düşüncelerini kolaylıkla benimsediğim anlamına gelmiyordu, yalnızlığım da bundandı. Hele şimdi tekrarlandığında bunu hatırlamış oldum. Oysa Beş Kage'yle
tanışırkenki sessizliğim görmüş olduğum ölüm ve yaşamış olduğum stresten dolayı değildi, bunun için eğitilmiştim. Sebebi o insanların gözlerinde benzer fikirler olduğunu düşünmemdi, kalıcı barış isteyen fikirler. Sessizliğim şeytan tilkinin gücünü yoğurduğu ve yüzlerce klonuyla savaşların seyrini değiştiren Uzumaki Naruto ve hiç kimsenin zarar veremeyeceği, son savaşın General'i Kum'un Gaara'sı gibi titanların da benim gibi düşündüklerini fark etmemden kaynaklanıyordu! Yine de bu olaylardan sonra bile insanlar onların ne kadar kahramanca savaştığını anlatmaya devam ediyorlardı, bu dokunulmaz titanlar verdikleri en zor savaşı verirlerken bile.
Bu yüzden babam hakkında annem dışında hiç kimseye soru sormadım. Herkes son savaşın ölenlerinden savaş kahramanları olarak bahsediyordu, kahramanca ölmüş ve ölmeden önce birilerini yanında götürmüş katiller. Oysa annem Hitsujikai hakkında o kadar güzel şeyler anlatıyordu ki; bazen babamın dövüşmeyi bilmeyen bir şair olduğunu düşünmeden edemiyordum.
Ama bugün o kadar korkak ve yorgun değilim anneciğim. Belirli bir yolum olmasa da emin olduğum bir yönde ilerliyorum ve özür dileyerek söylüyorum ki henüz bu yönde bir eve dönüş yolu mevcut değil. Senin öğrettiklerin sayesinde güçlüyüm, anlattıkların sayesinde iyi bir insanım; o yüzden merak etme beni sakın. Çıktığımız her yolun açık ve baktığımız her köşenin güzel olduğu bir arkadaşım var, yalnız da değilim bu yüzden. Seni seviyorum, oğlun Hitsujikai Waru.
Bitirdiğim mektubu sakince katlayıp elime aldıktan sonra geçen uzunca sürenin ardından mutfağa kaçan garsonun yanına yönelecektim.
"Kinzo, mektubu ulaştırabileceğini söylemiştin. Konuştuğumuz yolluk, bu gecelik güvenli bir oda ve bunun ulaşması için borcum ne kadar olur?" diye sakin ve yorgun bir soru yönelttikten sonra elimi ceplerimden birindeki para keseme yöneltip bekleyecektim. Yolcu, yolda gerekirdi.