Page 1 of 1

Geçmişin Esirleri

Posted: April 28th, 2019, 3:42 am
by Tsujihara Iori
Image
Kawakami olayını takip eden hafta bir enkaz gibiydim. Boş duvara bakarken yakalıyordum kendimi çoğu zaman. Boş duvarlara bakmazken de alışveriş listesinden hallice bir rutinin içerisindeydim; Uyan, devriyeye çık, anneye uğra, eve gel, antrenman yap, uyu. Arada Susumu'yu gör, hiç bir şey konuşma, evine dön. En azından onunla buluşmak biraz bu rutine renk katıyordu ancak onun da benden daha iyi bir hali yoktu. Yine de herhangi bir farklılığa muhtaç oluşumdan mıdır bilinmez, iyi gelmişti onunla vakit geçirmek.

Bu durumun sebebini az çok belliydi. Boş duvara baktığımda gördüğüm şey kerpicin rengi değildi mesela, yere bakarken de tataminin sararmış örgüsünde kendimi kaybetmiyordum. Bir manzara alıyor götürüyordu ufuklara zihnimi, o manzara da Kawakami yolunda karşılaştığımız savaş alanıydı.

Bir shinobi olarak ölüme karşı psikolojik bağışıklığım vardı ancak bu manzaranın kendisi değildi beni parçalayan, hayır. Bu manzaranın engellenebilir olduğunu bilmek ve bunun için bir şeyler yapamamış olmak asıl zihnimi eriten gerçekti. Zihnimi alıkoyan, beni kendimden söküp alan şeyin özü tam olarak buydu; başarısızlık. Kaderin gidişatına müdahale edebilecek kuvvete ulaşıp bunu elime yüzüme bulaştırmam, bunun sonucunda da bir tabur insanın hayatını kaybetmesi... Onların ölümlerinin ağırlığını omuzlarımda hissediyordum bazen, o manzara her önüme geldiğimde nefesim daralıyordu. Zamanı geri çevirebilme kudretine erişmek için dua ederken bulmaktan korkuyordum kendimi.

Zira ölenler için yapabileceğim en kötü şey, elimde olmayan gücün fantezisini kurmaktı sanırım. Bütün gün evime kapanıp zamanı kontrol edebilme gücüm varmış gibi neyi değiştireceğimi düşünüp hayal kurmak, bana kalan hayatın mirasına küfür etmek gibi bir şeydi aslında. Onun yerine, gerçeği kabul edip ufka bakmalıydım tekrar, geleceğe. Duvarın ardını görmeliydim, manzaranın ötesini fark edebilmeliydim. Bir deneyimdi bu eninde sonunda ve eğer bu deneyimi bir şekilde sindirebilirsem, Kusagakure ve Çimen Ülkesi için ölenlerin iradesinin yaşayan bir temsilcisi olabilirdim. Kabullenmek omuzlarımdan yükü indirmeyecekti pek tabii, gittiğim her yerde ve attığım her adımda benimle beraber olacaktı bu gerçek. Varlığımın ayrılmaz bir parçası olacaktı, nefes almamı engelleyen sıkı bir tasmadan her gün daha iyisini başarmam için beni hareketlendiren bir kamçıya dönüşecekti. Zihnim hazırdı bu geçişe.

Ancak lanet olası ruhum değil. Kısılı kalmıştım o anda. Bir fotoğraf gibi, aynı karenin içerisinde dönüp dolaşıyordum. Beynimi başka şeyler için çalıştırmadığım her an o karenin içerisine geri dönüyordum. Durduğum her anda, zihnimin boşta kaldığı her saniyede o kare beni geri çekiyordu. Hayalete dönüştüğümü hissediyordum her geçen gün ve her geçen gün biraz daha sert çekiliyordum geçmişe. Zaman ilerliyordu, geçmiş ile şimdiki zamanın arası açılırken o karenin zincirleri beni daha da sert çekmeye başlıyordu sanki. Benim ise o zincirlere karşı koymak için her gün daha fazla efor sarf etmem gerekiyordu. Her gün yataktan kalkarken birazcık daha fazla kendimi zorlamam gerekiyordu. Daldığım her saniye, kafamı toparlamak için bir salise daha fazla harcıyordum. Yolda yürürken evimin kapısını bir santim daha ıskalıyordum her gün, dalıp giderek. Bir gün öyle bir dalacaktım ki, kendime geldiğimde çoktan Kusagakure'nin dışına kadar yürümüş olacaktım. Sanırım o gün, şu kısacık hayatımı efkar ile söndürdüğüm gün olacaktı.

