"Moriai Jouichirou"
Parlayan noktaların ortasındaki sonsuz karanlığın içinde sırt üstü pozisyonda uzanır halde bulmuştu kendisini. Hiçbir şey hissetmiyordu, ona rağmen sanki altında bir zemin varmış gibi temas ettiği noktaların etrafından ışık dalgaları yayılıyordu boşluğa. Kirli ve boğuk bir sesle ismini söylüyordu birisi, Jouichirou sesin geldiği yeri algılayamıyordu. Sanki her yerden geliyormuş, tüm sonsuzluğu dolduruyormuş gibiydi ses. Elini kalbinin üstüne götürmeye çalıştı. Kolunun olduğu yerden kalkması o kadar yavaştı ki, göğsünün üstüne gelmesi günler sürmüştü. Eli havada hareket ederken karanlığın içinde hareket ettiği yerlerde aydınlıktan bir iz bırakıyordu. Eli göğsünün üstüne gelene kadar kaç gün geçtiğini algılayamaz bir şekilde beklemişti sadece. Zaten gün sayabileceği bir güneş bile yoktu bulunduğu karanlıkta. Kalp atışlarını hissetmeyi bekledi. Parlayan noktalar, etrafında binlerce tur atana kadar bekledi. Kalp atışını hissetmiyordu.
Kulaklarında yankılanan adıyla birlikte, tozlu toprak kokusu doldu burnundan içeri. Sırt üstü uzanıyordu kalabalığın içinde. Nefes alamıyor, acı çekiyordu. Hayatta kalma içgüdüsünün verdiği enerji ile ayağa kalkmayı başarmıştı, kalabalıkta bulduğu ilk kişiye ölmek üzere olduğunu belli etmişti. Bulunduğu noktadan geri dönüşünün olup olmadığını bilmiyordu. Her şey için çok geç olabilirdi. Kasabalıya attığı adımlar süresince daha önce hiç ölüm hakkında düşünmediğini fark etti. Hangi yoldan gidip, nereye varacağını bilmediği bir serüvene doğru yol alıyordu. Bir önceki görevde öldürmek zorunda kaldığı hırsızı hatırladı. Jouichirou'nun kunaisi hırsızın göğsüne girdiğinde, hırsızın bakışlarının enerjisini kaybettiği görüntü geldi gözlerinin önüne. Nereye gitmişti? İçindeki chakraya ne olmuştu? Kalbinin atmasını sağlayan enerji nereye kaybolmuştu? Soruların cevabı hakkında hiçbir fikri yoktu. Öğrenmek üzere olduğunu fark ettiğinde ise kasabalı gence söyleyeceklerinin sonu gelmişti ve yere yığılmıştı.
Parlayan noktalarında ortasında kendisini çağıran ses dolduruyordu kulaklarını. Kimi görmesi gerektiğini, kimi araması gerektiğini bilmiyordu. Bu sonsuz boşlukta tamamen yalnızdı oysa. Üzerinden geçen balina dışında hiçbir şey görmemişti. Parlayan noktalar teker teker sönmeye başladılar. Önce en uzakta olanların ışığı yok oldu, daha sonra Jouichirou'ya en yakın olanlara doğru devam etti karanlık. Karanlık bir küre kendisine doğru kapanıyordu yavaş yavaş. Yatıyor gibi hissetmesine rağmen; nerenin üstü, nerenin altı olduğunu bilmemesinin verdiği bilinmezlikte kendisini ayakta olduğuna inandırmıştı. Bu sefer ayaklarının altından yayılıyordu ışık dalgaları. Karanlık küre son parlayan noktaya kadar kapadığında, etrafı aydınlatan tek şey Jouichirou'nun ayaklarının altından yayılan ışık çemberleriydi. Neden olduğunu bilmediği bir şekilde içinde huzuru hissediyordu. Sanki biraz sonra olacak şeyler, onu her şeyin sonuna kadar burada tutmayacakmış gibi.
Göğsünde büyük bir acı vardı. Kalabalık sanki onun ölmesi normalmiş gibi yerleşkeye doğru hücum etmeye devam ediyordu. Biraz önce zehir hakkında konuştuğu genç shinobi doğru bir şey yapamazsa, bu yerleşkeye saldıranların bir kısmı da Jouichirou'yla aynı duruma düşecekti. Haru'nun nerede olduğunu düşündü. Kendisinden kötü bir durumda değildi muhtemelen. Kendi oyun alanı olan, savaş meydanına gitmişti güneşin görmediği kız. Birilerini tek mızrak darbesiyle öldürüyordu belki de şu an. Jouichirou ise gözleri yarı açık bir şekilde gökyüzünü izliyordu. Kalbi atmıyor, nefes alamıyordu. Gözleri yavaş yavaş kapanmaya başladı. Gözleri kapanırken yerleşkeye doğru kaydı göz bebekleri. Hayal mi görüyordu bilmiyordu ama yerleşkenin duvarında gördüğü kişi tahmin ettiği kişiyse eğer, kasaba kurtulmuştu. Kendisi için ise o kadar parlak düşünemiyordu. Dudaklarını hareket ettirmeden boğazında kalan son nefesiyle "Kizashi" diye fısıldadı.
Kendi üzerine daralan küredeki karanlıkta yalnız başınaydı. Nefes almıyor, kalbi atmıyordu. Öylece bekliyordu olduğu yerde. Daha fazla bekleyemeyecek kadar uzun zaman geçtiğinde yürümeyi denedi. Etrafındaki karanlıktan küre, kendisiyle birlikte hareket etmeye devam ediyordu. Durdu. Çıkışı olmayan bir sonsuzluğun içinde kalmıştı. Ellerini ram mührü yaparak göğsünün önünde birleştirdi. Chakrası hala orada mıydı bilmiyordu. Gözlerini kapadı. Bir şeyler hissetmek istiyordu, bu sessizlik ve sonsuzluk zihninde gezen yüzlerce fikrin tekrar tekrar birbirleriyle savaşmasını sağlıyordu. Dinginleşip fikirlerini zihninden tamamıyla atmaya çalıştı. Gözlerini açtığında karşısında ışıktan bir çember oluştuğunu gördü. Çemberin etrafında altı çember daha oluştu. O altı çemberin etrafında birer çember daha belirdi daha sonra. Çemberlerin merkezlerinde parlak noktalar oluştu, sonra ise o parlak noktalar çizgiler ile birbirlerine bağlandı. Zihninde şu an sadece karşısında oluşan sembol vardı.
"Rab seni unutmadı."