Page 1 of 1

Çıkmaz Sokağın Çıkmazında

Posted: October 23rd, 2018, 12:24 am
by Kitamura Susumu
Sabahlarım genellikle rutin geçer. Kalkar, yatağı toplar toplamaz çay yapmaya girişir, çay suyunu olana kadar akşamdan kalma kitabımın bir iki sayfasını okumaya devam ederim. Çayımı yudumlarken de el kadar bahçemin tavuklarını yemleyip, öyle evden çıkarım. Çıkmadan önce kapımın önünü süpürmeyi ihmal etmez, eh bazen de karşıdaki komşu teyzenin kapısının önüne de girişirim kıyamayıp. Bu rutinim genellikle bozulmaz. Hatta sadece iyi sarmış bir kitaba denk geldiysem bozarım bile denilebilir. Fakat bu sabah, bir başka sabah. Her şey tersinden, her şey allak bullak.

Çıkmaz sokağı evin yanındaki dev boş araziden ayıran tellerin önünde, elimde ters tuttuğum bir süpürgeyle boşluğu izlerken buldum kendimi bu sabah. Yaklaşık bir iki dakikadır akan suyun sesine bakılırsa da, çaydanlık çoktan dolmuştu ve onu musluğun altından alıp ocağın üstüne koyacak bir yardım eli bekliyordu. Fakat zihnim öyle uyuşuk, bakışıp durduğum boşluk ise öyle ilgi çekici ki... Oysa ki uyuşukluğu sahipsiz topraklardan dönerken köy kapısında bıraktığımı, hiç olmazsa hastanede aldıkları kan tüpüne sığdırdığımı düşünüyordum. Fakat gitmemişti, yüzsüz, uyuz bir misafir gibi beni meşgul ediyordu ve ben bu duruma alışkın değildim. Öyle ki, daldığım yerden gözlerimi ayırmam için komşu teyzenin sanırım üç kere adımı seslenmesi gerekti.

Boş boş yüzüne bakmakla yetindim kadının. Çok bir muhabbetimiz yoktu, kapısını süpürdüğüm zamanlar teşekkür eder, nezaketen kahvaltı teklif ederdi. Başka bir yaşlı teyzenin el yapımı poğaçalarını fetişizim seviyesinde sevdiğim için de reddeder, muhabbeti daha öteye taşıtmamış olurdum. Bu sabah ise lafı yarıda kesmek yerine içimi dökmek istercesine ağzımı açtım. Ne yazık ki bu açış, balıkların rutin dudak hareketinden öteye gidemedi. Kadını suratında bariz soru işaretleriyle kapıda bırakıp, kapım önümde birikmiş yaprakları tekmeleyerek içeri geri adımımı attım.

Uyuşukluk nasıl giderilebilir? Sebebi ne, bilmiyorum. İlk defa bir adamı öldürmüş olmam mı, yoksa Fuu'nun bir ayı geçmiş, izsiz yokluğu mu? Belki ben yokken aniden çıkar gelir, belki önemli bir eşyasını kaybederim diye odasına dokunmadım bile, hala aynı dağınıklıkta. Bazen, içeri lönk diye dalıp kontrol ettiğim bile oluyor, ama kız gene yok, gene yok. Hastanede yatarken Fuu yerine Kinshi ve Iori tarafından ziyaret edilmek veya görev sonrasında boş eve girmek çok koyuyor. Bu ev, akademi zamanında bize tahsis edilmiş, mezun olduğumuzda da cüzi bir rakamla kirası alınmaya başlanmıştı. Dünyanın en küçük evi değil elbette ama bir aile asla sığmaz. Yine de, annemizin ölümünden sonra birbirimize destek olarak, tekrar o "aile" hissini bize yaşatan yegane mekandan da ayrılmak istemedik. İkimiz bariz hem fikirdik bu konuda çünkü yaşlarımız büyüdükçe ayrı evlere çıkmak yerine, paramızı birleştirerek evi tamamen satın almayı tercih etmiştik. İzbe, çıkmaz bir sokağın bu ufacık evini almamıza da kimse laf etmemiş, hatta ev sahibi kutlama yemeğine harcayacağımız bir indirim bile yapmıştı. Elbette annemin evinde de çok fazla anı biriktirmişizdir ama benim en parlak, en canlı hatıralarım bu evde, Fuu ile birlikte. Kei-san benimle muhabbet edip dertleşmeye hep bu eve gelmişti, Fuu'nun ilk erkek arkadaşını şu kanepede bayıltana kadar dövmüş, şimdi kümes olan bahçe köşesinde de ilk alkollü içkilerimizi tadıp kusmuştuk. Ben yaralı yatıyorken Fuu bana hep bu evde baktı, ben de aynı şekilde ona. Şu an bu evin boş olması, benim boş gözlerle taşan çaydanlığı yanmayan ocağa koymaya çalışıyor olmam kadar üzücü bir şey yok. Öldürdüğüm ilk adamın anısını burada Fuu'ya anlatmalı, üstümdeki bu yükü onun yardımıyla kaldırmalıydım. Fakat ne yazık ki, bir insanın canını almak bu kadar kolayken, kayıplara karışmış ve hiçbir ipucu bırakmamış bir kardeşi bulmak aynı oranda zor. Belki de, uyuşukluğumun sebebi ne yapacağımı bilemiyor olmamdı. Belki zihnimin derinliklerinde elimden hiçbir şeyin gelmeyeceğini bilmek, bu uyuşukluğu daha da beter hale getiriyordu.