Derin bir nefes verdim ve rüzgarda bozulan haorimi düzelttim. Yüzümü ovuşturdum, kamaşan gözlerimi tekrar odakladım çevreye. Hiezu ormanının epey derinliklerinde bir yerlerdeydim, bahçelerden uzak, sakin bir yerinde. Biraz uzaklaşmak istemiştim kalabalıktan, zaten bu gün devriyem de yoktu. Öğle güneşinin tadını istediğim gibi çıkarabilirdim o yüzden. Bunun için belki evimin çatısı daha güzel olabilirdi ancak gerçekten orada bulunmak istemiyordum nedense. Daha karışık bir görüntü istiyordum önümde, baktığımda üzerine o manzaranın oturmasını istemiyordum. Ağaçlar gayet sağlıyordu bu karışıklığı. Her bir dal ve her bir yaprak ayrı dikkatimi dağıtıyordu. Kuş sesleri durgunluğun boğukluğunu yok ediyordu. Düz olmayan zemin her adımımı ayrı düşünmemi gerektiriyordu. Çimen kokusu ise zinde tutuyordu dikkatimi. Evet, mükemmel bir yerdi burası biraz kafa dinlemek için.

Yürüyüşümü yavaşlattım. Solumdan gelen çıtırtıya kulak verdim önce, ardından bir başka varlık hissettim. Önce kafamı hafifçe o yöne çevirdim. Sık ve yüksek ağaçlar varlığı seçmemi epey engellese de bir kaç adam boyundaki cüssesi ve beyaz kürkü onun tamamen gizlenmesini engelliyordu. Zaten öyle bir amacı da yok gibiydi. Bir adım geriye aldım, varlığa doğru döndüm ve onun kendini iyice göstermesini bekledim. O da bir adım bana doğru attı ve ışığa doğru yaklaştı. Işığa yaklaştıkça daha da çok parlıyordu kürkü, cüssesinin heybeti de katlanarak artıyordu. Bir kaç adım sonra tamamen ışığa çıkmıştı koca kurt, önümde, tüm kudretiyle duruyordu. Bir adım daha geriye aldım ve onu tamamen görebilmek için kırk beş derece kafamı yukarıya kaldırdım.

"Garou?"

"Iori."

Başımı saygıyla eğdim ve gülümsedim eski bir tanıdığı selamlarken.

Re: Geçmişin Esirleri

Posted: July 7th, 2019, 11:21 pm
by Tsujihara Iori
Garou'yu görmeyeli epey oluyordu aslında. Bunca zaman neler yaptığını merak etmiştim. O da benim gibi bir şeyler kaybetmişti geçmişte. Bu süre içerisinde bu durumda yaşamayı öğrenebilmiş miydi? Yoksa kaybettiği şeyin yerine alternatif bir şeyler mi koymuştu? Ondan feyz almak isteyebilirdim. Benden daha bilgeydi bir çok konuda sonuçta.

"Selam." dedim içten bir şekilde, bir kaç adım attım ona doğru. Elimi kaldırdım kulaklarından nazikçe okşamak için. Cevap vermeden sadece gözlerini kapatıp başını bir kaç derece eğdi sadece. Bu süre boyunca suratındaki sert mizaç hiç bozulmadı. Benim ise keyfim yerine gelmişti. Her gün 3 metrelik bir kurdun kulaklarını okşamazdınız. Genelde korkup kaçardınız böyle bir şey görseniz. Ben ise korku dışında herşeyi hissediyordum sanki. Mutlu olmuştum.

