Page 1 of 1

[Geçmiş] Ay Işığı

Posted: May 11th, 2019, 8:58 pm
by Kurosawa Haru
Ayame sıkıca sarılmış hançerine, öldürme dürtüsü her geçen saniye körüklenip daha da alevlenirken. Korku dolu gözleri görevinden başka bir şeyi göremez olmuş. Kızıl saçları, baharın gidişatını haber veren yaprakların rengindeymiş, her biri yerde toplanıp, süpürülüp giden. Açık ela gözleri soluk orman manzaralarını hatırlatırmış görmek isteyenlere. Sıcacık teni, peşinden koşan erkeklerin içini de ısıtırmış. Güzel bir kadın, iyi bir asker, muhteşem bir vatandaşmış Ayame.

Sıkıca sarılmış Ayame hançerine, karanlıkta beklemenin ne kadar zor olduğunu hatırlarken. Hançerini tuttuğunu hissedemiyormuş bile, öylesine nasırlanmış elleri. Hançerin kınında sonsuz iğne olsa hepsi eline çarpınca kırılırmış, öyle çok savaşmış Ayame, öyle çok nasır tutmuş narin elleri. Sayısız insanın canını almış geçmişte. Haklı ya da haksız, görev ne emrederse onu uygulamış, hiç arkasına bakmadan. Yorulmuş bazen, bıkmış. Ama aldığı canların kim olduğunu bile sorgulamamış. Giderek nefesini yavaşlatmış, ve bir timsah gibi beklemeye başlamış avını.

Bulunduğu evin dışındaki rüzgarı duyabiliyormuş o an. Duymazdan gelmiş. Kalp atışları bastırıyormuş bazen rüzgarın uğultusunu. Nefes alıp verişinin yüzlerce kat daha gürültülü olduğuna yemin edebilirmiş. Oysa ki sıradan bir günmüş bu, sıradan bir görev, alınacak sıradan bir can. Vakur duruşunu bir anlığına bozmuş avını beklerken. Yaşadıkları geçmiş aklından. Sevgilisi geçmiş. Ailesi geçmiş. Evet, evlenecekti sevdiği adamla. En azından kadın, o anda öyle düşünüyormuş. Kalp atışlarının hızlanması gerekse dahi düşüncelerinden ötürü, yavaşlamış. Yakalanmaktan korkuyormuş. Sıkıca sarılmış bıçağına Ayame, sanki birkaç kalp atışı sonra avına saldırabilecekmiş gibi. Oysa ki bulunduğu evde kimse olmadığı halde avını bekliyormuş.

Burada oluşunun sebeplerini bilmiyor olduğunu fark etmiş o an. Sadece yaşadıkları, yaptıkları, onu bu noktaya getirmişti. Öldür, yok et. Parçala. Hayatın kavramlarının bu denli basit, insanların üstleri bu kadar çizilebilir, yozlaşmanın bu denli yüksek olduğu bu dünyada Ayame nasıl olur da bir çocuk getirmek isteyebilirdi ki? O da onlardan biri olacaktı, eninde sonunda. O da yaşayan, yürüyen, nefes alıp öldüren biri mi olmalıydı? En azından Ayame böyle düşünüyormuş. Gerçi, düşünceleri çok da fark etmiyormuş zaten. Kimse onu dinlemezmiş; fakat alay da etmezlermiş. Zaten o da düşüncelerini kendine saklarmış. Ölümden başka pek bir şey paylaşmazmış insanlarla. Kalp atışları yavaşladıkça kan derisinden çekilmiş. Sımsıcak teni beyazladıkça, bulunduğu odayı aydınlatan tek ışık kaynağı Ay, gözüne daha büyük bir şeymiş gibi gözükmeye başlamış. Saklandığı dolabın içinden, birazcık aralık bıraktığı kapaklarından dışarı, ay ışığıyla aydınlanan odaya bakmış. Kendisi hariç her şeyi gözlerinin önüne serilmiş. Birkaç dakika sonra bu evdeki eşyalar sahipsiz kalacak, bunun farkındalığı olmadan durmaya devam ediyorlar.

Görevini tekrar etmiş o an içinden. “Ev halkının tamamı öldürülecek.” Neden diye sormadan, altında sebep aramadan, bir canın bedeli düşünülmeden yapılacak bir iş. Ölüm bu evdekiler için gelmişti.

