Shinobi'nin yorgun bakışları küçük odada dolanırken, geceyi bir örtü misali kapatan karanlık pencereden içeriye vuruyordu. Issız bir geceydi bugün. Sokakların tenha, insanların uykuyla çabuk buluştuğu... O, uyuyamıyordu. Gözlerini kapattığında onu bekleyen şey, ziyadesiyle korkunç ve baş edemediği bir şeydi. Onun yüzünden ölen insanların yakarışları, küfürleri ve lanetleri... Sayılarını sayamadığı kadar çoklardı ve hepsi hep bir ağızdan aynı şeyleri, aynı karanlık tonda söyleyebiliyorlardı. Ryu, sayılarını bilmese bile, bu insan selinin her birinin yüzünü, sesini ve ölmeden önceki o son ifadelerini hatırlayabiliyordu... İsimleri? Kaçının ismini ölmelerine sebep olmadan önce öğrenebilmişti ki? Öfkeyle sıktığı yumruk, avucunun içindeki ete baskı yaparken, kıpkırmızı olmuş elinin acısını hissetmiyordu bile. Hissedebildiği tek şey, kalbini kuşatmış olan o acıydı. Bu, küçük bir çocuğun kollarında öldüğü zaman hissedebileceğin türden bir acıydı. Çoğu insanın hayatı boyunca bir gramını bile hissedemeyeceği nadir türdendi ve Ryu bu nadir ve ender olan şeyden ölmek isteyecek kadar nefret ediyordu. Belki de, Ryu için ölmek bu acıdan uzaklaşmak için tek seçenekti.
Eğer ölmek için yeteri kadar cesareti varsa... Hoş, shinobi bunun cesaretle alakası olmadığını biliyordu. Ölmek ya da ölmeyi istemek cesaretten ziyade, tamamen çaresizliğin doğurduğu bir sonuçtu ona göre. Eğer çıkışı olmayacak bir noktaya vardıysa insan, ölmek için yeteri kadar çaresiz olacak konuma gelmiştir. Ryu, o kadar çaresiz hissetmiyordu. En azından şu ana kadar bir kez bile kendini öldürmeyi düşünmemişti; fakat her gece gözlerini kapattığında uyanan kabuslarında yaşayan ölüler bunu görmek için oldukça hevesliydiler.
Onların lanetine, lanet ederek karşılık vermiyordu Shinobi... Onları bu kadere sürükleyerek oluşturduğu bu kaderi ve bu dünyayı kabul ediyordu içtenlikle. Kızıyordu, sövüyordu ve hatta bazı geceler öfke dolu bağırışları sokakları perçemliyordu, ama tüm bunlar tamamen kendine karşı olan tutumlardı. İçinde başarısız olan her şeyi her zaman olduğu gibi bir kez daha tüm sorumluluğu ile üstüne alıyordu. Kendi içinde bile kimseye hata yüklemiyor ve pay etmiyordu. Tüm sıvıyı emen bir süngerin açlığı ile tüm sorumluluğu ve hataları üstleniyordu. Tüm bunlara sonsuza kadar dayanabileceğini düşünen küstah ve inançlı bir tarafı vardı... Küçükken ailesini kaybetmiş bir çocuğun acı dolu bir yaşama olan bağışıklığına güveniyordu.
Yorgun gözleri daha fazla dayanamayacakmış gibi gözüken sinyaller veriyordu. Bir kaç istemsizce kapanan göz kapakları, bir tutam güçle tekrardan kalkmasına rağmen, tekrardan her an düşecekmiş gibi gözüküyordu. Yorgun geçen bir günün gecesiydi bu. Hem zihnen hemde bedenen oldukça yorulmuştu.
Bu yorgunluğa direnmeye çalışsa bile, gözleri son kapanışında bir daha kalkmadı. Karanlık, bu sefer Ryu'nun iç dünyasını da ele geçirdi; ama geceyi saran o sessizlik bundan nasibini alamadı. Karanlıkta tek tek açılan o ölü bakışlı gözler, ardı ardına konuşmaya ve aynı şeyleri söylemeye başladılar.
"Senin yüzünden Jirou Ryu! Öl, geber, öl, geber!..."
