[Geçmiş] Ay Işığı
Posted: May 11th, 2019, 8:58 pm
Ayame sıkıca sarılmış hançerine, öldürme dürtüsü her geçen saniye körüklenip daha da alevlenirken. Korku dolu gözleri görevinden başka bir şeyi göremez olmuş. Kızıl saçları, baharın gidişatını haber veren yaprakların rengindeymiş, her biri yerde toplanıp, süpürülüp giden. Açık ela gözleri soluk orman manzaralarını hatırlatırmış görmek isteyenlere. Sıcacık teni, peşinden koşan erkeklerin içini de ısıtırmış. Güzel bir kadın, iyi bir asker, muhteşem bir vatandaşmış Ayame.
Sıkıca sarılmış Ayame hançerine, karanlıkta beklemenin ne kadar zor olduğunu hatırlarken. Hançerini tuttuğunu hissedemiyormuş bile, öylesine nasırlanmış elleri. Hançerin kınında sonsuz iğne olsa hepsi eline çarpınca kırılırmış, öyle çok savaşmış Ayame, öyle çok nasır tutmuş narin elleri. Sayısız insanın canını almış geçmişte. Haklı ya da haksız, görev ne emrederse onu uygulamış, hiç arkasına bakmadan. Yorulmuş bazen, bıkmış. Ama aldığı canların kim olduğunu bile sorgulamamış. Giderek nefesini yavaşlatmış, ve bir timsah gibi beklemeye başlamış avını.
Bulunduğu evin dışındaki rüzgarı duyabiliyormuş o an. Duymazdan gelmiş. Kalp atışları bastırıyormuş bazen rüzgarın uğultusunu. Nefes alıp verişinin yüzlerce kat daha gürültülü olduğuna yemin edebilirmiş. Oysa ki sıradan bir günmüş bu, sıradan bir görev, alınacak sıradan bir can. Vakur duruşunu bir anlığına bozmuş avını beklerken. Yaşadıkları geçmiş aklından. Sevgilisi geçmiş. Ailesi geçmiş. Evet, evlenecekti sevdiği adamla. En azından kadın, o anda öyle düşünüyormuş. Kalp atışlarının hızlanması gerekse dahi düşüncelerinden ötürü, yavaşlamış. Yakalanmaktan korkuyormuş. Sıkıca sarılmış bıçağına Ayame, sanki birkaç kalp atışı sonra avına saldırabilecekmiş gibi. Oysa ki bulunduğu evde kimse olmadığı halde avını bekliyormuş.
Burada oluşunun sebeplerini bilmiyor olduğunu fark etmiş o an. Sadece yaşadıkları, yaptıkları, onu bu noktaya getirmişti. Öldür, yok et. Parçala. Hayatın kavramlarının bu denli basit, insanların üstleri bu kadar çizilebilir, yozlaşmanın bu denli yüksek olduğu bu dünyada Ayame nasıl olur da bir çocuk getirmek isteyebilirdi ki? O da onlardan biri olacaktı, eninde sonunda. O da yaşayan, yürüyen, nefes alıp öldüren biri mi olmalıydı? En azından Ayame böyle düşünüyormuş. Gerçi, düşünceleri çok da fark etmiyormuş zaten. Kimse onu dinlemezmiş; fakat alay da etmezlermiş. Zaten o da düşüncelerini kendine saklarmış. Ölümden başka pek bir şey paylaşmazmış insanlarla. Kalp atışları yavaşladıkça kan derisinden çekilmiş. Sımsıcak teni beyazladıkça, bulunduğu odayı aydınlatan tek ışık kaynağı Ay, gözüne daha büyük bir şeymiş gibi gözükmeye başlamış. Saklandığı dolabın içinden, birazcık aralık bıraktığı kapaklarından dışarı, ay ışığıyla aydınlanan odaya bakmış. Kendisi hariç her şeyi gözlerinin önüne serilmiş. Birkaç dakika sonra bu evdeki eşyalar sahipsiz kalacak, bunun farkındalığı olmadan durmaya devam ediyorlar.
Görevini tekrar etmiş o an içinden. “Ev halkının tamamı öldürülecek.” Neden diye sormadan, altında sebep aramadan, bir canın bedeli düşünülmeden yapılacak bir iş. Ölüm bu evdekiler için gelmişti.