Kapının sesiyle uyanmış, karlarla örtülü düşünsel uykusundan. Ayak seslerini, konuşmaları, kalp atışlarını duyabiliyormuş katil kız. Öldürülecek 3 kişi. Kapüşonunu örtmüş, saklamış güzel saçlarını. Peçesini çekmiş suratına. Hiçkimse tanıyamazmış onu bu halde, ölümün haricinde. Ölüm bu evdekiler için gelmişti.

Bir çocuk, bir kadın, ve bir erkek. Bir aileyi dağıtacağının farkındalığında boğulmamış Ayame, yüzmüş sadece derin buzlu sularında. Gerçeklikle barışıktı o her zaman, hayat bazıları için sonsuza kadar sürecek bir şey değildir. Ölüm bu evdekiler için gelmişti. Hançerine sıkıca sarılmış Ayame. Adam dolaba yaklaştığında ise çıkmış saklandığı yerden. Her zamanki gibi bir iş.

Adam, fark etmemiş bile evinde biri olduğunu. Arkasından yaklaşan bir suikastçi olduğunu. Kız adamı omzundan tutmuş, ve boğazında derin bir yarık açmış, tam ses tellerinin olduğu yerde. Adam ses bile çıkaramamış zaten, hemen yere yığılmış kanlar içinde. Ciğerlerine dolmuş damarlarından çıkan kan, midesine dolmuş, ağzından taşmış, öksürmeyi başaramamış. Son sözleri, “Çok yorgunum…” olmuş. Elbette, Ayame bunu duymamış bile.

Hızla basamakları tırmanmaya başlamış, kadının olduğu yere doğru. Yüzüne sıçrayan kan gözlerine gelse bile görüşünü engellememiş. Adımları o kadar sessizmiş ki, tahta basamakları bile gıcırdatmamış. Hızla çıkmış evin ikinci katına. Odalardan ışığı açık olana girince kadını görmüş. Kadının tepki süresinden daha kısaymış Ayame’nin hançerini savurma süresi. Aynı şekilde, kocası gibi yere yığılmış kanlar içinde. Gözleri açık ölmüş kadın, asla kaçamayacağı sonla savaşmaya çalışırken. Elbette, Ayame bunu fark etmemiş bile.

Ardından diğer bir odaya girmiş soğuk kanlı katil kız. Ardında bıraktıklarına bakmadan. Önce oyuncak ayıyı görmüş çocuğun kucağındaki. Bir gözü eksikmiş oyuncak ayının. Çocuğu görmüş sonra. Altı, belki yedi yaşlarındaymış, büyük masmavi gözleriyle bakmış çocuk, katile. Elbette, Ayame çocuğun gözlerinin rengine bakmamış bile. Aynı şekilde yanına yaklaşmış, yaklaşırken hiçbir şey hissetmemiş. Saniyenin onda biri süre içinde Ayame o çocuğun da boğazında derin bir kesik açmış. Sıçrayan kan, çocuğun upuzun, altın sarısı saçlarına, elinde tuttuğu kahverengi ayısına bulaşmış. Elbette, Ayame bunu görmemiş bile.

Geride bıraktığı üç bedeni düşünmeye yarım saniye bile ayırmamış. Yanında getirdiği benzini hatırlamış Ayame, kanıtların yokedilmesi gerektiğinin farkındalığıyla benzinin kapağını açmış ve yerleri ıslatmaya başlamış aşağı kattan başlayıp. Duvarlara, halılara dökmüş. Merdivenlere dökmüş. Benzinin kokusu burnunu rahatsız etse de, aldırış etmemiş.

Bir çığlık kaplamış kulaklarını, yeri ateşe verdikten hemen sonra. Öldürdüğü çocuğun odasından, yaşlı bir kadın çığlığı doldurmuş kulaklarını. “Yanlış saymışım…” demiş kendi kendine. Onurlu duruşunu bozmadan yavaş adımlarla çocuğun odasına doğru yönelmiş, hançerini göğüs hizasında tutarken. Kendini bir savaşa hazırlamış, bu sefer bir suikast değil bir savaş olacağının inancıyla.

Odaya girmiş, yerlerin kanla kaplı olduğunu görmüş önce. Boynu tamamen açık çocuğun, yerde oturan birinin kucağında olduğunu görmüş. Kadını görmüş sonra. Yüzündeki kırışıklıkları görmüş. Masmavi gözlerini görmüş kadının. Kamburunu görmüş. Zaten yaşayacak hayatı kalmadığını fark etmiş. Rahatlama hissiyle gardını indirmiş.