Pencereden içeriye doluşmak için karanlığı çoktan bastıran günün ilk ışıkları, sabırsız ve oyun meraklısı bir çocuk edasıyla pencerenin hemen önündeki tekli koltukta sızmış olan genç adamın yüzüne konarken, ağır ağır gözlerini açmaya başladı Shinobi. İshigakure'nin sıcak bir yaz gününde olabildiğince acımasız ve sert olan güneş ışıkları, kışın oldukça ılıman ve nazik oluyordu. "En azından kış güneşinin gün ışınları olduğu için, şanslıyım." diye mırıldandı daha saniyeler öncesine kadar zihninde ölülerle mücadele etmesine oldukça alışmış bir şekilde. Tek bir hamle ile koltuktan doğrulup, ayakları üstünde dururken, donuk bakışları evin içinde kısa bir tur attı. Her sabah olduğu gibi, sessizdi ev. Boş ve ıssız görünümü ise bir tabu haline aldığı için, o detaya takılmamıştı bile.
Elini yüzünü yıkamak için banyoya yöneldi. Salonun koridora bağlanmasından hemen sonraki odanın hemen yanıydı. Küçük ve otantik bir eve yakışır bir küçüklükte lavaboydu burası. Duş almak için küçük bir kabin, kabinin hemen yanına yapılmış bir klozet ve ondan iki metre uzaklığındaki lavabo.
Eskiden lavabonun hemen üstünde bir ayna olmasına rağmen, artık sadece o aynanın geride bıraktığı bir iz vardı. Ryu, tüm o kayıplardan sonra, sabahları kendisine aynada bakmanın oldukça çekilmez bir hal aldığını fark eder etmez söküp atmıştı. Uzun bir süredir kendine bakmak için bir ayna kullandığını anımsayamıyordu. Yüzünün belli kısımlarını belki beyni unutmaya bile başlamış olabilirdi.
Bu yüzden herhangi birinden farklı olarak yüzüne bir kaç kez sertçe su çarpmak dışında bir şey yapmadı. Banyoyu terk etti ve gündelik kıyafetlerinin üzerinde olmasından ötürü, sadece uyuya kaldığı koltuğun gövdesine yaslamış olduğu kılıcını alıp evi terk etti.
Bir süredir Ryu, herhangi bir görevden ve emirden bağımsız olarak günün ilk ışıklarında köyde devriye geziyordu. Günün ilk ışıklarında, İshigakure'nin güvende olduğundan emin olmak ve iş yerlerini yeni açmaya başlamış normal insanların, sıradan günlük hayatlarının başlangıcını seyretmek ona huzur veriyordu.
"Sorunsuz gözüken bir gün daha..." diye sesli bir şekilde düşündü, rahat bir nefes aldıktan sonra. Adımları tüm ara sokakları teker teker dolandıktan sonra meydana doğru getirmişti onu. Bakışları ise çevrede dolanmaya biraz ara vermiş, tamamen gökyüzüne doğru dönmüştü.
Temiz havayı ruhunu ve bedenini arındırmak umuduyla içine doğru çekerken, göğe bakan bakışları buna ayak uydururcasına tekrardan yere doğru yönelmişti. İşte bu sırada, meydanın tam ortasında lotus duruşuna geçmiş Butsuo'yu gördü. En az işe gitmek ya da başka bir amaç uğruna meydanı kullanan onlarca İshigakure vatandaşı gibi oda şaşkınca bu tanıdık adamı izledi; fakat bu izleme bir süre sonra amacını meraka bıraktı.
Fakat bir fikir oluşmadı. En azından onlarca oluşan fikir arasından, hangisinin doğru olabileceğinden emin olamadı Shinobi; çünkü onunda bu an fark ettiği gibi, o bu adamı fazla tanımıyordu. Herkesten birazcık daha fazla şey biliyordu o kadar, fakat bu onu anlaması için yeterli değildi... Ama, Ryu tüm bu an boyunca Butsuo'yu gözlemlerken, sadece merakını dindirmemişti. Bu süreçte, zihninde oluşan fikri de kafasında tartmıştı. Butsuo'nun çılgın biri olduğundan emindi, ama ona güvenebileceğinden de emindi. Bir shinobi'nin vasıflarına hakimdi. Bu yüzden belki de Butsuo'yu, günahlarının kefareti için olacak ava dahil edebilirdi.