Kapının sesiyle uyanmış, karlarla örtülü düşünsel uykusundan. Ayak seslerini, konuşmaları, kalp atışlarını duyabiliyormuş katil kız. Öldürülecek 3 kişi. Kapüşonunu örtmüş, saklamış güzel saçlarını. Peçesini çekmiş suratına. Hiçkimse tanıyamazmış onu bu halde, ölümün haricinde. Ölüm bu evdekiler için gelmişti.
Bir çocuk, bir kadın, ve bir erkek. Bir aileyi dağıtacağının farkındalığında boğulmamış Ayame, yüzmüş sadece derin buzlu sularında. Gerçeklikle barışıktı o her zaman, hayat bazıları için sonsuza kadar sürecek bir şey değildir. Ölüm bu evdekiler için gelmişti. Hançerine sıkıca sarılmış Ayame. Adam dolaba yaklaştığında ise çıkmış saklandığı yerden. Her zamanki gibi bir iş.
Adam, fark etmemiş bile evinde biri olduğunu. Arkasından yaklaşan bir suikastçi olduğunu. Kız adamı omzundan tutmuş, ve boğazında derin bir yarık açmış, tam ses tellerinin olduğu yerde. Adam ses bile çıkaramamış zaten, hemen yere yığılmış kanlar içinde. Ciğerlerine dolmuş damarlarından çıkan kan, midesine dolmuş, ağzından taşmış, öksürmeyi başaramamış. Son sözleri, “Çok yorgunum…” olmuş. Elbette, Ayame bunu duymamış bile.
Hızla basamakları tırmanmaya başlamış, kadının olduğu yere doğru. Yüzüne sıçrayan kan gözlerine gelse bile görüşünü engellememiş. Adımları o kadar sessizmiş ki, tahta basamakları bile gıcırdatmamış. Hızla çıkmış evin ikinci katına. Odalardan ışığı açık olana girince kadını görmüş. Kadının tepki süresinden daha kısaymış Ayame’nin hançerini savurma süresi. Aynı şekilde, kocası gibi yere yığılmış kanlar içinde. Gözleri açık ölmüş kadın, asla kaçamayacağı sonla savaşmaya çalışırken. Elbette, Ayame bunu fark etmemiş bile.
Ardından diğer bir odaya girmiş soğuk kanlı katil kız. Ardında bıraktıklarına bakmadan. Önce oyuncak ayıyı görmüş çocuğun kucağındaki. Bir gözü eksikmiş oyuncak ayının. Çocuğu görmüş sonra. Altı, belki yedi yaşlarındaymış, büyük masmavi gözleriyle bakmış çocuk, katile. Elbette, Ayame çocuğun gözlerinin rengine bakmamış bile. Aynı şekilde yanına yaklaşmış, yaklaşırken hiçbir şey hissetmemiş. Saniyenin onda biri süre içinde Ayame o çocuğun da boğazında derin bir kesik açmış. Sıçrayan kan, çocuğun upuzun, altın sarısı saçlarına, elinde tuttuğu kahverengi ayısına bulaşmış. Elbette, Ayame bunu görmemiş bile.
Geride bıraktığı üç bedeni düşünmeye yarım saniye bile ayırmamış. Yanında getirdiği benzini hatırlamış Ayame, kanıtların yokedilmesi gerektiğinin farkındalığıyla benzinin kapağını açmış ve yerleri ıslatmaya başlamış aşağı kattan başlayıp. Duvarlara, halılara dökmüş. Merdivenlere dökmüş. Benzinin kokusu burnunu rahatsız etse de, aldırış etmemiş.
Bir çığlık kaplamış kulaklarını, yeri ateşe verdikten hemen sonra. Öldürdüğü çocuğun odasından, yaşlı bir kadın çığlığı doldurmuş kulaklarını. “Yanlış saymışım…” demiş kendi kendine. Onurlu duruşunu bozmadan yavaş adımlarla çocuğun odasına doğru yönelmiş, hançerini göğüs hizasında tutarken. Kendini bir savaşa hazırlamış, bu sefer bir suikast değil bir savaş olacağının inancıyla.
Odaya girmiş, yerlerin kanla kaplı olduğunu görmüş önce. Boynu tamamen açık çocuğun, yerde oturan birinin kucağında olduğunu görmüş. Kadını görmüş sonra. Yüzündeki kırışıklıkları görmüş. Masmavi gözlerini görmüş kadının. Kamburunu görmüş. Zaten yaşayacak hayatı kalmadığını fark etmiş. Rahatlama hissiyle gardını indirmiş.