Lanet olası!” diye bağırmış kadın. Gözlerinden bu kadar kısa süre içinde inanılması güç miktarda gözyaşı dökmüş. “Neden? NEDEN?” diye haykırmış kadın. Elbette, Ayame aldırış etmemiş bile.

Alçak, şerefsiz! NEDEN KIYDIN, NASIL KIYDIN?” çığlıklar giderek güçsüzleşmiş, kadının yaşlı ses telleri kaldıramaz olmuş acıları. Çatallaşmış. Sesli şekilde ağlamaya, ağlarken çığlık atmaya başlamış. Kadın gördüklerinin ağırlığı altında ezildikçe ezilmiş. Çocuğun bedeninin üzerine kapanmış, ağlamış. Elbette, bunlar Ayame için hiçbir şey ifade etmemiş bile. Yavaş adımlarla kadına yaklaşmış, yaşayacak saniyeleri olduğunu fark etsin diye. Ev hızlı bir şekilde alev almış, hatta yıkılan, çatlayan tahtaları duymuş Ayame. Odaya dolmuş ateş. Ölüm, bu evdekiler için gelmişti.

Kadın hınçla kaldırmış başını, suikastçinin gözlerine bakmış. Ayame’nin gözleri hiç olmadığı kadar ela rengindeymiş o gece. Hiç o kadar derin olmamıştır daha önce. Yaşlı kadın acı içinde titrerken son sözlerini söylemiş. “Umarım sen de aynı şeyi yaşarsın. Umarım sen de çocuğunun öldüğünü görürsün. Lanet olsun sana! Çürüyüp gidesin! Yok olasın! Umarım soyun hiçbir zaman gün yüzü görmez. Lanet olsun sana! Umarım sen de yaşattıklarını yaşamadan ölmezsin. Umarım senin de çocukların hiçbir zaman güneşi göremez.

Torununun cesedine kapanan kadının saçlarını kavramış Ayame, yukarı kaldırmış, kadın çığlık çığlığa ağlarken. Onun da boğazını kesmiş, çığlıklar kesilmeden hemen önce. Alevler onu almadan camdan çıkmış, hançerini kınına sokarken. Ayame kadının söylediği şeyleri işitse de, alevler içindeki evi terk ederken aklındaki tek şey ay ışığıymış.

Re: [Geçmiş] Ay Işığı

Posted: July 12th, 2019, 9:34 pm
by Kurosawa Haru
...

Günahsız ruhun bembeyazlığıyla boyanmış tüm sokaklar. Yakında baba olacak adam heyecandan yerinde duramasa da, dışarı çıkmasına da mani oluyormuş tüm yağan kar. Adamın heyecanını gözlerinden okuyabilirdiniz. Geleceğe dair bütün istekleri, korkuları ve endişelerini yenmiş tırnaklarından, kanamış dudaklarından, uykusuzluğundan anlayabilirdiniz. Buz gibi soğuk, pamuk gibi yumuşacık kar bütün bu heyecanın üzerine yağmış, gizlemiş ama korumuş da. Gözün gördüğü her yer bembeyazmış o gece, ufka kadar günahsız ruhun rengindeymiş.

Kapıyı aralayıp eşinin yüzüne bakmış, uyuyormuş o sırada eşi. “Ayame.” Diye fısıldamış sadece. Öyle çok seviyormuş eşini, ismini zikretmek bile bir güzellik katmış gününe, ufak bir gülücük yerleştirmiş yüzüne. Karısı uyumaya devam etmiş zaten, ama adam aldırmamış, zaten yorulacak, diye düşünürken. Uzun zamanlar geçmiş eşi, çalışmayı bırakalı. Artık çalışmıyor, emekliymiş. Kendini ailesine adamış kadın da zaten. Geçmişte yaşadıklarını geride bırakmış, öldürmeyi, zarar vermeyi ardında bırakmış. Ay öyle parlıyormuş ki, bulutları bir çarşafı deler gibi açmış, tam da köyün üzerine parlıyormuş, bir yardım çığlığına yardım eden muhafızmış gibi bütün engelleri aşıp ulaşıyormuş görmek isteyenlere. Kaldı ki, bugün yapacağı pek çok şey varmış. Günahsız ruhun bembeyazlığıyla boyanmış bütün hisler.

