[Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

User avatar
Taichi Dazai
Posts:66
Joined:January 5th, 2019, 8:03 pm
Künye:
Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by Taichi Dazai » July 8th, 2019, 6:30 pm

Vücudumun içinde gezen ses kulaklarımın içinde patlıyordu.

Kemiklerimi titreten bu ses içimdeki benliğin haykırışıydı sanki. Vücudum bağırıyordu. Hislerim, tüm benliğim… Kararsızlığın dibine vurduğum bu anda ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kafamın içinde yankılanan ses, beni istemsizce uzaklara götürüyor, öylece beni bir başıma bırakıyordu. Çatırdayan bir dünyanın üzerinde duruyordum. Her tarafı yıkık dökük. Sağlam bir yeri olmayan, kurak ve dengesiz bir yerin. Ne yapmam gerektiğini bilmeden.

Dev bir çekiç sürekli kalkıyor ve tüm haşinliğiyle kalbimin tam orta yerine vuruyordu. Taştan olmayan kalbim ise parçalanma belirtileri gösteriyordu. Kırılıyordum, parçalanıyordum, dökülüyordum… Sonum geliyordu sanki. Pes ediyordum. Bırakıyor ve kaçıyordum. Tüm bunları ben istiyordum. İstemesine istiyordum ama yine de dayanmaya çalışıyordum. Amaçsızca..? Bilmiyorum. Bilmiyordum. Cevap arıyordum. Belki de cevaptan kaçıyordum. Ne yapıyordum ki? Ne yapmaya çalışıyordum?

Tüm yapmaya çalıştığım şey ilerlemekti bence. Amacım ilerlemekti. Bir şeyler görmek, bir şeyler yaşamak. Basit birkaç kelime işte. Ama gerçekliğin suratıma vurduğu şey farklıydı. Değişmeyecektim demiştim kendime. Şimdi bir yol ayrımındaydım. Hangi seçenek asıl bendi, bilmiyorum. Yanlışı seçersem, hala ben olarak kalabilir miydim? Onu da bilmiyordum? Neyi biliyordum ki? Bu soruya bile verecek cevabım yoktu. Şu an ben sanki bom boş bir sayfaydım. Karalanmak istemeyen, o şekilde kalmayı sürdürmek isteyen bom boş bir saydaydım. Temiz olmak istiyordum. Ama aynı zamanda ilerlemek de istiyordum. Fakat kirlenmeden gerçekten ilerlenebilir miydi ki? Sonuçta ben sıradan bir insandım. Belki bazı açılardan, kimilerine göre kutsanmış olabilirdim. Belki de shinobiliğin lanetinin acısını katlanmak zorunda kalan bir zavallıydım. Her şey bakış açısında bitiyordu.

Kalbimden dökülen parçalar yerine dönüyordu tekrardan. Az önce gördüğüm kasvetli havaya benzer gri bir bulut parçaları alıyor, tekrar yerine koyuyordu. Ardından çekiç tekrar düşüp, tekrar kırıyordu kalbimi. Sanki sonsuz bir döngüydü bu. Hiç bitmeyecek. Bir karar vermem gerekiyordu. Bir cevap vermem gerekiyordu. İkiye ayrılmış yolun, her iki tarafına da gidemezdim sonuçta. Birini seçmeliydim. Beni en çok ben yapanı seçmeliydim. Ama tereddütteydim. Hangisi daha bendi? Hangisi ben değildi? Belki ikisi de benimdir. Eşitizdir. Doğamın, yaratılışımın içinde bulunan iki parçanın görüntülerinden ibaret olabilirdi pekala. Öyleyse hangi yolu seçersem seçeyim hem kazanacaktım, hem kaybedecektim. Bir parçam yitecekti. Bir parça da kazanacaktım. Ama kazancım ve zararım eşit olacak mıydı? Bilmiyorum. Fakat bu saatten sonra da çok bir önem arz ettiği düşüncesi içerisinde de değilim. Yapmam gerekeni yapacaktım. Ve nasıl daha da ileri gidebilirdim, ona bakacaktım.

Değişim de insan yaşantısının bir parçasıydı sonuçta. Yaşarsın. Yaşarken değişirsin. Aldığının kararlar, yaptığın seçimler, dövüştüğün kişiler, baktığın insanlar… Her şey insana bir şeyler katar, bir şeyler eksiltirdi. Bu da ister istemez değişimi doğururdu. Öyle değil mi? Yaptığımız her şey, içimizde bir şeyleri değiştirirdi. Zihni ham bir çeliğe benzetebilir miydik acaba? Kılıç gibi zihin diye bir şey duymuştum zamanında. Aldığımız her karar zihnimize bir darbe olabilirdi. Ama gerçekten aldığımız her darbe, bize zarar mıydı? Ya bizi daha da güçlendiren bir şeyse? Bu şekilde bakmak gerekiyordu bence. Benim de kararsızlığımı kırmam gerekiyordu aynı zamanda. Bu düşünce ekseni etrafında kendi kararımı vermeliydim. Verecek olduğum karar; beni, ben olmaktan çıkarmayacaktı. Biraz değişecektim. Ama bu değişim ilerleme adına olacaktı. Güçlenme adına olacaktı.

Fikirlerimin ve düşüncelerimin hortumvari bir şekilde etrafımı sardığı bu anda, kafamı kaldırıp çevreme baktım. Yaşlı adamın mağrur ifadesini izledim. Bir şey düşünmedim ama. Söylemem gerekeni söylemiştim. Bu şekilde ısrar etmesi kaybedeceği şeylerin sayısını arttırırdı. Şimdi kaybettiği ağırlık ve onuru gibi. Sonuçta sıradan bir yaşlı adamdı. Belki köyünde adı geçen birisiydi. Ama… dünya kocaman bir yerdi sonuçta. Derler ki; gökyüzünün üstünde gökyüzü vardır. Bu da ona benziyordu biraz. Ne kadar güçlü olursan ol, senden daha güçlüleri her zaman çıkacaktır. Bizde onun üzerinde olan bir gökyüzüydük belki. Bu durumda suçlanacak kişiler bence biz değildik. Suçlamak istiyorsa kendisini suçlasın. Güçsüzlüğünü suçlasın. Ya da kaderini suçlasın. O kötü kaderini. Elinden çok da bir şey gelmiyordu da zaten.

Torununa güvenip bir şeye kalkışırsa bence daha da çok canı yanacaktı. Küçük görmek istemem ama gördüğüm kadarıyla burada dövüşçü niteliğini yerine getiren biri yoktu. Ya da öyle gözüküyordu. Yine tedbiri elden bırakmayacaktım. Ne olacağı belli olmaz. Hayat değişkenlerle dolu bir yerdi sonuçta. Yanımdaki iki dallamanın da ne olduğu belli de değildi. Bunlara güvenip bir işe kalkışmaz ve arkamı emanet etmezdim. Güven dediğimiz şey zamanla olur zaten. Bu kadar kısa sürede gördüğüm şeyler da öyle olumlu şeyler değildi. Her neyse. Diyeceğim o ki, torunu ve onun arkadaş grubuna güvenmese her iki taraf için de iyi olurdu. Hem az önce ettiği sözlerden sonra içimde ona karşı düşmanca duygular oluşmuştu. Kendimi üstün biri olarak görmesem de, dangalak ve cahil olan bir köylüden bu sözleri duymak hoş olmamıştı. Ki ben shinobiydim. İşittiğim şeylerden sonra biraz düşmanca niyet oluşsa da içimde, dışarı vurmamayı tercih etmiştim. Vurmayacaktım. Niyetimi saklayacaktım bu konuda.

Neyse. Kararını vermiş biri olarak, önümdeki yol daha netti artık. Ben, yine ben olarak aldığım bu kararın neticesinde yoluma devam edecektim. İlerleyecektim kısacası. Bu yüzden ne yapmam gerekiyorsa onu yapacaktım. Bu karar ve düşüncelerimin neticesinde kel ve uzun saçlıya dönecektim. “Gidelim!” diyecektim. Ardından da onların arkasına takılacaktım. Bu işi bir an önce bitirmemiz en öncelikli şeydi şu anda.
Künye
İsim: Taichi Dazai
Yaş: 20
Cinsiyet: Erkek
Element: Raiton
Seviye: C-Rank
Rütbe: Chunin
Ryo: 123.250 Ryo
Prestij: 13
Ün: -
Kullanılabilir GP: -
Motivasyon
En İyi Roman: Maceralarını içeren romanı yazmak için elbette bir sürü materyal gerecektir. Kitabı da, kendi maceralarına yaraşır bir şekilde, dünyanın en iyi romanı olmalıdır. Dünyanın en iyi romanına sahip olmak içinse, dünyanın en iyi yerlerine gitmeli ve hiç bilinmeyen, anlatılmamış mekanlarına gitmelidir. Bunu başarmak için elinden geleni yapmak bile, kendisini heyecanlandırmak için yeterlidir.
Komplikasyon
Değerli Defter: Maceralarını içeren sıklıkla not aldığı bu defter, onun için en değerli eşyalardan bir tanesidir. Yok olmasına dahi katlanabilir. Ama başkasının eline geçmesi, asla kabul edemeyeceği bir şeydir. Göğsünde bulunan iç cebine koyduğu bu defteri sıklıkla kontrol eder. Eğer ki bir gün defterini kaybederse, elinde bulunan her şeyi boş verip, defteri bulmak için gereken tüm fedakarlıkları gösterecektir. Maceralarını içeren bu defter, tıpkı bir yazarın yazdığı bir hikayenin, orta yerinde içindekilerinin çalınıp ortalığa yayılması gibi his yaşatacaktır kendisine.
Özellikler