"Sana da selam." dedi basitçe, normal bir insan gibi. Olabildiği kadar normal yani. Bir kaç adım geriledim onu tamamen görebilmek için. Ne için buradaydı acaba? Düşünmeden edememiştim. Genelde çok yaklaşmamayı tercih ettiğini söylemişti başka insanlara, partneri veya koruması için görevlendirildiği biri olmadığı sürece.

Gerçi en son birisini korumakla görevlendirildiği zamandan beri kendini bir "Samuray" olarak gördüğünü sanmıyordum. Onun için epey üzüldüğümü söyleyebilirdim aslında; onun suçu olmadığını herkes biliyordu. Fakat o faturayı kendine kesmişti ve gururu ödüyordu borcunu.

Aramızdaki bir kaç saniyelik sessizlik boyunca etrafı koklamayı sürdürdü Garou. Onun konuşmasını beklemiştim açıkçası, her zamanki sakin ve suskunluğumla. Fakat cevap vermek yerine durmayı tercih etti. Sessizliği bozup bozmama arasında gidip geldim bir süre. Ormanın içerisinde yalnızdık, acaba birilerinin varlığından mı şüphe ediyordu? Etrafıma baktım ancak birilerini göremedim. Hissetmiyordum da. Tabii, bu koca kurdu da hissetmemiştim, o yüzden his konusunu açtığım gibi kapattım aklımda.

Dayanamadım ve "Eee, nereden esti bu ziyaret? Kusa-chou ile bir görüşmen mi var?" dedim sakince. Sabırsız görünmek istemedim ancak önümde 2 adam boyunda bir kurt varken pek de normal duramıyordum açıkçası. Deniyordum en azından.

"Seni arıyordum aslında."

Şaşırmıştım. Başımı kırk beş derece sağa yatırıp boş boş baktım kaşlarımı kaldırıp, soru sorarcasına. Bir gelişme mi olmuştu görevle alakalı? Epey de vakit geçmişti üzerinden. Ayrıca, varisin katillerini bulmuştuk. Olay az çok kapanmış gibiydi, en azından Kusagakure için. "Varis ile mi alakalı?" dedim ciddileşirken tekrar.

"Hayır. Kontrat yapmaya geldim Iori. Bana bir partner lazım." Bunu derken ağzı ile sırtına bağlı olan eyerden bir şeyler çekip çıkardı ve yere serdi. Bir metre genişliğinde, epey de kalın bir parşömen. Kontrat parşömeni. Yere serilirken kısmen açıldı ve Garou'nun önceki partnerlerinin isimleri gün ışığına ulaştı. Yüzümü ekşittim ismi okurken; "Sanada Takaki", Sanada samuray ailesinin en küçük mensubu ve veliahtı.

Garou'ya doğru başımı kaldırdım. Ciddiyetim tamamen geri gelmişti, ancak şaşkınlığım da sürüyordu bir yandan. Biraz daha sessizlik oldu aramızda. İlk defa böyle bir şey ile karşılaşıyordum ve gerçekten ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, ancak onun isteğini geri çevirmek için bir sebebim de yoktu aslında. Nasıl bir sorumluluk olduğunu bilemiyordum, kestiremiyordum da. Ancak ikimizin de sessizce birbirimize bakarken sanki konuyu tartışıyor gibiydik telepatik olarak. Biliyordum Garou'nun yaşadıklarını, en azından kılıcımı kaybedince benzer hisler içerisinden geçmekteydim. Ona destek olabilirdim aslında, o da bana destek olurdu.

"Bir Shinobi ile hiç ortak olmadım. Farklı perspektifler kazandırırsın bana diye düşündüm." dedi sessizliği kırarak. Gülümsedim. Hep statik, durgun olduğundan dem vurmuştu. Daha açık, daha hareketli ve daha akışkan bir zihne ihtiyacı olduğunu söylemişti onunla geçirdiğim süre boyunca. Bunun bir yolu olarak beni görmesi inanılmaz gururlandırmıştı beni.

"Onur duyarım." dedim.