Müstakbel baba her şeyi hazırlamış eşi için. Hiç zorlanmadan hastaneye götürebilmesi için bir araç hazırmış kapılarının hemen önünde. Bir bebeğin ve yeni doğum yapan bir annenin ihtiyacının olabileceği her şey, bir çantanın içerisinde bekliyormuş, kapının hemen yanında. Kar artırmış hızını, soğuk işlemiş herkesin içine, sanki dondurmak istercesine. Oysa doğa, hiçbir şey istemez üstünde yaşayan ufak canlılardan, kimseden öç almaz, yeminler edip yıkım getirmez. Uyum sağlayamayanlar yakalanır sadece pis, çöplerle dolu dev dalgalara ve yıkılırlar kumdan kaleler gibi, veya birer ince fidanmışçasına.

Adam camdan dışarı bakıp lapa lapa yağan karı seyrederken aklından geçen tek şey bir oğlu mu, ya da bir kızı mı olacağıydı. İsmi ne olacaktı? Babasına mı daha çok benzeyecekti yoksa annesine mi, belki de vefat eden babasına benzerdi oğlu olursa. Hayal meyal hatırlıyordu babasını adam, sesini unutalı seneler geçmişti o fark etmese de. Fotoğraflar eskimişti bakılmaktan, hayat küçük karelere sığmaz, taşardı zaten, geride bıraktığı şeyler ufak su birikintileridir. Günahsız ruhun bembeyazlığıyla boyanmış yaşanmışlıklar, üzerine ince bir fırçayla beyaz bir çizgi çekilmişcesine.

Kör insanlar beyaz mı görürler dünyayı yoksa siyah mı? Sonuçta kimse bilemez, onlar da açıklayamazlar hayallerindekileri. Günahsız ruhun bembeyazlığıyla boyanmıştır görüşleri, sanki karlarla kaplı bir sokağa, tül perdenin ardından bakmak gibi. Ya bir sağlık sorunu olursa diye düşündü adam, belki kör doğan bir kızı, belki yarım akıllı bir oğlu olacaktı. O her şeye hazırdı ama, canıyla bile sevmeye hazırdı evladını. İçeriden çığlık seslerini duydu adam, karısının “Koş, geliyor!” diye bağırışını. Karısını hızlıca giydirdi, kendi unuttu giyinmeyi, ince bir hırkayla attı kendini dışarı, eşiyle birlikte.

Yola çıkılmış, istikamet ise hastaneymiş. O yollar hiç böylesine hızlı aşılmamıştır daha önce, ve hiç o kadar örtülmemiştir buz ve karla. Ezilmiş kar tekerleklerin altında, buz olmuş anında, yakında üç kişilik olacak ailenin altında kalıvermiş ama, onlar bile mutluymuş, bugünün mutlu bitmeyeceğini bile bile. Hastaneye gelindiği zaman adam yolun ortasında bırakmış aracını, aklından tamamen çıkmış bir aracı olduğu, bugün onun en mutlu günü zaten. Hayatının değiştiği gün, yepyeni bir hayata attığı adımlarmış karısını kucağında, doğuma taşırken. Günahsız ruhun bembeyazlığıyla boyanmış hastanenin duvarları; taşlar, koridorlar, sedyeler bile kıskanmış adamın mutluluğunu.

Almışlar adamın eşini bir odaya, adam ise dışarıda kalmış. Heyecandan erimiş kalbi, mutluluktan gözleri yaşarmış. Yapacak hiçbir şeyi olmayan adam odanın önünde bir o tarafa yürümüş bir bu tarafa, kalbi hiç o kadar hızlı atmamıştır daha önce. “Baba oluyorum!” demiş, koridordan geçen hiç tanımadığı birine, kırık bir gülümseme ve olayın şaşkınlığıyla. Tanımadığı kişinin verdiği cevabı işitmemiş bile kulakları, heyecanından. Dolu dolu olmuş gözleri, ailesiyle geçireceği hayatını düşünürken. Bir uğultu olarak gelmeye başlamış etrafındaki sesler, tanrıya dua etmeye başlamış, hiçbir sorun olmaması için. Günahsız ruhun bembeyazlığıyla boyanmış adamın niyetleri. Hayatının değiştiğini tam olarak idrak ettiği saniyeymiş o.