Profil
Güç: 9
Çeviklik: 9
Kondisyon: 8
Potansiyel: 8
Varlık: 3
Zeka: 3
Beceri Listesi
[Güç] Atletizm: 2
[Çeviklik] Akrobasi: 2
[Çeviklik] El Hassasiyeti: 1
[Çeviklik] Saklanma: 1
[Favori Beceri][Kondisyon] Form: 3
[Potansiyel] Ninshuu: 1
[Varlık] Aldatma: 1
[Varlık] Empati: 1
[Varlık] Sosyalleşme: 1
[Zeka] Tıp: 1
[Zeka] Farkındalık: 1
[Zeka] İzcilik: 1

Ninjutsu
Shunshin no Jutsu - D-Rank[Geliştirme]
Ikazuchi no Kiba - C Rank
Raijin no Jutsu - B Rank
Raiton no Yoroi - A Rank
Taijutsu
Kendou - B Rank
Genjutsu
-
Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar:
Temel Shinobi Çantası
Orta Seviye Katana
5 Adet Patlayıcı Parşömen, 5 Adet Sentetik Kartona yapışık.
Koruyucu Şemsiye
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by GM - Naruto » July 10th, 2019, 1:08 am

Senin de "Gidelim!" demenle beraber, keltoş da hareketleniyor. Şöyle son bir defa evin içerisine bakıyor, özellikle dedeye sert bir bakış atıyor. Dede bir şey demiyor, oturan diğer elemanlar da aynı şekilde. Öne çıkıyor uzun saçlı ve onu takip etmeye başlıyorsunuz.

Evden dışarı çıkıyorsunuz ve bu ufak köyde, taş evlerin arasında ilerlemeye başlıyorsunuz. Önce sola dönüyorsunuz ve bir kaç dakika yürüdükten sonra evler seyrekleşmeye başlıyor. Köyü az çok terk ettiğinizi düşündüğünüz bir noktada iki tarlanın arasında kalan bir yola giriyorsunuz. Tarlaların ötesinde koruluklar var, yürüdüğünüz yol bu bağlamda dışarıdan pek belli olmuyor gibi. İleride iki katlı fakat kutudan ziyade silindirik bir bina görüyorsunuz. Bir siloyu andırıyor aslında.

"İşini biliyon he Shika." diyor keltoş. Cevap vermiyor uzun saçlı olan.

Siloya varıyorsunuz. Silonun önünde genişçe bir alan mevcut, bu alanın etrafı koruluklarla kaplı. Yani silonun arkası, sağınız ve solunuz hep ağaçlık bir alan. Ağaçlar seyrek. Buraya gelirken kullandığınız yolun sağ ve sol kısmında pirinç tarlaları vardı ve kısmen dar bir yoldu, ancak silonun önü geniş. Arkana dönüp baktığında silodan kasabaya en az bir 50, 60 metre olduğunu görüyorsun. Bu mesafe de hep tarlalarla dolu. Şehirden buraya doğru gelen bir kalabalık seçiyorsun bu arada.

Silo taştan. Çatısı standart Japon stilinde. Önünde tahtadan bir kapı var ancak zincirlenmiş. Sizin için pek bir sorun teşkil etmiyor tabii. Çevrede herhangi birisi yok. Silonun herhangi bir camı da yok, içeride birilerinin olup olmadığını da bilmiyorsun.

"Kıralım kapıyı bari nabalım." diyor keltoş ve bir kaç adım atıyor. Bu sırada, uzun saçlı kısa bir ıslık çalıyor. Arkanızı dönüyorsunuz.

20 kişilik bir grupla karşı karşıya kalıyorsunuz. En önde, dedenin torunu mevcut. epey kısa saçlı ve kolsuz bir gömlek giyiyor. Kısa bir sapı olan bir tırpan var elinde. Arkasındaki 20 kişilik grubun tamamı erkek ve benzer giyinimdeler. Kısa saçlar ve köylü kıyafetleri. Hepsinin elinde kesici veya delici aletler var, tırpanlar, kazmalar, kürekler, dirgenler vesaire. Sizden uzaklıkları bir on metre kadar falan.

Keltoş sinirle bağırıyor; "Bu ne şimdi amınakoyim ya!"

Torun atlıyor lafa, aynı şekilde bağırarak; "Size verecek pirincimiz yok dedi reis."

Keltoş sinirle gülüyor bu cevaba karşılık; "Lan sen aptal mısın bre kancık? Yerleşke buradan on beş, bilemedin yirmi dakika uzaklıkta. Sikerler adamın götünü bizim kılımıza zarar gelirse."

Torun biraz duruyor, fakat bağırarak cevap vermeye devam ediyor; "Savaş yüzünden herkes ön cephede, bu yüzden sizin gibi çapulcuları gönderip duruyorlar. Aptal mı sandınız bizi? Riaru'nun zamanı kısıtlı. Yakında çeker gider buradan. Şansınız varken siz de defolun, başınıza bir iş gelmesin."

Keltoşun şakaklarında damarlar beliriyor resmen. Uzun saçlı ise sırtındaki kılıçları çekiyor yavaşça. Karşıdaki gruptan bir hareket yok.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Taichi Dazai
Posts:66
Joined:January 5th, 2019, 8:03 pm
Künye:

Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by Taichi Dazai » July 10th, 2019, 3:15 am

Verdiğim karar sonrasında harekete geçmiş ve ilerlemeyi kafama koymuştum.

Ettiğim tek kelimenin ardından, söylediğim şeyi destekleyen eylemlerle devam ettim. Bir iş vardı. O işi yapacaktım. Yapmalıydım. Bu benim için bir sınavdı belki de. Bir başıma, tek başıma bir şeyler başarabilir miydim? Bunu sürekli sorgulayan kendime bir cevap arayışı olabilirdi.

Öylesine kısa bir yürüyüşün ardından varmak istediğimiz noktaya varmıştık. Uzun saçlının bu tarz işlerde tecrübeli olduğunu düşünmeden edemedim. Biliyor gibiydi işini. Kele kıyasla sanki daha güvenilir bir insan gibiydi. Tabii bu güven canımı emanet edebileceğim bir güven değil. Arkasına takılıp işi öğrenebileceğim bir güvendi.

Her neyse. İşler tıkırında gidiyor gibi gözüküyordu. Belki de az önce yaptığım konuşmadan, vermek istediğim mesajı kapmışlardı. Kim bilir? Bu şekilde düşünüp görevi bitirdiğim anı ve ondan sonra olabilecekleri hayal ederken, kulaklarım bir ses işitivermişti. Arkamı dönüp sesin kaynağına bakmak isteyince, görmek istemediğim bir manzara ile karşılaştım. Tabii. Tabii ki de öyle olacaktı. Köylüler işte. Ah, şu aptal köylüler!

Niye tüm dünyayı hayal edebileceğiniz şeylerle sınırlıyorsunuz ki? Yaşadığımız topraklar ne kadar geniş, ne kadar engin; biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz! Elbette bilmiyorsunuz! Gözlerinizi açmak, tepeden bakmak isteseniz bile yapamazsınız. Çıkabileceğiniz en yüksek tepe, diğerlerinin bakmaya dahi yeltenmeyeceği bir yükseklikte. Ya kulaklarınız? Onlar da mı duymuyor? Niye duymaya çalışmıyorsunuz? Niye? Aklımın içinde gezinen binlerce soru. Fakat hepsi cevapsız! Onların yaşantısını bilmiyordum. Ve bu yüzden, asla onlar gibi de düşünemeyecektim.