Re: Geçmişin Esirleri

Posted: July 8th, 2019, 4:19 pm
by Tsujihara Iori
Koca, neredeyse boyumun yarısı kadar fırça ile ismimi parşömene yazmam biraz vaktimi almıştı fakat başarmıştım. Fırça parşömenin ortasındaki tahtanın içerisinde duruyordu ve kurumayan, garip bir mürekkebe sahipti. Garou'nun söylediğine göre kağıt ile temas ettiğinde sertleşiyor ve kalıcılaşıyordu. Yavaş yavaş canlı siyahın yerini mat siyaha bırakmasını izlerken bu duruma şahit olmuştum.

Fırçayı usulca yerine geri yerleştirdim ve derin bir nefes verdim. Alnımdan bir damla ter akmıştı. "Bu kadar sanırım. Artık ortak mıyız?" dedim hafif şakayla karışık Garou ya. Bana doğru döndü, ardından açık parşömeni inceledi. "Hayır." dedi o tok ses tonuyula. Biraz gerilmiştim açıkçası. "Hadi ya. Bir şeyleri yanlış mı yaptım?" diyerek masumane bir şekilde sorguladım Garou'yu.

Parşömeni iteledi ayağı ile. "Kan ile mühürlenmesi lazım." dedi usulca, ardından bir patisini ısırdı ve ismimin üstüne bastırdı. Patisini çektiğinde parmak izine benzer bir şekil çıkmıştı ismimin üzerinde. Başımı salladım ve sol elimin baş parmağını ısırmak için ağzıma götürdüm. Nasıl yapılıyordu ki? Acıyacaktı, emindim. Ancak boşa acı çekmek de istemiyordum. Tek seferde, doğru bir şekilde yapmalıydım. Bir kunai ile elimi kesebilirdim ancak buna her zaman erişimim olmayacaktı. Nefesimi aldım ve baş parmağımı alt azı dişime konuşlandırdım. Sert bir şekilde ağzımı kapattım ve üst azı dişlerim ile baş parmağımın ucunun ezilmesine izin verdim.

"Kıt!" sesi ile beraber, ince ve sinir bozucu bir acı kapladı vücudumu. Parmağımdan akan bir damla kan ise becerdimi gösteriyordu.

Yüzüm ekşimiş olacak ki Garou "Alışırsın, dert etme." demeden kendini tutamadı. Sırıttım buruk bir şekilde ve ismimin altına parmağımı bastırdım. Kan yayılarak parmak izimin tamamını parşömene geçirdiğinde, elimi geri çektim. "Sanırım oldu."

"Evet, oldu." dedi Garou ve burnuyla iteleyerek parşömeni kapattı, ardından ağzıyla kavradığı gibi sırtındaki eyerin arasında geri sıkıştırdı. Tamamlanmıştı böylece kontrat, artık onunla bir ortaktım.

Garip bir his ile doldum, heyecan olarak tasvir edebilirdim belki de bunu. Daha önce bir efsanevi hayvan ile kontrata girmemiştim. Garou da epey efsane sayılırdı. Baştan aşağı tekrar bir süzdüm onu. İstediğim zaman çağırabileceğim, 3 metrelik devasa bir kurt... İnsanın moralini gerçekten düzeltiyordu aslında. Belki de ihtiyacım olan şey buydu, güvenilecek insanlar ve onlarla geçireceğim vakit.

Susumu bu insanlardan biriydi, artık Garou'yu da sayabilirdim. Kısılı kaldığım andan beni tutup çekip çıkarabilecek insanlar ve varlıklar, onlar olmadan başarabilmem pek olası değildi. Kişinin gücünün kendine yetmesi büyük bir erdemdi belki ancak başkalarından yardım isteyebilmek daha önemli bir kavramdı. Bu açıdan saygımı kazanmıştı Garou, istediği yönde ilerleme bile kaydedebilmişti. Kısılı kaldığı andan, veliahtın ölümünden hareket edebilmiş ve arkasında bırakmak için hazırlamıştı kendini. Benim de belki aynısını yapmam gerekiyordu. Hep berber, yanımdakilerle.

Teşekkür ettim ona, ardından köye doğru istikametimi çevirdim.

Artık sakin bir yürüyüşe ihtiyacım kalmamıştı.