“Lanet olası!” diye bağırmış kadın. Gözlerinden bu kadar kısa süre içinde inanılması güç miktarda gözyaşı dökmüş. “Neden? NEDEN?” diye haykırmış kadın. Elbette, Ayame aldırış etmemiş bile.
“Alçak, şerefsiz! NEDEN KIYDIN, NASIL KIYDIN?” çığlıklar giderek güçsüzleşmiş, kadının yaşlı ses telleri kaldıramaz olmuş acıları. Çatallaşmış. Sesli şekilde ağlamaya, ağlarken çığlık atmaya başlamış. Kadın gördüklerinin ağırlığı altında ezildikçe ezilmiş. Çocuğun bedeninin üzerine kapanmış, ağlamış. Elbette, bunlar Ayame için hiçbir şey ifade etmemiş bile. Yavaş adımlarla kadına yaklaşmış, yaşayacak saniyeleri olduğunu fark etsin diye. Ev hızlı bir şekilde alev almış, hatta yıkılan, çatlayan tahtaları duymuş Ayame. Odaya dolmuş ateş. Ölüm, bu evdekiler için gelmişti.
Kadın hınçla kaldırmış başını, suikastçinin gözlerine bakmış. Ayame’nin gözleri hiç olmadığı kadar ela rengindeymiş o gece. Hiç o kadar derin olmamıştır daha önce. Yaşlı kadın acı içinde titrerken son sözlerini söylemiş. “Umarım sen de aynı şeyi yaşarsın. Umarım sen de çocuğunun öldüğünü görürsün. Lanet olsun sana! Çürüyüp gidesin! Yok olasın! Umarım soyun hiçbir zaman gün yüzü görmez. Lanet olsun sana! Umarım sen de yaşattıklarını yaşamadan ölmezsin. Umarım senin de çocukların hiçbir zaman güneşi göremez.”
Torununun cesedine kapanan kadının saçlarını kavramış Ayame, yukarı kaldırmış, kadın çığlık çığlığa ağlarken. Onun da boğazını kesmiş, çığlıklar kesilmeden hemen önce. Alevler onu almadan camdan çıkmış, hançerini kınına sokarken. Ayame kadının söylediği şeyleri işitse de, alevler içindeki evi terk ederken aklındaki tek şey ay ışığıymış.
Sıkıca sarılmış Ayame hançerine, karanlıkta beklemenin ne kadar zor olduğunu hatırlarken. Hançerini tuttuğunu hissedemiyormuş bile, öylesine nasırlanmış elleri. Hançerin kınında sonsuz iğne olsa hepsi eline çarpınca kırılırmış, öyle çok savaşmış Ayame, öyle çok nasır tutmuş narin elleri. Sayısız insanın canını almış geçmişte. Haklı ya da haksız, görev ne emrederse onu uygulamış, hiç arkasına bakmadan. Yorulmuş bazen, bıkmış. Ama aldığı canların kim olduğunu bile sorgulamamış. Giderek nefesini yavaşlatmış, ve bir timsah gibi beklemeye başlamış avını.
Bulunduğu evin dışındaki rüzgarı duyabiliyormuş o an. Duymazdan gelmiş. Kalp atışları bastırıyormuş bazen rüzgarın uğultusunu. Nefes alıp verişinin yüzlerce kat daha gürültülü olduğuna yemin edebilirmiş. Oysa ki sıradan bir günmüş bu, sıradan bir görev, alınacak sıradan bir can. Vakur duruşunu bir anlığına bozmuş avını beklerken. Yaşadıkları geçmiş aklından. Sevgilisi geçmiş. Ailesi geçmiş. Evet, evlenecekti sevdiği adamla. En azından kadın, o anda öyle düşünüyormuş. Kalp atışlarının hızlanması gerekse dahi düşüncelerinden ötürü, yavaşlamış. Yakalanmaktan korkuyormuş. Sıkıca sarılmış bıçağına Ayame, sanki birkaç kalp atışı sonra avına saldırabilecekmiş gibi. Oysa ki bulunduğu evde kimse olmadığı halde avını bekliyormuş.