Tabii tüm bunlar, benim gözümde çok da önemli şeyler değildi. Sıradan köylüleri tanımak veya bilmek gibi bir niyetim yoktu. Olmayacaktı da. Bu, onları küçümsememden kaynaklanan bir şey değildi. Küçümsemiyordum. Bazen gıpta bile ediyordum. Bilirsiniz… Bazen cahillik, mutluluk demektir. Ne kadar çok şey bilirsen, o kadar çok düşünürsün. Ve ne kadar çok şey düşünürsen, o kadar umutsuzluğa kapılır, mutsuzluğu tadardın. Ölmenin ne anlama geldiğini bilmeyen bir insana ölümü anlattığınızı hayal edin. Ölümü bilmeyen kişi bu gerçeğe inanmayacaktır. Daha doğrusu, inanmak istemeyecektir. Baktığımız zaman gerçekleri, yalana dönüştürmek ya da gerçekleri hiç bilmemek, insanların mutluluğu elde etmesini en kolay yoldan sağlayan şeydir. Tabii bu benim fikirlerimden doğan bir söylem olsa da tecrübelerimle sabit olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Şimdi… asıl konuya gelirsek, bu durum beni birkaç açıdan çıkmaza sokuyordu. İlk olarak öndeki aptala karşı içimde bir kin olsa da köylülere zarar vermek istemiyordum. Her ne kadar pirinçlerini alıyor olsam da, direkt olarak zarar vermiyordum onlara. Sadece dolaylı yollardan zarar vermiş oluyordum. Bu şekilde karşıma alıp kılıcımla onlara saldırmak, en son yapmak istediğim şeylerden biriydi. Bu yüzden dövüşme yanlısı değildim. Asla da olmamıştım. İkinci çıkmaza gelirsek… Sıradan bir insanın taklidini yapıyordum şu an için. Yani ben bir shinobi değildim. Shinobi yeteneklerimi ortaya çıkaramazdım. Ola ki çıkarırsam, başıma büyük dertler alırdım. Belki ajanlık ile suçlanırdım. Belki tutsak edilirdim. Neler yaşayacağımı kestiremiyorum açıkçası. Beni kullanmak bile isteyebilirlerdi. Ki, bu benim istemediğim şeyleri yapacak olduğum anlamına gelirdi. Kesinlikle bu bir seçenek değildi.

Durum karmakarışık halde ve kaos içindeydi. Çıkmaz yola girmiş gibi bir şeydik. Hala olayların seyrini değiştirme şansım var mıydı, bilmiyordum. Yanımdaki adamlara bakınca… çok da güven içinde değildim. İstemsizce derin bir nefes çektim içime. Kelin söylediği sözlerden, kelimelerinin sadece gazdan ibaret olduğu izlenimi edindim. Tabii ki bu kesin bir yargı değildi. Sadece olasılıkların değerlendirilmesiydi. Uzun saçlıysa, direkt tepkisini göstermişti. Daha kesin kararlı ve sert yürekli gibiydi. Ama tereddüt içinde olduğu izlenimi veriyordu sanki. Tüm bunlara ek, arkamızdan yapılacak bir saldırı için de hazırlıksız gibiydik. Köylüler cahil olsa da, dövüşmeyi bilmese de, sayılarıyla arada bulunan açıklıkları kapatabiliyorlardı. Ayrıca kafalarına bu fikri koydularsa her şeyi deneme ve işi sonuna kadar götürme ihtimalleri de bir hayli yüksekti.

Eylem vaktinin yaklaştığı bilincinde olup ben de sağıma soluma baktıktan sonra kılıcı çektim. Kendounun temel duruş formunu aldıktan sonra, istemsizce arkama baktım. Bir şeyler çıkabilir miydi, onu düşündüm. Tetikte olmak da fayda vardı. Kendime çok güvenip, salarsam hoş şeyler olmayacağının farkındaydım. Mesela denizde boğulan insanları ele alalım. Yaygın kanının aksine denizde boğularak ölüm oranı en yüksek iyi yüzme bilen insanlarda bulunur. Peki neden? Sihirli kelime; ‘özgüven.’ Kendine aşırı güven duyan insanlar, beklenmedik bir durumda ne yapacağını anlayamadan dibi boylarlar. Çünkü tetikte değillerdir. Bu da onların sonunu getirir. Ben öyle olmayacaktım! Her zaman tetikte olacaktım. Başıma ne zaman, ne geleceğini kimse bilemezdi. Hayat sürprizlerle dolu bir kavramdı sonuçta. İstediğin gibi çekip çeviremez, yön veremezdin. Bu herkesin bildiği basit bir gerçekti. Bunu ne kadar erken kavrarsak, o kadar iyi sonuçlar elde ederdik.

**

Tüm bu hareket dizisinin birkaç saniye içinde tamamlayıp, yanımdaki adamlara baktım. Şimdi ne yapmamız gerektiğine karar vermeliydik. Elimde birkaç seçenek vardı. Birincisi, savaşmak. Basitçe üçümüz direkt köylülerle kapışacaktık. Zafer ve yenilgi o an belirlenecekti. Tabii bu istemediğim bir şeydi.

İkincisi, geri çekilmek. Taktiksel bir geri çekilme yapabilirdik. Kampa dönüp olayı anlatıp, destek alıp o şekilde geri dönebilir ve işimizi hallederdik. Fakat bu benim için yine kötü olurdu. İlk görevden bir halt becerememiş, acele etmemiz gereken yerde görevi başaramamış olurduk. İstediğim bir seçenek olduğunu söylemezdim. Ama olabilirliği yok da diyemezdim.

Üçüncüsü, bir şekilde karşı tarafla anlaşabilirdik. Bunu şu an, şu noktada nasıl yapabilirdik, bilmiyordum. Ağzı laf yapar gibi gözüken bir tek ben vardım. Ki, ben de inandırıcılığı yüksek biri değildim. Bu gibi köylülerle çok haşır neşir olmadığım için de başarma ihtimali epey düşüktü. Tabii şunu belirtmekte fayda da var. Bu benim için en iyi seçenekti.

Dördüncüsü, shinobi yeteneklerimi ortaya çıkararak savaşabilirdim. Ama bu en az yapmak istediğim şeydi. Canım tehlikeye girmediği sürece yapmayacağım bir şeydi. En az istediğim ve olabilirliği en düşük seçenekti. En son tercihim diyebilirdik.

Beşinci ve son olarak, shinobi yeteneklerimi yine ortaya çıkarabilirdim. Ama bu sefer hedefim köylüler değil, kel ve uzun saçlı olurdu. İkisini ortadan kaldırıp, toplumun ahlak yargısına göre iyi bir iş başarmış olurdum. Tabii kitabım içinde güzel bir hikaye olurdu. Köylüleri sömüren kana susamış haydutları öldürüş hikayem, diye reklam yapardım. Fakat, bu tam olarak bir seçenek sayılmazdı. İşlerini bitirdiğim an kaçmam gerekirdi. Zaten kaçak bir shinobi olan benim için bu çevrede konaklayacak hiçbir yer kalmazdı. Amegakure sınırını aşıp aşamayacağım bile bir muamma olurdu. Yakalanıp öldürülebilir, belki daha kötü şeyler de yaşayabilirdim. Kısacası bir kumar olurdu bu. Ama dördüncü seçeneğe göre olabilirliği daha yüksekti gözümde. Dördü bir seçenek olmaktan eleyebilirdim hatta.

Elimdeki seçenekler belliydi. Şimdi işe soyulmanın vakti geldi. Yanımdaki kel ve uzun saçlıya doğru dönecektim. Ve ardından tok ve kendine güven bir ses tonuyla kelimelerimi dile getirecektim.

“Ne yapıyoruz? Köylülerle savaşmak istemiyorum açıkçası. Benimsediğim değerlere aykırı bir davranış. Fakat sizin davranışlarınıza uyacağım!”
Künye
İsim: Taichi Dazai
Yaş: 20
Cinsiyet: Erkek
Element: Raiton
Seviye: C-Rank
Rütbe: Chunin
Ryo: 123.250 Ryo
Prestij: 13
Ün: -
Kullanılabilir GP: -
Motivasyon
En İyi Roman: Maceralarını içeren romanı yazmak için elbette bir sürü materyal gerecektir. Kitabı da, kendi maceralarına yaraşır bir şekilde, dünyanın en iyi romanı olmalıdır. Dünyanın en iyi romanına sahip olmak içinse, dünyanın en iyi yerlerine gitmeli ve hiç bilinmeyen, anlatılmamış mekanlarına gitmelidir. Bunu başarmak için elinden geleni yapmak bile, kendisini heyecanlandırmak için yeterlidir.
Komplikasyon
Değerli Defter: Maceralarını içeren sıklıkla not aldığı bu defter, onun için en değerli eşyalardan bir tanesidir. Yok olmasına dahi katlanabilir. Ama başkasının eline geçmesi, asla kabul edemeyeceği bir şeydir. Göğsünde bulunan iç cebine koyduğu bu defteri sıklıkla kontrol eder. Eğer ki bir gün defterini kaybederse, elinde bulunan her şeyi boş verip, defteri bulmak için gereken tüm fedakarlıkları gösterecektir. Maceralarını içeren bu defter, tıpkı bir yazarın yazdığı bir hikayenin, orta yerinde içindekilerinin çalınıp ortalığa yayılması gibi his yaşatacaktır kendisine.
Özellikler

