"Hangi pencereden bakarsak bak, nehirle savaşan insan ya delidir ya da nehrin ruhuyla tanışmıştır."
Bakışlarımı nehre çevirdim. Sıradan bir insanda oluşturması gereken tüm o hisler, yoktu. Onun yerine acı, hüzün ve korku karşılıyordu beni. Tüm bu hisleri bir balığın sırtında ya da olması gerektiğinden biraz daha büyük bir taşın üzerine sıçramış küçük su damlacıklarında görebiliyordum.
Meraklı küçük bir çocuk gibi, tüm bu küçük şeylerin içini kurcaladığımda hislere ev sahipliği yapan anılar karşılıyordu beni ve sıradan bir insanda sadece güzel bir his uyandıran bu nehir, beni anılarla dolu koca bir boşluğa çekiyordu. Bu anda tutunabildiğim tek dalım, genizden gelen bir iç çekme dışında bir şey olmuyordu. Göz kapaklarım yavaşça kapanıyor ve nehirle aramda olan o kontak, yerini sonsuz bir karanlığın sessizliğine bırakıyordu. Ne küçük bir çocuğun ölmeden önceki o son güçsüz nefesin hırıltılı sesi ne de sözleri bir zehirden farksız Kaoru'nun güçlü ses tonu. Ben her şeyimle karanlıkta kaybolmayı kabul ettiğimde, bunlardan geriye hiçbir şey kalmıyordu.
Ama bedenimin sonsuz bir karanlıkta, emsalsiz sürüklenişi, içten içe beni tüketen İshigakure sevgisinin engeline takılıyordu ve sesi hiçbir şeyi andırmayan, fazlasıyla yabancı biri o çatallaşmış ses tonuyla gözlerimi açmamı fısıldıyordu. Neden burada olduğumu ve neden burada olmam gerektiğini, hiç bozulmayan ses tonuyla aktarıyordu bana.
Tekrardan gözlerimi açıyordum. Nehir tam karşımda dikilirken, anılar üzerime üzerime geliyordu. Bazen küçük bir çocuğun formunda bazen şekilsiz bir cesedin ölü bakışlarında; ama yılmadan ve kesilmeden, düz bir hatta. Bu anda o sesi tekrardan duyuyordum, "Kes onları!" diye emrediyordu bana ve kollarım, zihnimin fikir süzgecinden geçmeden, kılıcıma doğru yöneliyordu.
İlk kesiş, oğlunu yaşatacağıma söz verdiğim kadının şakağına gidiyordu ve hemen onu takip eden ikincisi, küçük bir çocuğun hastalıkla bedenine uğruyordu.
Ve bu anda üzerime gelen anıların, bir cam parçası gibi kırılıp, parçalara ayrıldığına şahitlik ediyordum. Her bir kırık çam parçasında, o anılardan bir sahne, bir parça ilişiyordu gözlerime... Ve içinde biriken tüm o anıları kusmak istercesine üzerime askerlerini yollayan ve ayın sönük ışıklarıyla parıldayan Kuzuryu Gawa Nehri acı bir feryatla inliyordu. Bu anda adımlarım, üzerime doğru gelen onlarca anının, şekil bulmuş formuna doğru yöneliyordu.
Kesik bir kafaya, yüksekten küçümseyici bakışlarıyla bakan Kaoru'ya... Gecenin ıssızlığında, ayın seyirciliğinde, nehre karşı olan savaşım, bir kez daha başlıyordu.
Meraklı küçük bir çocuk gibi, tüm bu küçük şeylerin içini kurcaladığımda hislere ev sahipliği yapan anılar karşılıyordu beni ve sıradan bir insanda sadece güzel bir his uyandıran bu nehir, beni anılarla dolu koca bir boşluğa çekiyordu. Bu anda tutunabildiğim tek dalım, genizden gelen bir iç çekme dışında bir şey olmuyordu. Göz kapaklarım yavaşça kapanıyor ve nehirle aramda olan o kontak, yerini sonsuz bir karanlığın sessizliğine bırakıyordu. Ne küçük bir çocuğun ölmeden önceki o son güçsüz nefesin hırıltılı sesi ne de sözleri bir zehirden farksız Kaoru'nun güçlü ses tonu. Ben her şeyimle karanlıkta kaybolmayı kabul ettiğimde, bunlardan geriye hiçbir şey kalmıyordu.
Ama bedenimin sonsuz bir karanlıkta, emsalsiz sürüklenişi, içten içe beni tüketen İshigakure sevgisinin engeline takılıyordu ve sesi hiçbir şeyi andırmayan, fazlasıyla yabancı biri o çatallaşmış ses tonuyla gözlerimi açmamı fısıldıyordu. Neden burada olduğumu ve neden burada olmam gerektiğini, hiç bozulmayan ses tonuyla aktarıyordu bana.
Tekrardan gözlerimi açıyordum. Nehir tam karşımda dikilirken, anılar üzerime üzerime geliyordu. Bazen küçük bir çocuğun formunda bazen şekilsiz bir cesedin ölü bakışlarında; ama yılmadan ve kesilmeden, düz bir hatta. Bu anda o sesi tekrardan duyuyordum, "Kes onları!" diye emrediyordu bana ve kollarım, zihnimin fikir süzgecinden geçmeden, kılıcıma doğru yöneliyordu.
İlk kesiş, oğlunu yaşatacağıma söz verdiğim kadının şakağına gidiyordu ve hemen onu takip eden ikincisi, küçük bir çocuğun hastalıkla bedenine uğruyordu.
Ve bu anda üzerime gelen anıların, bir cam parçası gibi kırılıp, parçalara ayrıldığına şahitlik ediyordum. Her bir kırık çam parçasında, o anılardan bir sahne, bir parça ilişiyordu gözlerime... Ve içinde biriken tüm o anıları kusmak istercesine üzerime askerlerini yollayan ve ayın sönük ışıklarıyla parıldayan Kuzuryu Gawa Nehri acı bir feryatla inliyordu. Bu anda adımlarım, üzerime doğru gelen onlarca anının, şekil bulmuş formuna doğru yöneliyordu.
Kesik bir kafaya, yüksekten küçümseyici bakışlarıyla bakan Kaoru'ya... Gecenin ıssızlığında, ayın seyirciliğinde, nehre karşı olan savaşım, bir kez daha başlıyordu.