Kum,
Deniz sesi,
"Kabuklar ayaklarıma batıyor. Burası çok yalnız, neredeyse ıssız."
Attığı her adımda, kumsala sere serpe saçılmış kabuklar çıplak ayaklarını acıtıyordu. Bazı adımlarında, sivri kenarları tabanında yaralar açıyordu. O ise bir şey bulabilmek adına yürümeye devam ediyordu karanlık kumsalda. Hiç yıldız yoktu, ay da parlamıyordu. Birkaç adım ötesinde deniz olduğunu, duyduğu sesler ile tahmin edebiliyordu. Denize doğru gitse, parmaklarını parçalayan kabuklardan kurtulabilir miydi? Bir tercih meselesiydi yürümeye devam ettiği yolu değiştirip denize açılmak. Denizin ötesinde ne vardı peki? Uzun süredir yürüdüğü yolu bırakıp denize dönmesi için dürtüyordu iç motivasyonu kendisini. Aştığı bunca yol, üzerine bastığı yüzlerce kabuk, parçalanıp iyileşen onlarca yara. Hepsinin boşu boşuna olmasına ihtimal yoktu. Yürüdüğü yolun sonunda ne olduğunu bilmeden devam ediyordu kabuklara basmaya. Bilmemesi daha da ileriye gitmesi için teşvik ederken kendini, denizin ötesindeki diyarların merakı yoldan çıkmaya itiyordu Jouichirou'yu. Denizin ötesindeki diyarlarda da kabuklarla dolu bir kumsal varsa eğer, boşuna aşmış olacaktı denizi. Soğuk muydu deniz, yoksa ılık mı? Adımını attığı mesafeden daha uzağını göremediğine göre soğuk olmalıydı. Peki ya ılıksa? Sıcaklığını bile merak eder hale gelmişti. Kabukların acısını alabilirdi belki de, onu anne şefkati ile sarıp sarmalayabilirdi deniz suyu. Yoksa tuzlu su daha mı fazla yakacaktı yeni yaralarını.
"Yolunu değiştirmek için çok erken. Sabret."
"Sabır mı? Daha fazla yürüyebileceğini sanmıyorum bu yolda. Denizin ötesine geçmesi gerekiyor."
"Bir adım ötesinin ulaşmak istediği nokta olup olmadığını bilmiyorsun. Nasıl değiştirebilir yolunu."
"Ulaşmak istediği yerin neresi olduğunu bilmiyorsun."
"Bir amacı olmalı, bir varış noktası olmalı. Bunca zahmet, sadece ne olacağını görmek için yapılmış olamaz."
"Söz konusu kişi Jou-san olunca, neden olmasın. Ayaklarındaki kan damlalarına bak, yürümeye takati bile kalmadı."
Seslerini duyuyordu Jouichirou. Khajaeru ve Ikishi yakınlarında bir yerlerdeydi. Yürüme hızını değiştirmeden başını havaya kaldırıp etrafı görmeye çalıştı. Onları göremiyordu. Biliyordu. Onlar kafasının içinde konuşuyordu. Belki biraz ışık olsaydı, onları görebilirdi. Zuijinleri etrafında hissetmek, yaşadığı ana ait düşüncelerini güvende tutuyordu ya da farkında olmadan onu yaşadığı dünyadan uzaklaştırıyordu. Tamamen kendi kafasının içinde kendi kendine konuştuğunu bilse bile, bu karaktere bürünmüş varlıklar sanki birer bireylermiş gibi Jouichirou'nun hayatında merkez bir noktaya oturmuşlardı.
Hiçbir yere erişemiyordu. Kaç saattir yürüyordu. Yoksa bu saatler yalnızca saniyelerden mi ibaretti. Kestiremiyordu Jouichirou. Ne aradığını, neden burada olduğunu tahmin bile edemiyordu. Önce birkaç damla, ardından ise defalarcası damlamaya başlamıştı suyun üzerine. Kendi üzerine yağdığını hissedemese de, suyun gökyüzünden serbest düşüşünü duyabiliyordu biraz solunda yankılanan su yüzeyinden. Yeterli miydi bu kadar yürüdüğü. Yoksa şimdi fikir değiştirmek için erken miydi. Ayakları sızlıyordu. Arkasında bıraktığı kandan ayak izlerinin olduğunu biliyordu. Belki de artık iz bırakmaya tahammülü kalmamıştı. Denizin ötesindeki diyarlarda mıydı aradığı şey. Neyi aradığını bile bilmezken, neyi bulmayı umuyordu.
Durdu Jouichirou. Adımlamayı kesti. Sadece bir adım ötesini görebildiği zifiri karanlığın içinde daha fazlasını bulabilmek için etrafına bakındı. Sessizlik, damarlarını tırmalarcasına ele geçirirken tüm organlarını bir ömür kadar ayakta bekledi. Yol ayrımı vaktiydi. Artık yaralarını kavuracak çözeltiye açılmanın zamanı gelmişti. Derin bir nefes aldı. Karar vermek güçtü.
Gözlerini kapadı.