Profil
Güç: 9
Çeviklik: 9
Kondisyon: 8
Potansiyel: 8
Varlık: 3
Zeka: 3
Beceri Listesi
[Güç] Atletizm: 2
[Çeviklik] Akrobasi: 2
[Çeviklik] El Hassasiyeti: 1
[Çeviklik] Saklanma: 1
[Favori Beceri][Kondisyon] Form: 3
[Potansiyel] Ninshuu: 1
[Varlık] Aldatma: 1
[Varlık] Empati: 1
[Varlık] Sosyalleşme: 1
[Zeka] Tıp: 1
[Zeka] Farkındalık: 1
[Zeka] İzcilik: 1

Ninjutsu
Shunshin no Jutsu - D-Rank[Geliştirme]
Ikazuchi no Kiba - C Rank
Raijin no Jutsu - B Rank
Raiton no Yoroi - A Rank
Taijutsu
Kendou - B Rank
Genjutsu
-
Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar:
Temel Shinobi Çantası
Orta Seviye Katana
5 Adet Patlayıcı Parşömen, 5 Adet Sentetik Kartona yapışık.
Koruyucu Şemsiye
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by GM - Naruto » July 16th, 2019, 2:49 am

Kılıcını çekmenle beraber ortalık iyice geriliyor ancak bir kırılma söz konusu değil daha. Yine de olası bir tehdite karşı gardını almış oluyorsun. Laflarını söyledikten sonra ise keltoşun sesllerini duyuyorsun; "Kafa göz giricez işte!" İleriye doğru bir adım atıyor. Köylüler iyice provoke oluyor bu durumdan ancak bir hareketlilik hala yok. En az senin kadar onlar da bu işin kızışmasını istemiyor zira biliyorlar ki birilerinin canına mal olacak olası bir çarpışma.

Uzun saçlı sadece "Sakin ol." diyor, fakat keltoş tepki vermiyor.

Bu sırada öndeki genç bir kaç adım daha öne çıkıyor. Bununla beraber keltoş da aynı şekilde öne çıkıyor. Karşı karşıya geliyorlar, siz de yaklaşıyorsunuz gruba doğru. Genç bu sırada "Gidin dedik, anlamadın mı?" diyor.

Keltoş size doğru dönüyor gülerek ve sağ elinin işaret parmağı ile çocuğu gösteriyor "ne diyor bu dallama?" dermişçesine. Ve aniden, aşırı hızlı bir şekilde sol elinin dirseğini gencin çenesine geçiriveriyor!

Kısa ve tok bir "tık" sesi yankılanıyor ve genç yere yığılıyor bir patates çuvalı gibi, sola doğru seğirterek. Hayatta olduğundan az çok eminsin fakat çenesini bir daha kullanamayacak gibi.

Bu sırada zaman senin için yavaşlıyor çok kısa bir süreliğine. Önünüzdeki yirmi kişilik güruh üzerinize doğru koşmaya başlıyor. Uzun saçlı olan kılıçlarını hazırlıyor ve öne doğru eğilerek ileriye doğru atılmak için hazırlanıyor. Suratında "hay amına koyim." dermişçesine bir ifade mevcut. Keltoş ise çoktan yumruklarını iyice sıkmış, ileriye atılmak için hazır bir şekilde duruyor.

Uzun saçlı keltoştan bir kaç metre geride, sen de uzun saçlının yanındasın. Güruh keltoşun 5-6 metre kadar önünde ve ona doğru odaklanmış bir şekilde koşturuyor. Bir kaç saniye sonra tamamen etrafınızı saracaklar gibi görünüyor.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Taichi Dazai
Posts:66
Joined:January 5th, 2019, 8:03 pm
Künye:

Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by Taichi Dazai » July 17th, 2019, 5:36 am

Kelimelerin ötesindeki şeyi anlatmayı başarabilmek için başvurmamız gereken tek şey; eylemin ta kendisidir.

Bu sebebin getirdiği sonuç ve lüzum üzerine kılıcımı çekmiş ve iki ayağımın üzerine dikilmiştim. Kısacası kelimelerimin yetmediğinin bir sonucu olarak, eylemlerim devreye girmişti. Pek tabii, kafamın içinde dönen şeyden bir haber olduğumu da söylemem gerekirdi. Çünkü çok bir şey düşünmemiş, olayın sıcağıyla içeriye atlamıştım.

Bu bir çözüm değildi. Çözüm olmamasına rağmen, yine de bir anlatış biçimiydi. Tavrımı, eylemlerimle ortaya koymuş ve anlatmak istediğimi de kelimeler olmaksızın anlatmıştım. Basit ama bir o kadar etkili bir şekilde. Bana düşmansanız, size düşmanım. Bunun sonucu neticesiyle, sizi biçmek ve toprağı kanlarınızla sulamak elimden gelebilecek tek ve de yegane şeydi. Ne diyebilirdim ki başka?

Şimdiki durumumun benzerliğini taşıyan bir hikaye aklımda beliriverdi. Ne zaman okumuştum, açıkçası hatırlamıyorum. Küçük olduğum zamanlardı. Ondan eminim. Çünkü hikayenin kendisine o sıralar çok da bir anlam yükleyememiştim. Ama şimdi bakınca, şu anın göbeğinde bir anda aklıma girivermiş ve vermek istediği mesajı çok net bir şekilde zihnime damgalamıştı…

Günün birinde, bilinmeyen bir yerde… canavarın teki belirmiş; insan suretinde. Köye adım basar basmaz, yaşamak istediği yer olarak bellemiş orayı. Sessizce bir kulübe kurmuş, kendini tanıtmış insanlara. Kaç yıldır yaşadığını bilmeyen bu canavar, yorgun ve argınmış. İnsanların yaşantısına her zaman gıpta ile bakmış, bakmış… En sonunda işte kendini böyle ufak bir yerde bulmuş.

Her şey ilk başta güzelmiş. Canavar, köylülerle birlikte tarla eker, tarla biçermiş… Onların yediği kapta pirinç yermiş, ağaçlardan meyveler toplarmış. Fakat her şeye rağmen bir gerçekliğin kendisi acımasızmış. Sonuçta insanlar yine insan, canavarlar da yine canavardı. Bu değiştirilemez bir gerçekti. Öyleymiş gibi davranarak kimlikler reddedilemez ve değiştirilemezlerdi. Bunun bilincinde olmayan canavarsa, bir gün içgüdülerine kapılıp, iyi geçindiği komşusunun yanına varmış yarı canavar – yarı insan görünümünde ve karşısına dikilmiş.

Gözlerinin içine bakıp ‘benim’, demiş canavar. Dürtülerine dayanamayan canavar, komşusundan sadece tek bir hayvanını istemiş. Fakat komşusu ise korkuyla dolmuş. Hiddetle geri çekilmiş. Avazı çıktığı kadar bağırmış. Canavar sesleri tüm köye doluşmuş. Sonrasında insanlar toplanmış ve canavarı çepeçevre kuşatmışlar. Canavar bilincinin son eşiğinde bağırmış. ‘Benim, ben! Sizlerden biri!’ Amma velakin köylüler aldırmamış, ellerine aldıkları bin bir türlü aletler ile bir adım daha ilerlemiş.

Canavar tekrar bağırmış. ‘İstediğim tek bir hayvan! Sonra her şey eskisi gibi olacak.’ Köylüler yine aldırış etmemiş. Gözlerindeki korkuyu, ellerindeki titremeleri hiçe sayarak daha da ilerlemişler. Canavar düşünmüş, aptal insanlar diye. Niye? İçinden binlerce kez bağırmış… Fakat ne kadar irdelese de bir cevaba ulaşamamış. Bir yandan köylülere olan kızgınlığı, öteki taraftan onlara karşı hissettiği sevgi ve şükran duyguları; kalbinin ve zihninin içinde bir karmaşa oluşturmuş. Bu karmaşanın ardından bilincinin son demlerini yaşayan canavar, aklı karanlık bir mahzene kilitlenmiş.

Yoğun ve kanlı bir vahşetin ardından çokça insan ölmüş... Aynı zamanda köye çokça hasar verilmişti. Tüm bu olumsuzluğa takriben, başarmak istediği şeyi de başarmıştı köylüler. Canavar ölmüştü. Kolları ve bacakları bir yerde, kafası bir kazığa oturtulmuş ve gökyüzüne bakar şekilde dikilmiş havaya. Aklı bir daha asla çıkamamış o mahzenden, canavarın. Fakat köyde bir türlü eskisi gibi olmamış. Kayıp insanların yeri dolmamış, tarla biçmek ve ekin toplamak mümkünatı kolay olmayan bir şekle bürünmüş. Sonunda herkes bir şey kaybetmiş. Kazananın olmadığı bir dövüş olmuş.

Canavarın sormak istediği olan soru olan; ‘Niye bu savaş?’ cümlesini, arda kalanlar düşünse de bir cevaba varamamış. Sonrasında anlamışlar ki… durumun getirdiği şartlara adapte olmak, mantığın yolunu izler. Gerekirse şeytanın ta kendisiyle bile anlaşmak, mantık çerçevesindeyse kabul edilebilir bir şey olmalıydı. Şimdi bunu kavramış olan ben, bu mantığı aşılamalıydım bu insanlara. Mantığın yolunu göstermeliydim. Kapalı göz kapaklarına çarpan, sert ama ufuk açıcı bir rüzgar olmalıydım.

