Her zaman olduğu gibi, yine konuşmalardan cımbızla çektiğim kelimeler, içinde bulunduğumuz durumu pek de açıklığa kavuşturmasa da bir fikir veriyordu. İlk olarak hancı “saygılı müşterimiz” diyerek tanıtmıştı isminin Jin olduğunu söylediği piç kurusunu. Hancının bu cümlesinin ardından istemsizce bu “saygılı” adama baktığımda, sadece yağ fıçısına dönmüş ve kendinden geçmiş, yolda görsek sümüğümüzü atmayacağımız birini görüyordum. Bu sebeple de, adamın şimdiki durumuyla “saygılı” kelimesinin kullanımı arasında, geceyle gündüz kadar fark vardı. Yine de bu adamın konumunun aşağı yukarı nerede olduğunu anlayabiliyordum. Aynı şekilde, görünümün hiçbir şeyi göstermediğini de bu sayede bir kez daha fark edebiliyordum. Yakima’dan bahsederken takındığı saygılı tavır ve “diğerlerini” anması, Hagane’nin kasaba için ne anlama geldiğinin de basit bir özeti gibiydi. Elbette bunun bir dayatma mı yoksa içten gelen bir saygı mı olduğu konusu açıklık kazanmıyordu, ancak yine de takınılan tavır yeterli görünüyordu. Hancının cümlelerinden bir diğeri de Jin isimli piç kurusunun bir misafir olduğu şeklindeydi. Bu misafirlik kavramının biraz daha açılması gerekiyordu ve hancı da bu isteğime cevap verircesine, Jin hakkında birkaç işe yaramaz gibi görünen bilgiyi sıralıyordu.
Yakima bizim bu hana getirdiğinde, herhangi bir misafirlikten bahsetmemişti. Bunun aksine, yabancıların pek sevilmediği bir ortamda olduğumuzu üstüne basa basa belirtmişti. Dolayısıyla Hagane’nin herhangi birini misafir ediyor olması fikri, kurulacak bir düz mantıkla bile saçma geliyordu kulağa. Hele ki, kendisine böylesine zarar veren bir adamın misafir sıfatını kazanması oldukça ilginçti. Buradan yaptığım ilk çıkarım, Jin’in Hagane için önemli biri olmasıydı. Ancak onun önemi, sadece onu kullanmak istedikleri zamanda ortaya çıkmasından ileri geldiği kanaatine düşüyordum. Her daim değerli olması halinde en azından kendisine bir lütufta bulunulması gerektiği düşüncesindeydim. Bir diğer olası durum ise, onun değerli bir esir konumunda olduğuydu. Elbette bu ihtimal biraz zayıf görünüyordu, zira değerli bir esiri herhangi iki yabancının girebileceği bir ortamda tutmak pek de akıl karı değildi. Ancak, kendisine tarif edilemeyecek zararlar veren birinin ve Yakima’nın deyişiyle özgürlüğe bağlılığı bulunan bir toplumun, değerli bir esiri zindanda tutması da çok beklenilecek bir tavır değildi. Kaldı ki, hanın içinde, sürekli hancının gözetiminde olması sayesinde, Hagane hem sürekli bir adamı Jin’i gözlemek için feda etmeyecek hem de Jin bulunduğu ortamda bir esir hissi yaşamayacaktı. Kendini doğrayıp biçse bile, arkası temizlenecekti. Nitekim, bu sorular neticesinde, Jin’in gerçek anlamda bir misafir olup olmadığı tereddüdünü yaşamak kaçınılmazdı. Fakat sonuç olarak, onun bir Hagane olmadığı ve hareketlerine karşı bir yaptırımla karşılaşmadığı net bir şekilde ortadaydı.
Hancı ile aramızdaki konuşma henüz daha başındayken, içeriye Hagane üyesi olduğu belli olan üç kişinin girmesiyle, bütün odağımız bir anda dağılmıştı. Üzerlerinde taşıdıkları savaş aletlerine uygun giyinimleri ile Yakima’dan farklı duran üç kişi, Jin ile göz göze geldikleri anda, bir misafire gösterilmemesi gereken tavrı takınıyorlardı. Jin için söylendiğinde gerçek anlamına kavuşan üç kelimelik cümlesinin ardından Jin’i ayağıyla omzundan ittiren katanalı adam, bir misafire nasıl davranılmaması gerektiğini de güzelce özetliyordu. Bu sebeple de, ikinci çıkarımım kafamda güç kazanmaya başlarken, diğer elemanların bu harekete gülüşleriyle destek vermesi, Jin’den daha çok midemi bulandırıyordu. Gücün ve otoritenin getirdiği sarhoşlukla her şeyi başarabileceğini sanan bu tipler, esas olarak beni bu hayata sürükleyenlerdi. Ne var ki, bu savaşın başlama anı şimdi olmamalıydı. Avuç içlerime tırnaklarımı geçirerek kanatsam da, dişlerimi sıkmaktan her birinin kırılmasına sebep olsam da, şimdi kesinlikle doğru zaman değildi. Yapmak istediğimiz işi yaptığımız zaman tüm dünyanın bundan haberi olacaktı, sadece bir avuç maceraperestin değil!
İçeriye giren üç adam, kendilerine yaraşır bir biçimde hancıya seslenmelerinin ardından, hancının saygıyla önümüzde eğilerek ayrılması, kafamda yer eden bir diğer andı. Ne koşulda olursa olsun, saygı görmüş olmak insanın içini ısıtıyordu. İş icabı olsa da, bu saygılı eğilme hamlesi, hancının yemeklerine saygısızlık yapmamam gerektiğini gösteriyordu. Az önce elimle itelediğim tabağı önüme çekerken, bir yandan Jin’i, diğer yandan ise gelen üçlüyü kesmeye başlayacaktım. Bakışlarımın bir yabancınınkine uyan şaşkınlık ve bilinmezlik içermesine dikkat ederken, yavaşça yemeğimi yemeye başlayacaktım. Üçlünün sohbetlerini yaparken Jin’i umursamayacakları belliydi ve ben de bu umursamazlıktan nasiplenmeyi umuyordum. Kulağımı olabildiğinde yapacakları sohbete odaklarken, Jin’in en ufak yaşam belirtisi gösteren hareketini de kaçırmak istemiyordum. Bu adamın canlı olduğuna, göğsüne kırılmış da olsa bir katana soktuğunu gördüğüm kadar emindim. Şimdi veya sonra, kesinlikle hareketleneceğine inanıyordum. Bu sebeple de, yemeğimi mümkün olduğu kadar yavaş yiyecektim. Hızlıca karnımı şişirip ortamdan ayrılmak istemiyordum. Her ne kadar Shiri, Yakima’nın bizi araştıracağını söylediğini aklımdan çıkarmamış olsam da, gelen üçlünün bizi umursamaması, henüz tehlikede olmadığımızı gösteriyordu. Ancak bu durumun ne kadar devam edeceği bir muammaydı. Ayrıca Shiri Bingo Kitabı’nda yer alıyor olsa da, işlediği suç, Hagane’nin ne kadar umurunda olacaktı… Bunlar şimdilik önemsiz ayrıntılar olduğu için, öncelikli olarak yapmak istediklerime odaklanmalıydım.