Su faturası elbet ödenir, boşa yanan tüp biraz masraflardan kısmayla yerine konulabilir. Terörist tavukların yokluğumda hırpaladıkları yem çuvalları bir şekilde tamir edilir ancak ben, bunların hiçbirini yapacak kuvveti bu sabah kollarımda hissetmiyorum. Sanki maksimum beyin kapasitem iki saniyeye indirilmiş gibi ve, daha ne kadar bu şekilde kalacağıma dair hiç bir fikir üretemiyorum.



Devamı gelir, belki.

Re: Çıkmaz Sokağın Çıkmazında

Posted: October 26th, 2018, 1:44 am
by Kitamura Susumu
Çok da içesim kalmadığı için, mundar ettiğim çaydanlıkla uğraşmayı bıraktım. Ocağı bir türlü yakamadığımdan mutfağı dolduran gaz kokusu başımı iyice döndürmüştü. "Harika yav, cidden." diye mırıldandım kendi kendime. Sanki şu an en ihtiyacım olan şey, kafamı iyice bulutlandırmakmış gibi. Bazı insanların çakmak gazı, oje, bok püsür gibi kokuları kötü emellerine alet etmeyi sevdiğini duymuştum. Ben ise tam tersiyim, bilincimin bulanıklaşmasını, bir şeyde donup kalmayı, düşünememeyi sevmiyorum. Zaten bu yüzden, bu uyuşukluk beni bu kadar rahatsız ediyor ya... Muhtemelen sokaktan geçen biri benim yerimde olsa fırsattan istifade bütün gün uyur, veya savsaklığına bahane bulurdu. Sırf zihnimi bulandırmamak için alkol bile almıyorum, zaten tadını da hiç sevemedim. Ama gel gör ki arsızca içmişim, içip de içime kusmuşum gibi kötü bir tatta her şey şu zamanlarda. Yatıp uyandığımda olanları hatırlamamak gibi bir lüksüm de yok.

Mutfağın camlarını açıp artık çıldırmakta olan tavukların yanına, bahçeye geçtim. Yokluğumda kendi kendilerini doyurmayı becerebilmişlerdi ancak tek dertleri mideleri değildi. Bok içinde bıraktıkları kümesi temizlemek, gezinirken devirdikleri leğendi, kovaydı geri kaldırmak falan gerekiyordu. Sokağın sonu, Kusagakure'nin değerlendirmemekte ısrar ettiği dev bir açık araziye baktığı için, bahçenin ve evin önünün tam solundan teller geçiyordu. İlk civcivlerimin yaklaşık altı saat sonra bu araziden gelen arsız kedilere yem olduğunu hatırlıyorum da... Sabah uyandığımda hem üzülmüş hem de bu ihtimali düşünemediğim için kendime çok kızmıştım. Neyse ki yılmayarak zaten ufak olan bahçenin üstünü de kapatacak şekilde tel örgü çektim de, benim isteğim dışında hayvanların girmesini büyük ölçüde engelledim. Zaten sonradan aldığım bu civcivler de fazla arsız çıktı, gelen kediyi paramparça ederler desem, abartmış olacağımı düşünmüyorum. Taa en köşeye gitmiş bir maşrapayı da kaldırdıktan sonra tellere iyice yaslanıp, araziyi izlemeye başladım. Burası genellikle sakin bir mekandır, hem antrenman alanlarının burada olmayışı, hem de bizim sokak gibi bir kaç sokağa daha sırtını vermiş olması nedeniyle geleni gideni pek olmaz. Zaman zaman el kadar veletler top falan oynamaya gelir elbette. Bir de, haftada bir gece buraya enstrümanlarıyla gelen iki çocuk var, o kadar. O tanıdık histen dolayı shinobi olduklarına eminim, fakat chuunin olduklarını zannetmiyorum. Yanlış hesaplamadıysam da, ya bugün ya yarın buluşma günleri. Top oynayan sik kafalılar kadar gürültü çıkarmıyorlar, hatta tutturabilirlerse melodiyi, kulağa hoş geliyor bile denebilir. Perdeyi aralayıp arada onları gözlerken kitap okumak keyifli olmuyor diyemem, ama evin tüm ışıklarını kapatıp sadece yaktıkları ateşin loş ışığının evi hafifçe aydınlatmasına izin verdiğim ve bu şekilde uyuyakaldığım anlar da hiç az değil. Kim olduklarını deli gibi merak etsem, arkadaşlıklarına özensem de hiçbir zaman yanlarına gitmedim. Ağzımdan çıkan üç kelimenin dördü negatif bir şey oluyor, keyiflerini kaçırmak ve bir daha uğramalarını engellemek istemem. Zaten, az ama öz arkadaşla da idare edebiliyorum, kendimce elbette.