Ne ben hikayedeki canavar olmak isterdim, ne de onlar hikayedeki köylüler. Şu an durumlarının farkında değillerdi. Geleceği düşünmüyorlar, boş zihinlerini anlık öfkelerle dolduruyorlardı. Suratlarına sert bir tokat atmalı veya kafalarının üzerinden kaynar sular dökmeliydim. Bakınca duruma bunu şu an benden başkası yapamazdı. Bir çıkar yolun olduğunu düşünebilecek bir insanın olduğundan bile şüpheliydim. Şu an kimse ama hiç kimse, düşünmüyordu. Düşünmenin en basit yolunu bile izlemiyorlardı. Bilincini yitirmiş canavarlar gibiydiler. Ellerinde var olan tek şey dövüşmekti. Onların bir beyne ve dolayısıyla bir kalbe sahip olduğunu hatırlatma vaktiydi.

Düşüncelerimi ve olasılıkları birer birer gözden geçirdiğim sırada, kelin hareketini kayıtsızca izledim. Sanki o an benim için zaman durmuştu. Çocuğun yere yığılmasının ardından sanki önümde ışıklar saçan bir kapı belirmişti. O an zaman durmuş ve mekan yok olmuştu gözümde. Tüm zemin kapkara, hava ve gökyüzünün ta kendisi de öyleydi. Görebildiğim tek şey insanlardı. Ama ışığı saçan yerde yatan, daha önceden kıl olmuş olduğum çocuktu. Benim kapım oydu. Benim cevabım oydu. Benim canavar olmadığımın kanıtı da oydu.

Bize doğru gelen köylülere aldırış etmeden, tüm hızımla bu yavaşlayan zamanın içinde hareket edecektim. Hedefim, yerde yatan çocuktu. Önce ayaklarımı, adımlarımı görecektim. Sanki suyun üzerinde yürüyormuş gibi his veren ve kafamın içinde suyu dalgalandırırmışçasına bir illüzyon yaratan o adımlarımı. Hedefe ulaşabileceğim mesafeye geldiğim an, sıradaki sol elim olacaktı. Gözlerimin önünden kayışını görmüş olacağım sol elimle çocuğun yakasından tutacaktım ve kendime çekecektim. Daha sonrasında kılıcım işini yapacaktı. Sanki zamanı ve mekanı ayırıyormuşçasına hareket edecek olan kılıcımın parıltısını, çocuğun boynuna dayanmış bir vaziyette olduğu an görecektim. En sonunda ise birkaç adım geri çekilecektim. Bununla birlikte benim için yavaşlayan zamanın, en sonunda normal akış hızına döneceğini düşünüyordum. Belki daha erken olurdu, belki daha geç.

Tüm bu aksiyonu ve hareket bütününü köylülerin bize ulaşmadan önce yapacağımı düşünüyordum. Adımlarım ve hareketlerim onlardan daha hızlıydı. Bu düşünceler içerisindeydim. Herhangi bir aksilik çıkmadan bunu hallettikten sonra. Zaman kaybetmeksizin sesimin çıkabildiği en uç noktaya kadar çıkaracak ve bağıracaktım. “Durun! Yoksa kellesini vücudundan ayırırım!” Bunu olabilecek en sert ve en ani tonumla söyleyecektim.

Tüm bunları yapıp, dedikten sonra köylülerin duracağından emindim! Onların kalbinin en derin noktasına saldıracaktım. Aynı zamanda beyinleri olduğunu hatırlatacak ve düşünmelerini sağlayacaktım. Belki köy bizi hala canavar olarak görebilir, hatta bizi yenebilirdi. Ama şunu bilmeliler ki, bu dünyada tek bir canavar yok. Burası insanların dünyası değil. Burası canavarların dünyası!
Künye
İsim: Taichi Dazai
Yaş: 20
Cinsiyet: Erkek
Element: Raiton
Seviye: C-Rank
Rütbe: Chunin
Ryo: 123.250 Ryo
Prestij: 13
Ün: -
Kullanılabilir GP: -
Motivasyon
En İyi Roman: Maceralarını içeren romanı yazmak için elbette bir sürü materyal gerecektir. Kitabı da, kendi maceralarına yaraşır bir şekilde, dünyanın en iyi romanı olmalıdır. Dünyanın en iyi romanına sahip olmak içinse, dünyanın en iyi yerlerine gitmeli ve hiç bilinmeyen, anlatılmamış mekanlarına gitmelidir. Bunu başarmak için elinden geleni yapmak bile, kendisini heyecanlandırmak için yeterlidir.
Komplikasyon
Değerli Defter: Maceralarını içeren sıklıkla not aldığı bu defter, onun için en değerli eşyalardan bir tanesidir. Yok olmasına dahi katlanabilir. Ama başkasının eline geçmesi, asla kabul edemeyeceği bir şeydir. Göğsünde bulunan iç cebine koyduğu bu defteri sıklıkla kontrol eder. Eğer ki bir gün defterini kaybederse, elinde bulunan her şeyi boş verip, defteri bulmak için gereken tüm fedakarlıkları gösterecektir. Maceralarını içeren bu defter, tıpkı bir yazarın yazdığı bir hikayenin, orta yerinde içindekilerinin çalınıp ortalığa yayılması gibi his yaşatacaktır kendisine.
Özellikler

Profil
Güç: 9
Çeviklik: 9
Kondisyon: 8
Potansiyel: 8
Varlık: 3
Zeka: 3
Beceri Listesi
[Güç] Atletizm: 2
[Çeviklik] Akrobasi: 2
[Çeviklik] El Hassasiyeti: 1
[Çeviklik] Saklanma: 1
[Favori Beceri][Kondisyon] Form: 3
[Potansiyel] Ninshuu: 1
[Varlık] Aldatma: 1
[Varlık] Empati: 1
[Varlık] Sosyalleşme: 1
[Zeka] Tıp: 1
[Zeka] Farkındalık: 1
[Zeka] İzcilik: 1

Ninjutsu
Shunshin no Jutsu - D-Rank[Geliştirme]
Ikazuchi no Kiba - C Rank
Raijin no Jutsu - B Rank
Raiton no Yoroi - A Rank
Taijutsu
Kendou - B Rank
Genjutsu
-
Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar:
Temel Shinobi Çantası
Orta Seviye Katana
5 Adet Patlayıcı Parşömen, 5 Adet Sentetik Kartona yapışık.
Koruyucu Şemsiye
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by GM - Naruto » July 19th, 2019, 12:34 am

Sen hareket etmeye başladığın anda zaman çoktan eski hızına kavuşmuş oluyor.

İleriye doğru atılıyorsun, aynı şekilde üzerinize koşan güruhun yaptığı gibi. Keltoş çocuğu geçip bir kaç adım öne çıkıyor ve önüne gelen ilk köylüye okkalı bir aparkat çıkarıyor ve yere yığıyor. Tam bu olay olurken sen yerde yatan gence varmış oluyorsun ve onu geriye çekiyorsun ayağı kaldırırken. Patates çuvalı misali sallanıyor kucağında.

Tam boynuna metali dayadığında ise sol tarafındaki uzun saçlının bir köylünün suratına derin bir kesik attığına şahit oluyorsun. Senin bağırmanla ise herkes duruyor. Çevrene baktığında, hilal şeklinde sarılı olduğunuzu farkediyorsun. Tek açıklık, sırt tarafın. O da zaten ambara bakıyor.

Çevreniz ellerinde çeşitli kesici tarım aletleri bulunan bir güruh ile sarılı. Hepsi sana odaklanmış durumda. Hepsi genç ve nefret dolu gözlerle sana bakıyorlar. Tırpanlar, dirgenler seçiyorsun milletin elinde. Kimisinin elinde bıçak falan var. Herkes senden 2-3 metre kadar uzaklıkta. Senin tam önünde, 1.5 metre kadar ilerinde keltoş duruyor. Bir sana bakıyor, bir de güruha. Bir tepki vermiyor. Onun hemen ayağının altında ise baygın yatan ve bir kaç dişi eksik bir köylü bulunuyor.

Herkes susuyor, uzun saçlının suratını kestiği köylü hariç olmak üzere. O da onun ayaklarının altında sırtı yere gelecek şekilde bir sağa, bir sola sallanıyor. Suratını tutmakta ancak kanlar yavaş yavaş yayılıyor. Yaranın nasıl bir şey olduğunu göremiyorsun. Uzun saçlı sıkıca kılıçlarını önünde tutuyor ve tamamen güruha odaklanmış bir durumda.

