Gözleriniz hala hayatta olanlara takıldığı anda, herkesi kudurmuşçasına birbirine saldırdığını, can aldığını görüyorsunuz. Vahşi hayvanların hayatta kalmak adına yaptığı hareketlerden çok da farklı durmayan eylemler neticesinde, ölen ve öldüren insanları görüyorsunuz. Ancak iki tarafın arasındaki bir dengeden bahsetmek gerekirse, hala güçsüz olan siz görünüyorsunuz. Kageyasu’nun size öldüreceğiniz minimum adam sayısını deklere ettiğinde ve Riaru’nun adamları ile karşılaştığınızda, bu rakamların makul olduğunu düşünseniz de, artık daha çok can almanız gerektiğini fark etmeniz çok da zor olmuyor. Belki onlarcasını harcamanız gerekse de, bu savaş içerisinde önceliğiniz can vermemek oluyor. Diğer insanlar gibi, duygularınızı gömüp, etrafınızda dolmaya başlayan yoldaşlarınızın cesetlerini görmezden gelerek ve gerekirse onları da kullanarak alabildiğinizce can almanız gerektiğini anlayabiliyorsunuz. Her yeri kana bulanmış yoldaşlarınızın, aslında sizin gibi düşündüğünü de o anda kavrayabiliyorsunuz kolaylıkla.
Ve yağmur şiddetini arttırıp size bir düşman gibi saldırmaya başladığında, siz de harekete geçiyorsunuz. Kendinize bir av bulmak ve hepsinden önemlisi bu savaşın gidişatını lehinize çevirmek adına her bir saniyenin kıymetini bilerek etrafınızdaki boşluktan çıkıp, akıtacağınız kanlara odaklanıyorsunuz. Çok geçmeden, takım formasyonunun size verdiği avantajla bir düşmanınızı ansızın öldürüyorsunuz. Sonra bir tanesini daha… Bir tane daha… Kim olduğunun, yüzünün ve vücudunun neye benzediğinin hiçbir önemi olmadan, sadece öldürmek için saldırıyorsunuz. Üstünüze sıçrayan kanlar, yağmur sayesinde kurumaktan kurtulurken, bunu aldırmadan devam ediyorsunuz savaşmaya. Savaşın başında düştüğünüz durumdan, bir takım olarak, bir bütün olarak kendinizi sıyırdığınızda, işlerin daha da kolaylaşmaya başladığını anlıyorsunuz. Ancak işler kolaylaştıkça, hislerinizi ve duygularınızı da yitiriyorsunuz. Aldığınız canların sayısı artarken, düşmanlarınızın da arttığını anlıyorsunuz. Önceden tek başınıza karşınızda durmaya çalışan kişiler olsa da, artık öbek öbek insanın sizi durdurmak için saldırdığını fark ediyorsunuz. Ne var ki, ardınızda hissettiğiniz dostlarınız, bu insan akınına karşı bir güç oluşturuyor ve sizin açınızdan pek de bir şey değişmeden, kendinizi tutmaktan kaçınarak adınızı duyuruyorsunuz.
Başta aldığınız, yaraladığınız insanların sayısını sayarken, zaman geçtikçe artık saymayı bile bırakıyorsunuz. Savaşın seyri hala aynı olsa da, Ishigakure’den gelen bir medic ekibinin olaya müdahil olmasıyla, belki de ilk kez nefes alıyorsunuz. Yoldaşlarınızın sizi zorlamasıyla yarım yamalak da olsa kendinizi yeniledikten sonra, bir kez daha kendinizi savaş meydanına atıyorsunuz. Genel anlamda, kondisyonunuz %60-70 civarında olduğu noktada, bir kez daha ellerinizin kana bulanmasına, suratlarınıza kanın sıçramasına müsaade ederken, artık vücudunuza sinen kan kokusunu rahatlıkla alabiliyorsunuz. Çamurlu zemin, sadece yağmurla değil, dostlarınızın ve Riaru’nun adamlarının kanıyla da sulanırken, ilerlemeniz hızlanmaya başlıyor. Hedefinize olan yakınlığınız arttıkça, direnciniz de artıyor ve dostlarınızın bir kez daha sizin etrafınızda toparlanmaya başladığını fark ediyorsunuz. Her bir hamleniz dostlarınıza bir asist, bir hayat gibi görünürken, önünüzdeki dostlarınızın ise hızla ölmeye başlaması sizi tedirgin ediyor. Sadece yarım dakika sonra ise, bu tedirginliğinizin nedenini canlı kanlı görüyorsunuz.
25 metre kadar önünüzde duran 1.80 boyların atletik vücutlu, sarı saçları kanla kızarmış, yüzünde birçok yara, üstündeki kıyafetleri parçalanmış ve vücudu neredeyse kanla boyanmış olan bir adamın bakışlarını sadistik bir şekilde size diktiğini fark ediyorsunuz. O anda belki de savaş ilk kez durgun bir hale gelirken, adamın yaydığı aura neticesinde savaş alanından koparak bu adama odaklanmaya başlıyorsunuz. Halinden ve tavrından birçok dostunuzu öldürmüş olduğunu rahatlıkla anlayabildiğiniz ve kısa bir süre önce önünüzdeki 6-7 Ishigakure shinobisini de öldürmüş adamla göz göze geldiğiniz bu anlarda, tehlikenin boyutunu da kavrayabiliyorsunuz. Yüzüne yansıyan sadistik gülüşü, portresini tamamlayan bir detay olurken “Size ulaşmak için onca canı almam gerektiğine inanamadım. Adım Agano Ganmaru! Efendi Riaru’nun en güvendiği adamlardan biri olarak, Ishigakure’nin en güvendiği adamlarını yok etmek için buradayım! Önce sizi, sonrasında ise Kageyasu denilen piçi harcadıktan sonra, bu savaşı kazanacağız! Sonrasında ise her birinizin sikilmiş bedenini Ishichou’nuza hediye olarak göndereceğiz!” diyor. Konuşmasını, yüzündeki sadistik ifadesiyle uyuşan bir kahkaha ile bitiren Ganmaru’nun, bugüne kadar karşılaştığınız insanların bir hayli farklı olduğunu, daha ilk anda anlamış olsanız da, bu cümlelerinden sonra onun başka seviyede bir insan olduğunu rahatlıkla kavrıyorsunuz. O anda, Ganmaru’yu yenmeniz halinde bu savaşın lehinize döneceğinizi anlayabiliyorsunuz.