Guptık... Guptık... Guptık...
Bir ses, bazen ansızın yükselen bir rüzgarın uğultusu gibi kulaklarına doluyor, bazense hiç var olmamış gibi yok oluyordu. Zemini kırbaçlayan öfkeli yağmur damlalarından farksız, güçsüz bir kalp atışına oldukça benzer... Uzaktan gelen bir ses kadar cılız; ama tüyleri diken diken edecek kadar zehir dolu... Duyduğu tek ses bu olmasına rağmen, yine de bu sesi ayırt edemiyordu. Bomboş bakan gözleriyle etrafı bakıyor, kör bir bedevi gibi, göremediği bir şeyin peşinden koşuyordu. Bazen merak ediyor, bazense bu sesi umursamayacak kadar boşlukta oluyordu. Pili bitmek üzere olan bir fener gibi, yanıp sönüyordu adeta.
"Soğuk..." kendine fısıldadı; ama sanki, bunu kendi değilde ona başka biri söylemiş gibi, ürkekçe etrafına baktı. Kollarının titrediğini, vücudunun ise çok geçmeden bu titremeye eşlik ettiğini gördüğünde, göz ucuyla çocuğu süzdü. Güçten düşmüş, kaskatı kesilmiş vücuduna hapsolmuş bir parça enerjiyi de, çocuğu biraz daha sarmalamak için kullandı. Soğuğun havadan kaynaklı değil de, kendi içinden gelen bir dürtü olduğunu fark ettiğinde ise, kulaklarına dolan o ritmik sesin namelerini beyninin içinde duymaya başladı. Diken diken olmuş tüyleri, dönüp kendine batarken, bunları hissetmiyordu bile. Yorgun olmaması gereken vücudu, her an düşecek kadar halsiz ve bitkin bir haldeydi. Ensesinde bir şeyin varlığını hissediyor; ama dönüp bakacak enerjiyi bile bulamıyordu içinde.
En baştan beri boşluğa düşen bedenine, bir süre sonra bakışları da eşlik ediyordu. Her geçen saniye biraz daha boşluğa düşen o bakışlar, herhangi bir duyguyu tatmamışcasına yabani ve salt gözüküyordu. Uzun zaman önce sönmüş bir alevin ardında kalan közler kadar kara ve kirliydi aynı zamanda o bakışlar.
Guptık... Guptık... Guptık...
Bir kez daha duydu, çaresizce etrafına baktı. "Bu seste ne?" diye sordu kendine, ama bu üç kelimelik cümle bile ağzında oluşamadı. İç sesi bile buz tutmuş, titrek bir haldeydi.
En çokta içi titriyordu zaten.
Gözlerine ansızın inen o karartı, yavaşça kaybolurken, Ryu yere değil de, çocuğun yüzüne baktığını gördü. Eli kanlı bir katil gibi, kendinden sonra çocuğa da musallat olan soğuktan çocuğu çekip kurtarmak istedi; ama ne kolları itaat etti ne de bacakları. Bakışları bile, ondan bağımsız hareket ediyorken, sadece izledi. Hafif bir kıpırtı ile başladı. Çocuğun son nefesini alışını, donuk bakışlarıyla an ve an takip etti.
Guptık... Guptık.... Gup.........
O an, kulaklarına dolan bu sesin nereden geldiğini anladı Ryu ve ansızın gidip gelen o kalp atışlarını, bir daha duyamayacağından emin oldu.
Ağlamak istedi, ama bedeni ağlamanın bile ona fazla lüks kaçacağına karar kıldı. Dimdik durdu, çocuğun yüzüne bakarken, herhangi bir duyguyu hissetmedi. Boşluktaydı... İçini asla dolduramayacağı başka bir boşluğun, başka bir mezarın baş ucundaydı. Bu gece ailesini çaresizce savaşa yollayan o çocuktu Ryu.
Bir takım gürültüler duysa da, o gürültülere ulaşmaya yeltenmedi bile. Birilerinin kollarından çocuğu çekip almak istediğini fark ettiğinde, sımsıkı tuttu çocuğu. İçinde olmadığı bir savaşta, var gücüyle savaştı adeta. Sonra pes etti. Nedeni anlamayadığı bir şekilde, çocuğun öldüğünü kabul etti.
Başarısız olduğunu, yeteri kadar güçlü olmadığını kabul etti.
Ama tüm bu acı kabullenişler bile, kolundan çekip alınan çocuk usulca uzaklaşırken kendisine gelmesini sağlamadı. Sesin, görüntünün olmadığı sonsuz bir karanlıkta, karanlıktan daha beter bir şey oldu.
Ne düşündü, ne de bir şey yaptı. Sadece sonsuz bir karanlıkta, hiçbir şeyin var olmadığı zihninde yürüdü. Adımlarının sessizliğe, nefeslerinin duyulmazlığa gömüldüğü o anda, karanlık bir anda yanan bir ışıktan kaçarcasına kayboldu. Bir evin içinde, bir grup insanla beraber olduğunu gördü. Buranın, hiçbir şeyin var olmadığı o sonsuz karanlıktan daha sessiz olduğunu sezdiğinde, gözlerini tekrardan kapatıp, kendini oraya hapsetmek istedi; ama başarsız oldu. Ellerine yapışmak üzere olan sıcak çaydan yükselen buharlara bir kaç saniye baktı.
O karanlık dünyada, kendi başına ne yaptı bilinmezdi; ama o gözler tekrardan etrafta dönmeye başladığında, üzüntüden çok bir güç yatıyordu. Körlenmiş bir alev, yavaşça büyüyordu.
"Tet..." ilk seferinde başarısız olduğu ismi, "Sakaguchi Tetsuo... Nerede?" ikinci seferinde başarıyla telaffuz etti. Herhangi bir duygudan mahrum, özellikle öfkeden uzak ses tonu buna rağmen sertti. Ama bu sertlik, keskin bir çelikten geliyordu. Bilenmiş, şekil almış dümdüz bir çelikten.
Eğer bir insanın ya da bir canlının en tehlikeli hali varsa, bu o andı Ryu için. Eğer bir cevap alırsa usulca kalkacak, yavaş adımlarla kapıya doğru adımlayacaktı. Çıkmadan ise, "Çocuğu ben geri dönene kadar muhafaza edin." diyecekti. Bir cevap almazsa ise o cevabı bulmak için ayaklanacaktı.
Ve sessizce fısıldayacaktı; "Bu gece sana ölüm nedir göstereceğim Kami. Tahtından keyifle izle..."