"Bırak lan onu ibne herif!" diyor birisi, güruhun içinden. Bir başkası da "Öldürürüz oğlum sizi!" diyor yüksek bir sesle. Homurtular yükseliyor. Daha bir kaç saniye geçmiş durumda. Onları durdurmaya başardığın aşikar ancak her an harekete geçebilirler. Çok bir şeyler söyleyecek vaktin yok gibi görünüyor, söyleyecek olsan da çok uzatmanın bi anlamı yok gibi. Her an herhangi biri fitili çok kısa olan bu barut fıçısını tekrar ateşleyebilir.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Taichi Dazai
Posts:66
Joined:January 5th, 2019, 8:03 pm
Künye:

Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by Taichi Dazai » July 22nd, 2019, 3:16 am

Kendi içimde, kendime doğrulttuğum haykırışımın ardından ayaklanmış ve çocuğu ele geçirmiştim. Sözlerim olabildiğince hızlı bir şekilde ağzımdan fırlamış ve bombayı arbedenin tam ortasına bırakmıştım. Ardından çevremi şöyle bir kabaca süzmüştüm. Sonuç ise… hayal kırıklığından ibaretti.

Yapmak istediğim etki, istediğim şekilde zerk etmemiş, kısa bir dalgalanma yaratmıştı sadece. Gerçi böyle bir anın ortasında, genellikle liderlik vazifesine soyunmayan benim, bu işi ne kadar becerebileceğim de büyük bir muallaktı zaten. Fakat ben, bunu bile bile bu yola başvurmuştum. Çünkü işi zor değil, kolay yoldan çözmek istemiştim. Çünkü ben bu şekilde olmasını istiyordum!

Bundan sonra ne yapabilirdim, onu düşünmek adına zihnimin derinliklerine girdim. Hayal kırıklığım, öfkem içten içe beni ele geçirmeye çalışıyordu. Sinirlenmiştim açıkçası. Belli etmemeye çalışıyordum. Aklımın içinde bir o tarafa, bir bu tarafa giden ‘Neden?’ Sorusuna cevap arıyor, arıyor ve duruyordum. Bu soru benim cevaplayacağım tarzda bir soru değildi. Benim bileceğim bir şey değildi. Kafa yormak sanırım aptalca ve boşa bir çabaydı. Ama aynı zamanda da elimde değildi bu soruyu sormamak.

Bir an düşünmekten vazgeçtim. Gözlerim karardı. Dış dünyaya göremez oldum. Karanlığın içinde bir yerde kendimi buldum. Öylece başıboş bir şekilde duruyordum. Bir sandalye gördüm. Basit, tahtadan olan ve üzerinde hiçbir işleme olmayan bir sandalyeydi. Bir süre baktıktan sonra, amaçsızca oturdum. Niye buradaydım? Burası neresiydi? Minvalinde sorular düşünürken, kulaklarımın içine bir ses düştü. Nefes alışveriş sesimden, kalbimin çarpıntısından daha güçlüydü bu ses. Sanki biri adımlıyordu. Her attığı adımda ses bana daha güçlü geliyordu. Sanırım gelen kişi bana yaklaşıyordu. Oturmuş olduğum yerde merakla bekledim o kişiyi.

Beni buraya o kişi mi çağırmıştı? Burası düşüncelerimin somutlaşması, zihnimin bir tablosuysa; bana yavaşça yaklaşan kişi kimdi? Merak katsayımın git gide arttığı bu anın ortasında cevaba ulaşmamın uzun sürmeyeceği düşüncesi içerisine girdim. Bir an sandalyeden kalkıp, ben de o kişiye yaklaşmak istediysem de, bunu yapmadım. Sandalyeden kalkarsam buradaki olayımın biteceğini düşündüm. Gözlerimi tekrardan dış dünyaya açıp, yine cevapları belli olmayan zor sorular karşı karşıya kalacağımı hissettim. Bundan mütevellit merak etsem de öylece oturup, o kişinin gelmesini bekledim.

Ellerimin yavaşça terlediğini düşündüğüm anda, karanlığın içinden bir silüet karşıma çıkaverdi. O an öylece sessiz ve durgun bir şekilde, karşımdaki kişiye baktım. Akabinde gözbebeklerim büyüdü. Tüylerim kabardı, içimdeki her şey korku duydu. Varlığımın her bir parçası karşımdaki kişiyi görmekten dolayı dehşete düştü. Aynadaki yansımamdan fırlamışçasına bana benzeyen bir kimseydi, karşımdaki kişi. Şaşırdım… Kimdi bu insan? Niye bana benziyordu? Niye zihnimin içinde dolaşıyordu? Amacı neydi? Birkaç saniye süren şaşkınlığımın ardından, sonunda ağzımı kıpırdatabilecek güce erdim. Üzerimden attığımı düşündüğüm şaşkınlığımın izlerini taşıyan sağ elimi yavaşça havaya kaldırdıktan sonra, işaret parmağımı karşımdaki kişiye doğrulttum. “Kimsin sen?” diye sordum. Sakin bir ses tonuyla konuşmak isteyerek.

Bu soru karşısında şaşırmış olacak ki, surat ifadesi bu şaşkınlığı hissettirecek şekilde değişti hemen önümde duran adamın. Ardından güldü. Biraz şeytani bir gülümsemeydi bu. Biraz da küçük gören. Bakışlarını da aynı şekilde bana doğrultulmuştu. “Ben mi? Elbette ben Taichi Dazai’yim! Aynı zamanda sen de öylesin!” Bu kelimeler ağzını terk ettiği anda kahkahalara boğuldu. O sırada ben sadece dinledim. Bu anın göbeğinde elimde pek de seçenek yoktu açıkçası. Etraf tekrardan sessizleşince şeytani ve küçük gören bakışlarıyla beni izlerken, birkaç adım daha attı bana doğru. O bana doğru iyice yaklaşırken, düşüncelerimin arasına daldım. Kafamın içinde bir sürü düşünce vardı. Önce hangisinden başlamalıyım amacıyla yapılan bir düşünceydi bu.

Sormak istediğim soruya karar verdiğim an, ağzımı yavaşça araladım. Fakat aynı anda kulaklarım diğer ‘ben’in sesini duydu. “Sakın konuşma!” diye bağırdı. İster istemez bir an duraksadım. Bu duruksama, şaşkınlığımdan dolayı ortaya çıkan bir tepkimeydi. Bu yüzden bu kelimeleri sarf etmesi, sormak üzere olduğum soruyu engelleyemedi. Bir kez daha konuşma yeltendiğim anda, bu sefer yine diğer benin sesini duydum. “Bana kim olduğumu sorduğuna göre, sen hiçbir şey bilmiyorsun! Fakat bilmiyor olman doğru da değil! Ben gerçekten kimim? Bunu sahiden de bilmek istiyor musun? O zaman gözlerini dört aç! Ben senim! Senin bir parçanım! Bakmak istemediğin, görmek istemediğin o parçan! Az önce köylüler hakkındaki dediklerini düşününce bu tanıdık gelmiyor mu? Hahahaha!”

“Asıl kör sensin! Asıl sağır da sensin!” Karşımdaki diğer ben konuşmaya devam ettikçe onu dinledim. Suratının kızgınlık, öfke ve nefretten şekilden şekile girmesini izledim. Bir an ellerimle kulaklarımı kapatmak ve göz kapaklarımı aşağı indirmek istedim. Bir an kaçmak istedim. Sandalyeden kalkıp, bu çarpık düşüncelerimden oluşan aynı şekilde çarpık olan bu dünyayı yok etmek istedim. Bunu gerçekten çok istedim. Daha fazla dinlemek istemiyordum. Daha fazla görmek istemiyordum. Sanki var olan en büyük sırrım, bir başkası tarafından ele geçirilmiş gibi hissettim. Göğsümün üzerinde bulunan defterimin, bir başkası tarafından okunmasına benzer bir histi bu! En derinden saklamak istediğim şeyler, sanki güneşin doğması gibi tüm dünyaya bir ışık edasıyla saçılıyordu. Ellerimi sandalyenin destek kısımlarına attım. Kalkıyordum. Kalkacaktım. Aynı şekilde bu uğursuz, karanlık yeri yok edecektim!

Fakat, daha önceden olduğu gibi karşımdaki diğer ben aynı şekilde konuşmuş ve yine aynı şekilde eylemlerimi yarıda kesmişti. Küçük gören, şeytani bakışlarını bana doğrultmayı sürdürürken; “Korkak!” diye bağırdı. Bakışları canımı acıttı. Sarf ettiği sözcük kalbimi tam orta yerinden deldi. Gözlerine bakmaya cesaret edemedim bir an. Daha sonra yavaşça kafamı kaldırıp, gözlerimizin kesişmesine izin verdim. “O sandalyeden kalktığın anda bu dünya yok olur! Bu dünya yok oldu mu, ne oluyor biliyor musun? Kaçmış olursun! Her zamanki gibi, hahahaha!” Aramızda birkaç adımlık mesafe kalana kadar bana yaklaştı. Öyle ki onun nefesinin sesini kulaklarımın en derin yerinden işittim.