Burada oluşunun sebeplerini bilmiyor olduğunu fark etmiş o an. Sadece yaşadıkları, yaptıkları, onu bu noktaya getirmişti. Öldür, yok et. Parçala. Hayatın kavramlarının bu denli basit, insanların üstleri bu kadar çizilebilir, yozlaşmanın bu denli yüksek olduğu bu dünyada Ayame nasıl olur da bir çocuk getirmek isteyebilirdi ki? O da onlardan biri olacaktı, eninde sonunda. O da yaşayan, yürüyen, nefes alıp öldüren biri mi olmalıydı? En azından Ayame böyle düşünüyormuş. Gerçi, düşünceleri çok da fark etmiyormuş zaten. Kimse onu dinlemezmiş; fakat alay da etmezlermiş. Zaten o da düşüncelerini kendine saklarmış. Ölümden başka pek bir şey paylaşmazmış insanlarla. Kalp atışları yavaşladıkça kan derisinden çekilmiş. Sımsıcak teni beyazladıkça, bulunduğu odayı aydınlatan tek ışık kaynağı Ay, gözüne daha büyük bir şeymiş gibi gözükmeye başlamış. Saklandığı dolabın içinden, birazcık aralık bıraktığı kapaklarından dışarı, ay ışığıyla aydınlanan odaya bakmış. Kendisi hariç her şeyi gözlerinin önüne serilmiş. Birkaç dakika sonra bu evdeki eşyalar sahipsiz kalacak, bunun farkındalığı olmadan durmaya devam ediyorlar.
Görevini tekrar etmiş o an içinden. “Ev halkının tamamı öldürülecek.” Neden diye sormadan, altında sebep aramadan, bir canın bedeli düşünülmeden yapılacak bir iş. Ölüm bu evdekiler için gelmişti.
Kapının sesiyle uyanmış, karlarla örtülü düşünsel uykusundan. Ayak seslerini, konuşmaları, kalp atışlarını duyabiliyormuş katil kız. Öldürülecek 3 kişi. Kapüşonunu örtmüş, saklamış güzel saçlarını. Peçesini çekmiş suratına. Hiçkimse tanıyamazmış onu bu halde, ölümün haricinde. Ölüm bu evdekiler için gelmişti.
Bir çocuk, bir kadın, ve bir erkek. Bir aileyi dağıtacağının farkındalığında boğulmamış Ayame, yüzmüş sadece derin buzlu sularında. Gerçeklikle barışıktı o her zaman, hayat bazıları için sonsuza kadar sürecek bir şey değildir. Ölüm bu evdekiler için gelmişti. Hançerine sıkıca sarılmış Ayame. Adam dolaba yaklaştığında ise çıkmış saklandığı yerden. Her zamanki gibi bir iş.
Adam, fark etmemiş bile evinde biri olduğunu. Arkasından yaklaşan bir suikastçi olduğunu. Kız adamı omzundan tutmuş, ve boğazında derin bir yarık açmış, tam ses tellerinin olduğu yerde. Adam ses bile çıkaramamış zaten, hemen yere yığılmış kanlar içinde. Ciğerlerine dolmuş damarlarından çıkan kan, midesine dolmuş, ağzından taşmış, öksürmeyi başaramamış. Son sözleri, “Çok yorgunum…” olmuş. Elbette, Ayame bunu duymamış bile.
Hızla basamakları tırmanmaya başlamış, kadının olduğu yere doğru. Yüzüne sıçrayan kan gözlerine gelse bile görüşünü engellememiş. Adımları o kadar sessizmiş ki, tahta basamakları bile gıcırdatmamış. Hızla çıkmış evin ikinci katına. Odalardan ışığı açık olana girince kadını görmüş. Kadının tepki süresinden daha kısaymış Ayame’nin hançerini savurma süresi. Aynı şekilde, kocası gibi yere yığılmış kanlar içinde. Gözleri açık ölmüş kadın, asla kaçamayacağı sonla savaşmaya çalışırken. Elbette, Ayame bunu fark etmemiş bile.