Kendimi tellerden uzaklaştırıp bahçeye son bir göz gezdirdikten sonra tekrar içeri, salona geçtim. Belki de bu inadımdan vazgeçmeliydim. Belki, Fuu'nun odasına dalıp bu eve yakışmayan o dağınıklığı toplarsam kendime gelebilir, onun dönmesini beklediğim bu ana çakılı kalmaktan vazgeçebilirdim. Fakat ya daha kötü olursam? Onun bir daha hiç dönmeyeceğini anlarsam? Ona ne olduğunu bilmeden bir ömür yaşayacaksam? Ya Kusagakure onu bulmak namına bir şey yapmazsa, ya köye olan bağımın bir dayanağı kalmazsa? İçten içe köyün ileri gelenlerine kızdığım, küskün bir hayat yaşamak istemiyorum. Çocuklarımın halalarını hiç tanımadan, sordukları soruları cevaplayamadığım bir hayat istemiyorum. O cevapsız sorulu jokeri annemde kullanıyorum zaten, kardeşim için de kullanamam.

Aile namına kalmış tek değerimin de yitip gitmesini istemiyorum.

Tüm bu sorulara, korkulara rağmen Fuu'nun odasına daldım. Her gün yaptığım gibi kararsızlıkla dönüp dönmemek arasındaydı bacaklarım ama zihnimin bir yanı, mantığıma bağlı kalmıştı belli ki. Bu yüzden bu sefer vazgeçip salona geri çıkmadım. Bir yastık alıp, onu tekrar kabartmaya, yerdeki bir nevresimi toplamaya başladım. Kıyafetlerini katladım, ama dolaba koymak yerine yatağının üstüne bıraktım. Belki de dönmeyecekti, belki de korktuğum gibi elimden bir şey gelmeyecekti. Fakat kaderci bir insan değilim, kaderi bizlerin yarattığımıza inanırım ve böyle korkmuş, kuyruğunu bacaklar arasına sıkıştırmış bir şekilde iyi bir kader yaratamam. Odayı toplamak beni harika hissettirmedi fakat yine de bir memnuniyet duygusunu, o içime sinmeye çalışan korkuyu kışkışlayan bir kararlılığı tetikledi. Son bir yastıkla daha uğraştıktan sonra odaya şöyle bir baktım. Evin kalanının, özellikle benim odamın aksine deli dolu ve yeni toplanmış olmasına rağmen dağınık görünmeyi başaran bir tasarımı vardı. İki kardeş olarak farkımızı, odalarımızın durumu çok iyi yansıtıyordu. Oldukça farklıydık, belki de bu fark onun gitmesine neden olmuştu. Belki benim bozmadığım kurallarım ve sıkı yönetimim onu bu evden, bu köyden kaçırmıştı. Belki de sadece beni terk etmişti, dolaylı yoldan da köyü.

Odanın kapısını kapatıp kilitledim. Bu normalde yaptığım bir şey değildi. Nedense ben yokken gelirse giremesin istemiştim. Kendini o odaya kapatamasın, oturup benimle uzun uzun konuşmak zorunda kalsın istemiştim. Kilidi, ev kapısının yanında saçma sapan şeyleri biriktirdiğimiz saksının içine bırakıp kendimi salondaki koltuğa bıraktım. Garipti, evet uyuşukluk hala vardı, kulaklarımda ne zaman kesileceğini bilmediğim garip çınlama hala çalıyordu, ancak şiddetleri azalmıştı. İyi mi kötü mü umursamadan, her şeyi kafamdan uzaklaştırıp boş boş tavanı izlemeye başladım kafamı geriye atarak. Çınlama yerini yavaşça tavukların seslerine, ardından da beklemediğim bir kapı ziline bıraktı.