Bu yüzden durduğu yerden Butsuo'yu izlemeyi bıraktı. "Oita Butsuo! Meditasyon yapmak için biraz garip bir yer seçmişsin." dedi, bir kaç metre kala Butsuo'ya. Arkadaşça konuştu, ama yüz hattındaki sabitleşmiş soğukluk onu pekte arkadaş canlısı göstermiyordu. En az Butsuo kadar... Zira o soğuk olmamasına rağmen, en az Ryu kadar öldürücü bir vahşi hayvanı andırıyordu. Aralarındaki tek fark biri yılanı andırırken, diğeri daha çok pençeleri olan bir kaplanı andırıyordu.
Eğer ölmek için yeteri kadar cesareti varsa... Hoş, shinobi bunun cesaretle alakası olmadığını biliyordu. Ölmek ya da ölmeyi istemek cesaretten ziyade, tamamen çaresizliğin doğurduğu bir sonuçtu ona göre. Eğer çıkışı olmayacak bir noktaya vardıysa insan, ölmek için yeteri kadar çaresiz olacak konuma gelmiştir. Ryu, o kadar çaresiz hissetmiyordu. En azından şu ana kadar bir kez bile kendini öldürmeyi düşünmemişti; fakat her gece gözlerini kapattığında uyanan kabuslarında yaşayan ölüler bunu görmek için oldukça hevesliydiler.
Onların lanetine, lanet ederek karşılık vermiyordu Shinobi... Onları bu kadere sürükleyerek oluşturduğu bu kaderi ve bu dünyayı kabul ediyordu içtenlikle. Kızıyordu, sövüyordu ve hatta bazı geceler öfke dolu bağırışları sokakları perçemliyordu, ama tüm bunlar tamamen kendine karşı olan tutumlardı. İçinde başarısız olan her şeyi her zaman olduğu gibi bir kez daha tüm sorumluluğu ile üstüne alıyordu. Kendi içinde bile kimseye hata yüklemiyor ve pay etmiyordu. Tüm sıvıyı emen bir süngerin açlığı ile tüm sorumluluğu ve hataları üstleniyordu. Tüm bunlara sonsuza kadar dayanabileceğini düşünen küstah ve inançlı bir tarafı vardı... Küçükken ailesini kaybetmiş bir çocuğun acı dolu bir yaşama olan bağışıklığına güveniyordu.
Yorgun gözleri daha fazla dayanamayacakmış gibi gözüken sinyaller veriyordu. Bir kaç istemsizce kapanan göz kapakları, bir tutam güçle tekrardan kalkmasına rağmen, tekrardan her an düşecekmiş gibi gözüküyordu. Yorgun geçen bir günün gecesiydi bu. Hem zihnen hemde bedenen oldukça yorulmuştu.
Bu yorgunluğa direnmeye çalışsa bile, gözleri son kapanışında bir daha kalkmadı. Karanlık, bu sefer Ryu'nun iç dünyasını da ele geçirdi; ama geceyi saran o sessizlik bundan nasibini alamadı. Karanlıkta tek tek açılan o ölü bakışlı gözler, ardı ardına konuşmaya ve aynı şeyleri söylemeye başladılar.
"Senin yüzünden Jirou Ryu! Öl, geber, öl, geber!..."
Pencereden içeriye doluşmak için karanlığı çoktan bastıran günün ilk ışıkları, sabırsız ve oyun meraklısı bir çocuk edasıyla pencerenin hemen önündeki tekli koltukta sızmış olan genç adamın yüzüne konarken, ağır ağır gözlerini açmaya başladı Shinobi. İshigakure'nin sıcak bir yaz gününde olabildiğince acımasız ve sert olan güneş ışıkları, kışın oldukça ılıman ve nazik oluyordu. "En azından kış güneşinin gün ışınları olduğu için, şanslıyım." diye mırıldandı daha saniyeler öncesine kadar zihninde ölülerle mücadele etmesine oldukça alışmış bir şekilde. Tek bir hamle ile koltuktan doğrulup, ayakları üstünde dururken, donuk bakışları evin içinde kısa bir tur attı. Her sabah olduğu gibi, sessizdi ev. Boş ve ıssız görünümü ise bir tabu haline aldığı için, o detaya takılmamıştı bile.