Adımları durduğu an eğildi ve bana baktı. Gözlerimiz birbiriyle tam karşı karşıya gelmişti. İçlerine baktım o gözlerin. Onun gözlerinin içinde gördüğüm şey, onunla aynı çarpık surata sahip bendi. Suratımda aynı şekilde şeytani bir gülümseme vardı. Gözlerimde de aynı şekilde bir bakış vardı. Bir an kafamı geri çekmek istedim. Fakat sağ eliyle beni kafamın tam arkasından yakalamıştı. “Bak!” diye bağırdı. Tükürüklerinin suratıma yapışıp, verdiği ıslaklık hissini kavradım. “Ben senim! Ben içindeki canavarım! Ben gerçeğim! Ve yine sen de bir canavarsın! Bunu niye kabul etmiyorsun? Hahahaha!”

Kahkahaları sürerken, sessiz bir şekilde içimdeki fırtınayı hissettim. Kanımın vücudumda tam tersi yönüne akarken yaşattığı sıcaklığı aynı şekilde hissettim. Binlerce duyguyu, binlerce hissi aynı anda yaşadım. Dinlememe isteğim sürse bile, gözlerimi kapatmadım. Direndim! Beni vazgeçiren her şeyi bir kenara fırlattım. Bu dünyayı yok etmeyecektim. Her şeyi sonuna kadar götürecektim. Belki de hayatında hiçbir şeyi sonuna kadar götürememiş ben, bu sefer buradaki konuşmayı ve buradaki yaşananları son anına kadar götürecektim. Götürecek ve neler olacağını görecektim. Bunu yapmalıydım. Bunu yapmak zorundaydım!

Bu şekilde düşünürken, sandalyeyi daha sıkı kavradım. Gözlerimi açık tutarak bir sonraki cümlesini bekledim. Fakat bu beklentimden farklı bir şey oldu. Sertçe kafasını burnuma geçirdi. Kendimi yerde buldum. Sandalyeden düşmedim. Ellerim hala sandalyenin korumalıklarına tutunur vaziyetteydi. Burnumdan akan kanın verdiği ıslak ve hafif sıcak hissi tadarken, gözlerim yine karşımdaki bene bakmaya devam etti. Yukarıdan bana olan bakışlarına baktım. Kızgınlık veya mutsuzluk hissetmedim. Aksine biraz daha sakinleşmiştim. Belki mutlu bile olmuştum, anlamadığım bir şekilde. “Demek kabullenmeye başlıyorsun, ha? Güzel!” Dedi sakin bir tonla, bu olaydan sonra. Ardından yine beklemediğim bir şekilde tekme savurdu. Karnıma gelen bu tekme, beni birkaç metre ileri doğru gönderdi. Sandalyenin yere gelen kısmıyla, zeminde kaydım öylece.

Sandalyeyi kavrayışımı sürdürmeye devam ettim yine de. Boğazımdan ağzıma dolan ılık ve değişik bir sıvının varlığını hissettim. Öksürerek dışarı attım. Kandı. Kırmızı olarak çıkan bu kan, yere temas edince zeminle aynı renge bürünmüştü. Kapkara olmuştu tıpkı zeminin kendisi gibi. Aldırmadım. Yine gözlerim aynı şekilde diğer bene doğru döndü. Adımlarının sesini işitirken, giderken yaklaşan suretini izledim. “İtiraf et!” Bağırdı yine. Ardından devam etti gülerek. “Mesela… Kılıcını boğazına dayadığın köylüyü ele alalım. Niye o? Yaralı olduğu için mi? Hehehehe! Yoksa ona karşı bir nefret hissettiğin için mi? Ben sana söyleyeyim… Ona karşı nefret ettiğin için! Sen bir canavarsın. Kanasusamış bir canavar. Nefretle hareket eden, içgüdüleriyle hareket eden; düşünemeyen bir canavarsın! Bunu kabul et! Yaptığın tüm bu kirli işleri bana yıkmaktan vazgeç!”

Tüm bu kelimeleri söyledikten sonra, adımları durmuş, hemen yanımda bitmişti. Duracağını düşündüğüm o saniye önce sol ayağını karnıma atmıştı. Ardından kan revan içindeki suratıma da sağ ayağını. Tam tepeme çıkmış ve yine tam tepemden bana bakmıştı. Ayakları ile alnıma baskı uygulayıp, kafamı yere mıhlamıştı. Sanki suratım bir çöpten ibaretmiş ve onu ezmek istermiş gibi ayaklarını bir sağa bir sola hareket ettiriyordu. Fakat üzerimde bir insan, diğer ben olsa da öncekinden daha hafif hissediyorum gibiydi. Bu yaşadığım hisse belki de rahatlama denilebilirdi. Tam bilmiyordum. Fakat huzurluydum. Hiçbir yerim acı çekmiyor, yine hiçbir pişmanlık hissetmiyordum. Arkama dönüp bakmak istemiyordum. Bakmak istediğim şey sadece önümdekiydi.

Diğer ben, üstümde durur vaziyetteyken sanki konuşmanın sonuna gelmişiz gibi his yaratan bir şekilde tekrar konuşmaya başladı. “Canavar olduğunu düşünmüyorsan, o zaman kanıtla! Kanıtla ki, sen ve ben tekrar bir olalım! Kendi yolumuzu ancak yine kendimiz aydınlatabiliriz! Bir başkası değil! Hiçbir zaman böyle bir şey olmadı. Olmayacaktı da.” Bu sözleri söyledikten sonra yavaş yavaş yıldız tozu gibi dağılmaya başladı diğer ben. Kapkara olan bulunduğum yer de çatırdamaya, ardından kırılmaya başladı. Tüm bunlara istinaden bense, “Peki…” demekle yetindim. Bunu duyan diğer bense, suratında sıradan bir gülümsemeyle yok oldu. Her şeyin ardından ayağa kalktım. Ve kırılan bu dünyadan ayrıldım.

Önüme baktığımda aynı manzarayla karşı karşıyaydım. Köylüler çevremde, uzun saçlı ve kel yine bulunduğu yerde, boğazına kılıç dayadığım köylüde aynı şekilde yanımda duruyordu. Derin bir nefes çektim içime. Kararsızlığım üzerimden gitmişti. Bir kılıç gibi dimdik ve kararlıydım. Aklımda cevabı olmayan sorulardan eser kalmamıştı. Sadece gördüğüm şey ilerisiydi. Yapmam gerekeni biliyordum artık. Pişman olmayacağım şeyi biliyordum. Bunun cevabını bana veren şey, bir başkası değil; kendimdi. Cevabı aldığıma göre artık iş ve eylem vaktiydi…

Kılıcımı yavaşça köylünün boğazından çekecektim. Ardından yere saplayacaktım. Köylülere şöyle bir göz gezdirdikten sonra, çocuğu ne çok yakınımda, ne de çok uzağımda bulunan diğer bir köylüye doğru sert olmayan bir şekilde gönderecektim. Ardından bekleyecektim. Neyi bekleyeceğime gelirsek… En boş an olacaktı. Eğer ki köylüler bize saldırmaya karar verirlerse, hızlıca Raiton no Yoroi’nin el mühürlerini işleme koyacak ve ardından kılıcımı elime alacaktım. Daha sonrasındaysa Raijin no Jutsu için gerekli el mühürlerini aynı şekilde işleme koyacaktım.

Ardından yapacağım şey ise… uzun saçlının arkasına olabildiğince hızlı bir şekilde geçmek, kılıcımı kalbine yakın bir yerden saplamak ve sapladıktan sonra vücudun içinde gezdirmek olacaktı. Tüm bunları köylülerin saldırması durumunda yapacaktım. Aynı zamanda uzun saçlının gardını indirdiği, en boş anında yapacaktım. Köylüler bana saldırmadan bunları yapabilir miydim, bilmiyordum. Ola ki yapamasaydım, önceliğim farklı olacaktı. Yetişemeyeceğim bir durumda ilk olarak Raiton no Yori’yi o da olmazsa Raijin no Jutsu'yu uygulacak ve ardından uzun saçlının arkasına geçecektim. Bu eylemlerin dizisini gerçekleştiremediğim durumdaysa yapacağım şey; kılıcımı elime aldığım gibi hızımın en üst noktasıyla uzun saçlının arkasına geçmek ve kılıcım ile onu deşmek olacaktı.

