Sessiz yolculuğumuzu aydınlatan ışıkları çatıdan yükselen dumanlar tamamlıyordu. Kasabadaki hayatın varlığını pekiştiren bu dumanların bir akşam yemeğinin habercisi olduğu belliydi. Her ne kadar bir Ishili olarak bu topraklarda en zor alıştığım şey zamansız ve aralıksız yağan yağmurlar olsa da, içinde bulunduğumu yaz günlerinde birilerinin ısınmak amacıyla soba vs. yakacağına ihtimal vermiyordum. Ancak sıcak akşam yemeği düşüncesi de aklımın bir köşesine oldukça güzel bir şekilde kazınmıştı. Hele ki en son midemize giren“yemeği düşündüğümde, o sıcak akşam yemeğini arzulamaya başlamıştım. Buğday ve darı tarlaları arasında sıcak bir kap yemeğin hayali ile ilerlemeye devam ederken bu tarlaların terk edilmişliği bir soru olarak yer ediyordu aklımda. Giderek sıklaşan tarlaların arasında talan edilmiş evleri gördüğümde ise, belki de gereksiz, yersiz ve önemsiz bir soru daha beliriyordu zihnimde. Tarladaki mahsulle kimin ilgilendiği, daha öncekilerin neden ilgisiz kaldığı ve evlerin neden talan edildiği gibi sorular ile münasebet olmak içinde bulunduğumuz durumda ne kadar gerekliydi gerçekten? Bazen zihnimin beni yormak dışında bir işe yaramadığını düşünmeye başlıyordum ufaktan. Ana yola çıktığımızda ise, artık gereksiz şeylerle değil, etrafımla ilgilenmem gerektiğini fark ediyordum. Artık rahatlığa yer yoktu, zira insan içine girmek tehlikeye bulaşmakla eşdeğerdi. Hele ki yanınızda cinayet dolayısıyla Bingo Kitabında kendine has bir sayfa edinmiş pek de tekin durmayan bir tip varken...
Tek tük insanlarla bezenmiş yola giriş yaptığımızda insanların yürümelerini ve konuşmalarını yerli yersiz sezebiliyordum. Durduk yere kendimi şüpheli konuma düşürmek istemiyordum, bu yüzden kendime güvenerek ilerlemek niyetindeydim. Pısırık ve kendini gizleme çabasında gibi davranmanın bana bir faydası olmayacaktı. Ayrıca yaratacağım gereksiz gizemin sonucunda elde edebileceklerimin neler olduğunu bile bilemiyordum. Bu sebeple kendimi gizleme derdinden uzak, ancak çevremde olan biteni anlayabileceğim bir şekilde yürümeme devam edecektim. Dikkatimin beni şüpheli konuma sokmasına da müsaade etmeden bunu gerçekleştirmeyi planlıyordum. Amacım bir han veya benzeri bir konaklama yeri bulmak olsa da, bulunduğumuz noktada böyle bir yer bulunmuyordu. Bu da kasabanın merkezine doğru ilerlemeye devam etmemiz gerektiğini bize söylüyordu. Shiri'ye attığım kısa süreli bakış, ilerleyişimizin yönünü de teyit ediyordu.
Her şey planlanan şekilde gitmiyordu bu hayatta ve bir kaçaksanız her şey sizde şüphe yaratıyordu. İşte bu cümlenin temsili hali bir anda karşımızda beliriveriyordu. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın namı zaten biliniyordu, ancak daha ilk adımımızda belanın bizi selamlayacağını da düşünmüyordum. Bizimle hiçbir ilgisi ve alakası olmasa da, “şüphe” her şeye kadirdi. Dükkanların birinden fırlayan ve sonra çamura basıp düşen bir silüet, onun hemen arkasından beliren başka bir silüet, elindeki cisimle silüetin birinin diğerini duvara yaslaması ve aralarındaki bağrışma... Kafamda susmak bilmeyen bir ses “Bunlardan sana ne?” diyordu, ancak içinde bulunduğumuz hayat her şeyin bize dönebileceğini söylüyordu. Buna tedbirli olmak, kendini korumak veya bambaşka bir isim verilebilirdi. Yaptığımız ve yapacağımız da tam olarak buydu. Sahnede beliren biri silah varken, umursamaz olmamız mümkün değildi. Ancak her gördüğümüz silahı da durduracak değildik. Kulağa nasıl gelirse gelsin, önümüzdeki sahnede bizim işimiz yoktu. Birbirlerini parçalayabilirlerdi, bizi bağlamadığı sürece... Bu noktada Shiri ile kesişen bakışlarımız hareketimizin ne olacağını da kararlaştırıyordu. Kolumdaki alın bandını sessizce çıkarıp kıyafetimde saklayabileceğim bir yere koyarken, adımlarım da daha da yavaşlıyordu. Shiri ile uzun süreden beri devam eden senkronize adımlarımız, bu noktada birbirleriyle uyuşuyordu.
Adımlarımızı şüpheden ırak, ancak çevredeki etkileşimlere açık bir hale geliyordu. Olaya bu aşamada müdahil olma niyetinde değildik, ancak olayın ne olduğunu da bilmek istiyorduk. Zira nasıl bir yere düştüğümüzü bize gösterecek ilk olay, karşımızda yaşananlardı. Cennetten bir parçanın bizi selamlamayacağını biliyorduk, ancak en azından etrafımızda neler olup bittiğini de iyi analiz etmemiz gerekiyordu. Bu sebeple mümkün mertebe yaşanan olaya etki etmeden, ancak konuşmaları kaçırmaksızın ilerlemeye devam edecektim. Bir yardım çığlığı duymam halinde ise, yerli yersiz bir bakış atmakla yetinecektim. Elinde naginata veya benzer bir silah tutan birine, sırf biri yardım istedi diye yardım edecek değildim. Ne var ki, olayın ucunun bize dokunabileceği bir hal olması durumunda, Shiri'yi de zora sokmayacağım inancına sahip olursam olaya dahil olabilirdim. Bu belki de hiç düşünmek istemeyeceğim veya gerçekleşmeyecek bir ihtimaldi. Şimdilik sadece neler olup bittiğini net bir şekilde öğrenmek gerekiyordu ve biz de buna uygun hareket etmek gayesindeydik.