Ardından diğer bir odaya girmiş soğuk kanlı katil kız. Ardında bıraktıklarına bakmadan. Önce oyuncak ayıyı görmüş çocuğun kucağındaki. Bir gözü eksikmiş oyuncak ayının. Çocuğu görmüş sonra. Altı, belki yedi yaşlarındaymış, büyük masmavi gözleriyle bakmış çocuk, katile. Elbette, Ayame çocuğun gözlerinin rengine bakmamış bile. Aynı şekilde yanına yaklaşmış, yaklaşırken hiçbir şey hissetmemiş. Saniyenin onda biri süre içinde Ayame o çocuğun da boğazında derin bir kesik açmış. Sıçrayan kan, çocuğun upuzun, altın sarısı saçlarına, elinde tuttuğu kahverengi ayısına bulaşmış. Elbette, Ayame bunu görmemiş bile.
Geride bıraktığı üç bedeni düşünmeye yarım saniye bile ayırmamış. Yanında getirdiği benzini hatırlamış Ayame, kanıtların yokedilmesi gerektiğinin farkındalığıyla benzinin kapağını açmış ve yerleri ıslatmaya başlamış aşağı kattan başlayıp. Duvarlara, halılara dökmüş. Merdivenlere dökmüş. Benzinin kokusu burnunu rahatsız etse de, aldırış etmemiş.
Bir çığlık kaplamış kulaklarını, yeri ateşe verdikten hemen sonra. Öldürdüğü çocuğun odasından, yaşlı bir kadın çığlığı doldurmuş kulaklarını. “Yanlış saymışım…” demiş kendi kendine. Onurlu duruşunu bozmadan yavaş adımlarla çocuğun odasına doğru yönelmiş, hançerini göğüs hizasında tutarken. Kendini bir savaşa hazırlamış, bu sefer bir suikast değil bir savaş olacağının inancıyla.
Odaya girmiş, yerlerin kanla kaplı olduğunu görmüş önce. Boynu tamamen açık çocuğun, yerde oturan birinin kucağında olduğunu görmüş. Kadını görmüş sonra. Yüzündeki kırışıklıkları görmüş. Masmavi gözlerini görmüş kadının. Kamburunu görmüş. Zaten yaşayacak hayatı kalmadığını fark etmiş. Rahatlama hissiyle gardını indirmiş.
“Lanet olası!” diye bağırmış kadın. Gözlerinden bu kadar kısa süre içinde inanılması güç miktarda gözyaşı dökmüş. “Neden? NEDEN?” diye haykırmış kadın. Elbette, Ayame aldırış etmemiş bile.
“Alçak, şerefsiz! NEDEN KIYDIN, NASIL KIYDIN?” çığlıklar giderek güçsüzleşmiş, kadının yaşlı ses telleri kaldıramaz olmuş acıları. Çatallaşmış. Sesli şekilde ağlamaya, ağlarken çığlık atmaya başlamış. Kadın gördüklerinin ağırlığı altında ezildikçe ezilmiş. Çocuğun bedeninin üzerine kapanmış, ağlamış. Elbette, bunlar Ayame için hiçbir şey ifade etmemiş bile. Yavaş adımlarla kadına yaklaşmış, yaşayacak saniyeleri olduğunu fark etsin diye. Ev hızlı bir şekilde alev almış, hatta yıkılan, çatlayan tahtaları duymuş Ayame. Odaya dolmuş ateş. Ölüm, bu evdekiler için gelmişti.
Kadın hınçla kaldırmış başını, suikastçinin gözlerine bakmış. Ayame’nin gözleri hiç olmadığı kadar ela rengindeymiş o gece. Hiç o kadar derin olmamıştır daha önce. Yaşlı kadın acı içinde titrerken son sözlerini söylemiş. “Umarım sen de aynı şeyi yaşarsın. Umarım sen de çocuğunun öldüğünü görürsün. Lanet olsun sana! Çürüyüp gidesin! Yok olasın! Umarım soyun hiçbir zaman gün yüzü görmez. Lanet olsun sana! Umarım sen de yaşattıklarını yaşamadan ölmezsin. Umarım senin de çocukların hiçbir zaman güneşi göremez.”
Torununun cesedine kapanan kadının saçlarını kavramış Ayame, yukarı kaldırmış, kadın çığlık çığlığa ağlarken. Onun da boğazını kesmiş, çığlıklar kesilmeden hemen önce. Alevler onu almadan camdan çıkmış, hançerini kınına sokarken. Ayame kadının söylediği şeyleri işitse de, alevler içindeki evi terk ederken aklındaki tek şey ay ışığıymış.