Kadın anlamamış önce eline gelen “şey”in ne olduğunu. O an bütün sesler kesilmiş Ayame için. “…nesi var?” demiş doktora, merak içinde, bir şeylerin yanlış olmasını umarak. Ayame hayatında hiç bu kadar beyaz bir “şeye” bakmamış. Bütün ses seda kesilmiş hastanede, tek bir çıtırtı bile yokmuş. Ölüm sessizliği midir bu, yoksa hayatın başlangıcının coşkulu şöleni midir? Her doğan çocuk için kutlama yapar mı doğa, ya da kamer kutsar mı hep ışığıyla? Her dökülen gözyaşı bir taşın üzerine süzülse bile göklerden, taş böylesine temiz olamazmış. Ay, uzayın öbür ucunda değil de, yanıbaşımızda bile olsa, ışığı bu kadar beyaz olamazmış. Kadın ağlamaya başlamış, hiç ağlamamışcasına. Yanındaki hemşireler Ayame’nin elindeki havlulara sarılı ay taşını almışlar ellerinden, sinir krizi geçirmeden hemen önce. Yıllar önce hiç dikkat etmediği sözler yankılanmış kulaklarında, sanki aklını hiç terk etmemişler gibi. “…benim suçum.” Diye fısıldayabilmiş sadece, çığlıkların ve feryatların, çatlaklarla dolu ağlamasının arasında.

Adam girmiş odaya, olanlara anlam vermeye çalışırken. Yüzündeki mutluluk ve geleceğe dair umutlar, ne olduğuna anlam veremediği anın korkusuyla bulanmış, mutluluk taşıran gözleri bir anda bomboş bakmaya başlamış. Öylesine beyazmış ki çocuk, adam onun kendi çocuğu olduğunu anlayamamış bile, karısının yanına gitmiş, sarılmaya çalışarak, Ayame onu fark etmemiş bile.

Çocuğun ağlaması durmuş o an, her ne kadar annesi çığlık çığlığa feryat etse de, kendine zarar verse de hüznünden. Ayame sessizliği fark etmemiş bile.

Hastanedeki bütün sesler durmuş, Ayame’nin suçluluk çığlıkları daha rahat yayılabilsin diye.

Ve yayılmış da Ayame’nin sesi. Hiç bu kadar çok ağlamamıştı Ayame.

Sessizlik hiç bu kadar yaralayıcı olmamıştı daha önce.

Re: [Geçmiş] Ay Işığı

Posted: July 20th, 2019, 6:01 pm
by Kurosawa Haru
...

Herkes susmuş köyde, kimse konuşmamış, tek bir kelime bile edilmemiş hatta. Hiçbir yaprak, diğer yaprağa değmemiş bile. Hiçbir kuş cıvıldamamış. Kar soğurmuş tüm sesi. Ama kimse susturamamış Ayame’yi, ağlamış, ağlamış, sesi sonsuzluğa kadar ulaşmış. Çocuğunu lanetlediğinin bilinciyle yerkürenin en derinliklerine kadar inmiş vicdanı, okyanusun en soğuk sularının altında, en derindeki köşelerinde ezilmiş, büzülmüş.

Keder öyle sarmalamış ki kalbini, asla içinden çıkılamayan bir kördüğümün içinde gibi, gün ışığını göremez hale getirmiş. Öyle yanmış ki kalbi, güneş bile kıskanmış. Yolun sonunu göremiyormuş artık, parlak kutup yıldızı yok olup gitmiş, karanlığıyla baş başa bırakmış onu.

Pişmanlık öyle kuşatmış ki çevresini, hiçbir tırtıl böyle bir koza örememiştir etrafına, asla içinden çıkılamayan bir labirent gibi sarmış dört bir yanını.

Ölümü öylesine istemiş ki o gece, ne çölün ortasındaki bedevi suyu istemiştir böylesine, ne de bir aşık istemiştir maşukunu görmeyi.

Günahlarının kefaretini ağlayarak ödemiş, o da biliyormuş ki o bembeyaz çocuğun teni kendi günahlarıyla boyanmış.

Günahlarımın bedelini çocuk ödüyor. Sadece çocuk değil, kanım da lanetli benim.

Hayır dedi eşi, anlatmaya çalıştı. Herkesin başına gelebileceğini, genetik durumları… Ayame dinlemedi, gerçeklikle bağı kopmuştu çoktan. “Kanım lanetli benim.” Etrafına baktığı zaman korkudan, hüzünden, pişmanlıklardan başka hiçbir şey göremiyormuş. Yaşananların hepsi kendi suçuymuş, ona görevleri verenlerin suçuymuş. Mantıklı düşündürmüyor, sadece zihnini bulandırıyormuş yeni kavramlar. Çocuğunu görmek bile istemiyormuş. Kendi canından olan şey onun için, günahlarla dolu bir sandık haline gelmiş bir anda.