Deniz sesi,
"Kabuklar ayaklarıma batıyor. Burası çok yalnız, neredeyse ıssız."
Attığı her adımda, kumsala sere serpe saçılmış kabuklar çıplak ayaklarını acıtıyordu. Bazı adımlarında, sivri kenarları tabanında yaralar açıyordu. O ise bir şey bulabilmek adına yürümeye devam ediyordu karanlık kumsalda. Hiç yıldız yoktu, ay da parlamıyordu. Birkaç adım ötesinde deniz olduğunu, duyduğu sesler ile tahmin edebiliyordu. Denize doğru gitse, parmaklarını parçalayan kabuklardan kurtulabilir miydi? Bir tercih meselesiydi yürümeye devam ettiği yolu değiştirip denize açılmak. Denizin ötesinde ne vardı peki? Uzun süredir yürüdüğü yolu bırakıp denize dönmesi için dürtüyordu iç motivasyonu kendisini. Aştığı bunca yol, üzerine bastığı yüzlerce kabuk, parçalanıp iyileşen onlarca yara. Hepsinin boşu boşuna olmasına ihtimal yoktu. Yürüdüğü yolun sonunda ne olduğunu bilmeden devam ediyordu kabuklara basmaya. Bilmemesi daha da ileriye gitmesi için teşvik ederken kendini, denizin ötesindeki diyarların merakı yoldan çıkmaya itiyordu Jouichirou'yu. Denizin ötesindeki diyarlarda da kabuklarla dolu bir kumsal varsa eğer, boşuna aşmış olacaktı denizi. Soğuk muydu deniz, yoksa ılık mı? Adımını attığı mesafeden daha uzağını göremediğine göre soğuk olmalıydı. Peki ya ılıksa? Sıcaklığını bile merak eder hale gelmişti. Kabukların acısını alabilirdi belki de, onu anne şefkati ile sarıp sarmalayabilirdi deniz suyu. Yoksa tuzlu su daha mı fazla yakacaktı yeni yaralarını.
"Yolunu değiştirmek için çok erken. Sabret."
"Sabır mı? Daha fazla yürüyebileceğini sanmıyorum bu yolda. Denizin ötesine geçmesi gerekiyor."
"Bir adım ötesinin ulaşmak istediği nokta olup olmadığını bilmiyorsun. Nasıl değiştirebilir yolunu."
"Ulaşmak istediği yerin neresi olduğunu bilmiyorsun."
"Bir amacı olmalı, bir varış noktası olmalı. Bunca zahmet, sadece ne olacağını görmek için yapılmış olamaz."
"Söz konusu kişi Jou-san olunca, neden olmasın. Ayaklarındaki kan damlalarına bak, yürümeye takati bile kalmadı."
Seslerini duyuyordu Jouichirou. Khajaeru ve Ikishi yakınlarında bir yerlerdeydi. Yürüme hızını değiştirmeden başını havaya kaldırıp etrafı görmeye çalıştı. Onları göremiyordu. Biliyordu. Onlar kafasının içinde konuşuyordu. Belki biraz ışık olsaydı, onları görebilirdi. Zuijinleri etrafında hissetmek, yaşadığı ana ait düşüncelerini güvende tutuyordu ya da farkında olmadan onu yaşadığı dünyadan uzaklaştırıyordu. Tamamen kendi kafasının içinde kendi kendine konuştuğunu bilse bile, bu karaktere bürünmüş varlıklar sanki birer bireylermiş gibi Jouichirou'nun hayatında merkez bir noktaya oturmuşlardı.
Hiçbir yere erişemiyordu. Kaç saattir yürüyordu. Yoksa bu saatler yalnızca saniyelerden mi ibaretti. Kestiremiyordu Jouichirou. Ne aradığını, neden burada olduğunu tahmin bile edemiyordu. Önce birkaç damla, ardından ise defalarcası damlamaya başlamıştı suyun üzerine. Kendi üzerine yağdığını hissedemese de, suyun gökyüzünden serbest düşüşünü duyabiliyordu biraz solunda yankılanan su yüzeyinden. Yeterli miydi bu kadar yürüdüğü. Yoksa şimdi fikir değiştirmek için erken miydi. Ayakları sızlıyordu. Arkasında bıraktığı kandan ayak izlerinin olduğunu biliyordu. Belki de artık iz bırakmaya tahammülü kalmamıştı. Denizin ötesindeki diyarlarda mıydı aradığı şey. Neyi aradığını bile bilmezken, neyi bulmayı umuyordu.
Durdu Jouichirou. Adımlamayı kesti. Sadece bir adım ötesini görebildiği zifiri karanlığın içinde daha fazlasını bulabilmek için etrafına bakındı. Sessizlik, damarlarını tırmalarcasına ele geçirirken tüm organlarını bir ömür kadar ayakta bekledi. Yol ayrımı vaktiydi. Artık yaralarını kavuracak çözeltiye açılmanın zamanı gelmişti. Derin bir nefes aldı. Karar vermek güçtü.
Gözlerini kapadı.