Elini yüzünü yıkamak için banyoya yöneldi. Salonun koridora bağlanmasından hemen sonraki odanın hemen yanıydı. Küçük ve otantik bir eve yakışır bir küçüklükte lavaboydu burası. Duş almak için küçük bir kabin, kabinin hemen yanına yapılmış bir klozet ve ondan iki metre uzaklığındaki lavabo.
Eskiden lavabonun hemen üstünde bir ayna olmasına rağmen, artık sadece o aynanın geride bıraktığı bir iz vardı. Ryu, tüm o kayıplardan sonra, sabahları kendisine aynada bakmanın oldukça çekilmez bir hal aldığını fark eder etmez söküp atmıştı. Uzun bir süredir kendine bakmak için bir ayna kullandığını anımsayamıyordu. Yüzünün belli kısımlarını belki beyni unutmaya bile başlamış olabilirdi.
Bu yüzden herhangi birinden farklı olarak yüzüne bir kaç kez sertçe su çarpmak dışında bir şey yapmadı. Banyoyu terk etti ve gündelik kıyafetlerinin üzerinde olmasından ötürü, sadece uyuya kaldığı koltuğun gövdesine yaslamış olduğu kılıcını alıp evi terk etti.
Bir süredir Ryu, herhangi bir görevden ve emirden bağımsız olarak günün ilk ışıklarında köyde devriye geziyordu. Günün ilk ışıklarında, İshigakure'nin güvende olduğundan emin olmak ve iş yerlerini yeni açmaya başlamış normal insanların, sıradan günlük hayatlarının başlangıcını seyretmek ona huzur veriyordu.
"Sorunsuz gözüken bir gün daha..." diye sesli bir şekilde düşündü, rahat bir nefes aldıktan sonra. Adımları tüm ara sokakları teker teker dolandıktan sonra meydana doğru getirmişti onu. Bakışları ise çevrede dolanmaya biraz ara vermiş, tamamen gökyüzüne doğru dönmüştü.
Temiz havayı ruhunu ve bedenini arındırmak umuduyla içine doğru çekerken, göğe bakan bakışları buna ayak uydururcasına tekrardan yere doğru yönelmişti. İşte bu sırada, meydanın tam ortasında lotus duruşuna geçmiş Butsuo'yu gördü. En az işe gitmek ya da başka bir amaç uğruna meydanı kullanan onlarca İshigakure vatandaşı gibi oda şaşkınca bu tanıdık adamı izledi; fakat bu izleme bir süre sonra amacını meraka bıraktı.
Fakat bir fikir oluşmadı. En azından onlarca oluşan fikir arasından, hangisinin doğru olabileceğinden emin olamadı Shinobi; çünkü onunda bu an fark ettiği gibi, o bu adamı fazla tanımıyordu. Herkesten birazcık daha fazla şey biliyordu o kadar, fakat bu onu anlaması için yeterli değildi... Ama, Ryu tüm bu an boyunca Butsuo'yu gözlemlerken, sadece merakını dindirmemişti. Bu süreçte, zihninde oluşan fikri de kafasında tartmıştı. Butsuo'nun çılgın biri olduğundan emindi, ama ona güvenebileceğinden de emindi. Bir shinobi'nin vasıflarına hakimdi. Bu yüzden belki de Butsuo'yu, günahlarının kefareti için olacak ava dahil edebilirdi.
Bu yüzden durduğu yerden Butsuo'yu izlemeyi bıraktı. "Oita Butsuo! Meditasyon yapmak için biraz garip bir yer seçmişsin." dedi, bir kaç metre kala Butsuo'ya. Arkadaşça konuştu, ama yüz hattındaki sabitleşmiş soğukluk onu pekte arkadaş canlısı göstermiyordu. En az Butsuo kadar... Zira o soğuk olmamasına rağmen, en az Ryu kadar öldürücü bir vahşi hayvanı andırıyordu. Aralarındaki tek fark biri yılanı andırırken, diğeri daha çok pençeleri olan bir kaplanı andırıyordu.