Ayame’nin ayna görünce ağlamaya başlaması, aynaları kırmasından dolayı aynaları kaldırmak zorunda bırakmış. Kendini görmeye dayanamıyormuş Ayame. Bütün bıçakları saklamış eşi, kesici her şeyi de. Ayame’nin eğiliminden pek tabii ki haberdarmış, ama yine de elinden başka bir şey gelmiyormuş. Geceleri çocuğu ağlarken onunla ilgilendiği anlarda Ayame’nin ne yaptığını bilmiyor oluyormuş. Çocuk ve Ayame aynı odada bulunurlarsa, kadın feryat figan bağırıp, ağlamaya başlıyormuş. Her şeye rağmen adam düzeltebileceğine inanıyormuş bütün bunları. Aptalmış adam, kafası az çalışırmış. Değersiz, yeteneksiz, ölümlüymüş. Oysa ki Ayame, onlarcasının son saniyelerini paylaşan bir ölüm meleğiymiş.

Tam o an fark etmiş Ayame. Eşiyle hiçbir zaman benzer insanlar olmamışlardı. Eşini sevmesinin ardında yatan nedeni hiçbir zaman anlamamış zaten. Geçmişe dönüp baktığında hiçbir güzel anı hatırlamıyormuş. Gözünün önünde geçen tüm anılar, sadece ateşli aşkın korlarıymış, sıcaklık yaymıyor, sadece üzerine basınca ayaklarını yakıyormuş. “Hiçbir zaman mutlu olamayacağım.” Demiş gayriihtiyari şekilde boşluğa. Yine de, hayatında en çok inanarak söylediği cümleymiş bu. “Bu mutluluk bana bahşedilmedi. Mutluluğunu çaldığım diğer insanların diyeti bu. Ödemek zorunda olduğum bir borç. Hayatımın değeriyle eşdeğer bir borç.” Eşi duymamış bu fısıltıları, karısının sesi soğuk ve boğuk odanın sessizliğinde kaybolup gitmiş. Ölümün kulağına ise bir senfoni gibiymiş bu fısıltılar. O gece ölüm gelecekmiş bu evdekilere.

Tam o zaman fark etmiş Ayame. “Mutluluk benim için değil artık.” Özür diledi, mutluluğunu çaldığı her insandan. Özür diledi, hayatını çaldığı her insandan. “Ödemek zorunda olduğum bir borç.

Yatağından kalkmış, gözyaşlarını silip. Odasının kapısını açmış, çocuk o sırada sessiz şekilde odayı izliyormuş. İlk defa göz göze gelmiş çocukla. Ne hikmetse, çocuk hemen tanımış annesini, şirin bir gülümseme yerleşmiş güzel yüzüne, batan güneş gibi kızıl gözleri annesinin güzelliği karşısında büyülenmiş. Kikirdemiş hatta, bir şeyler anlatmaya çalışsa da birkaç günlük çocuk, anlatamadığının bilincindeymiş belki de. Elbette, Ayame bunları fark etmemiş bile.

Ayame de, çocuğa son kez baktığının bilincindeymiş. Biraz bile gülümsememiş. Son bir göreve çıkacakmış. Neden diye sormadan, altında sebep aramadan, bir canın bedeli düşünülmeden yapılacak bir iş. Alınacak son bir can.

Varlığını salonda sezinlemiş olmalı ki adam, Ayame’nin yanına gelmiş şaşkınlıkla karışık mutlulukla. “Nasıl güzel bir çocuk, bizim çocuğumuz.” Diye fısıldamış adam. Hala eşinin neler yaşadığından habersiz şekilde onu bu dünyanın mutluluklarına geri çekmeye çalışıyormuş. Aptalmış adam, Ayame’nin kararını çoktan verdiğini fark edemeyecek kadar aptal. Oysa Ayame, tünelin sonundaki ışığın hayalini bile yitirmiş. Kapıya doğru ilerlemiş eşine hiç bakmadan. Adamın ıstırabını fark etmemiş bile.

Günahsız ruhun bembeyazlığıyla boyanmış bebeğin bedeni. Günahsız ruhun bembeyazlığıyla boyanmış bebeğin düşleri. Günahsız ruhun bembeyazlığıyla boyanmış tüm sokaklar o gece.

O benim çocuğum değil, o kamerin çocuğu.