Tabii bu senaryo köylülerin bize saldırmaya karar verdiği durumda geçerliydi. Ola ki bir hareket yapmazlar ve pirinci almamıza izin verirlerse bu tarz bir aksiyona şimdilik girmeyecektim. Bunun dışında uzun saçlıya saldırdığım herhangi bir durumda, bu eylem esnasında gözlerimi dört açmış olacak ve pür dikkat kesilecektim. Köylüler tarafından aptalca bir şekilde saldırıya uğramak istemiyordum. Diğer taraftan şartlar sağlanmış, fakat uzun saçlıya saldıracak bir pozisyona girememişsem, hedefim kel olacaktı. Kele saldırsaydım da aynı yönergeyi izleyecek ve olası başka bir saldırıya karşı gözlerimi yine dört açacaktım.
Künye
İsim: Taichi Dazai
Yaş: 20
Cinsiyet: Erkek
Element: Raiton
Seviye: C-Rank
Rütbe: Chunin
Ryo: 123.250 Ryo
Prestij: 13
Ün: -
Kullanılabilir GP: -
Motivasyon
En İyi Roman: Maceralarını içeren romanı yazmak için elbette bir sürü materyal gerecektir. Kitabı da, kendi maceralarına yaraşır bir şekilde, dünyanın en iyi romanı olmalıdır. Dünyanın en iyi romanına sahip olmak içinse, dünyanın en iyi yerlerine gitmeli ve hiç bilinmeyen, anlatılmamış mekanlarına gitmelidir. Bunu başarmak için elinden geleni yapmak bile, kendisini heyecanlandırmak için yeterlidir.
Komplikasyon
Değerli Defter: Maceralarını içeren sıklıkla not aldığı bu defter, onun için en değerli eşyalardan bir tanesidir. Yok olmasına dahi katlanabilir. Ama başkasının eline geçmesi, asla kabul edemeyeceği bir şeydir. Göğsünde bulunan iç cebine koyduğu bu defteri sıklıkla kontrol eder. Eğer ki bir gün defterini kaybederse, elinde bulunan her şeyi boş verip, defteri bulmak için gereken tüm fedakarlıkları gösterecektir. Maceralarını içeren bu defter, tıpkı bir yazarın yazdığı bir hikayenin, orta yerinde içindekilerinin çalınıp ortalığa yayılması gibi his yaşatacaktır kendisine.
Özellikler

Profil
Güç: 9
Çeviklik: 9
Kondisyon: 8
Potansiyel: 8
Varlık: 3
Zeka: 3
Beceri Listesi
[Güç] Atletizm: 2
[Çeviklik] Akrobasi: 2
[Çeviklik] El Hassasiyeti: 1
[Çeviklik] Saklanma: 1
[Favori Beceri][Kondisyon] Form: 3
[Potansiyel] Ninshuu: 1
[Varlık] Aldatma: 1
[Varlık] Empati: 1
[Varlık] Sosyalleşme: 1
[Zeka] Tıp: 1
[Zeka] Farkındalık: 1
[Zeka] İzcilik: 1

Ninjutsu
Shunshin no Jutsu - D-Rank[Geliştirme]
Ikazuchi no Kiba - C Rank
Raijin no Jutsu - B Rank
Raiton no Yoroi - A Rank
Taijutsu
Kendou - B Rank
Genjutsu
-
Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar:
Temel Shinobi Çantası
Orta Seviye Katana
5 Adet Patlayıcı Parşömen, 5 Adet Sentetik Kartona yapışık.
Koruyucu Şemsiye
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by GM - Naruto » July 29th, 2019, 3:21 am

Çocuğu salıveriyorsun ve sırtından ittiriyorsun. Bir kaç adım atıyor o baygın haliyle ve en yakındaki bir başka köylünün kucağına düşüveriyor, hala patates çuvalı kıvamında. Ardından kılıcını yere saplıyor ve çevreyi incelemeye başlıyorsun. Bir kaç saniye sessizlik oluyor, kimse bir şey yapmak istemiyor gibi görünüyor. Herkes bir şeylerden korkuyor gibi.

Fakat bir cengaver senin kılıcını yere saplamandan gaz almış olacak ki, göremediğin bir yerden sana bir taş fırlatıyor. Taş göğüsüne nazikçe çarpıyor ve yere düşüyor. "Pis yağmacılar, kahpeler!" Arka saflardan yükselen bu ses ile beraber tekrar köylülerin hareketlendiğini görüyorsun.

Kel ve uzun saçlı, köylüler ile tekrar çarpışmaya başlıyor. Sen Raiton no Yoroi'nin mühürlerini bitirdiğinde çoktan bir kaç kişiyi daha yaralamış oluyorlar.

Ancak sen vücudunda dolanan elektrik akımlarıyla ışıl ışıl parlamaya başladığında, kargaşa gene sonlanıyor ve hemen herkes sana dönüveriyor. Buna kel ve uzun saçlı da dahil. "Bir shinobi!" diyor biri nefesini tutarak, ardından güruh içerisinde bir homurdanma başlıyor. Keltoş, köylülere dönerek "Bir shinobi tabii, kiminle dans ettiğinizi sandınız itler? Defolun gidin hepinizin façasını ayağımın altına almayayım." diyor, sen ise kargaşa durduğu için saldırmamayı tercih ediyorsun, zira öyle planlamıştın.

Köylüer adım adım geriye çekiliyorlar, sen de bu sırada çoktan kılıcını eline almış ve Raijin no Jutsu'yu aktif etmiş oluyorsun. Kılıcını eline almanla beraber köylülerin epey geriye gittiğini, köyden buraya açılan dar yola kadar vardıklarını görüyorsun. Size engel olmayacak gibiler, yerdeki yaralıları alan bir kaç kişi ise köy merkezine doğru çoktan yollanmış bile.

Keltoş sana dönüyor ve yürüyor, yaklaşınca da "Vay be. Böyle şeyler yapabildiğini söyleseydin hiç uğraşmazdık." Bir tilki gibi gülümsüyor ve ambara doğru ilerliyor. Uzun saçlı ise bir şey demiyor ancak bakışlarındaki imrenmeyi sezebiliyorsun. Köylülerin bir kısmı ise dağılmış durumda, diğerleri ise artık seyirci konumunda gibi.

Eğer herhangi bir şey yapmayacaksan, keltoş ve uzun saçlı ambara doğru ilerleyecek gibi görünüyor.

Off Topic
Kimsenin nasıl RP yazdığına çok karışmayı sevmiyoruz ancak şöyle bir şey aklımıza takıldı. Aşağıdaki ibare karakter kartınızdan:
Taichi Dazai wrote:Reaksiyonlarını mantık çerçevesi içerisinde verir. Absürt hâl ve hareketleri yoktur. Genellikle olayları sakin bir şekilde karşılamayı tercih eder.
Bu turda yazdığınız RP'de ise kendi kendine sanrılar gören, aklıyla değil hissettikleriyle kararlar alan ve pek de sakin olmayan bir karakteri yansıtmışsınız gibi anladık. Ancak bir yaptırım uygulamadık, turunuz normal bir şekilde değerlendirildi. Yine de karakterinize daha çok uyan RP'ler yapmanız gerektiği hususunda sizi uyarmadan edemeyeceğiz.

Lütfen bunu RP stilinize bir eleştiri olarak algılamayınız, tenks.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
User avatar
Taichi Dazai
Posts:66
Joined:January 5th, 2019, 8:03 pm
Künye:

Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by Taichi Dazai » July 31st, 2019, 1:31 am

Anlamsızca şeyler… daha fazla anlamsızca şeyler. Kendimi tamamen saçmalığın arasında sarılı bir halde buldum. Uğraştım, didindim ve çabaladım. Açıkçası elimden gelebilecek her türlü pozitif şeyi denedim. Belki bunlar benim hüsnükuruntularımdı. Fakat ben öyle yaptığımdan emindim. Durumu düzeltmeye çalıştım, fakat olmadı. Kısacası yetersiz geldim. Yetersiz gelmiştim.

Yetersizliğim canımı sıkmıştı fazlasıyla. Fakat asıl sorun tüm bu olayların gerçekleşirken yaşattığı ufak aşağılanma ve aynı zamanda sonuçsuzluktu. Pek tabii benim de işin sonunda sinirlerim gerilmişti. Binbir tane farklı denemenin ve yine binbir tane farklı sorunun altında, düşüncelerim de anlamlarını yitirivermişti. Tüm bunlar bir şeyi getirmişti bana. Ağzına kadar dolmuş vücudum, bu sonucun altında patlamış ve ortama ayak uydurarak anlamsızlığın kendisine katılmıştı.

Her zaman rasyonel olmaya çalışan ben, rasyonellikten uzak bir hareket yapmış ve shinobi kimliğimi ortaya koymuştum. Niye böyle yaptım? Diye sorgulamayacaktım kendimi. Sonuçta açık bir cevabı daha fazla eşelemenin bir mantığı da yoktu. Bir anlık boş bulunmanın nelere tabi olduğunu da görmüş olduk. Tecrübenin iyisi, kötüsü olmazmış zaten. Tabii işin iyi yönü de yok değildi. İyi yönünden bakmak gerekirse de ortalık durulmuştu. Bu da sanırım kötünün iyisi olabilirdi. En azından köylülerle savaşmak zorunda kalmamıştım.

Fakat, her eylemin bir bedeli vardı. Kimi zaman bu bedel, insanları çok kötü sonuçlarla karşı karşıya getirirdi. Ben de şimdi, bu durumdan en küçük bedelle sıyrılmanın planlarını yapmaktaydım. Her ne olursa olsun, bu bedeli ödemek zorundaydım. Bundan kaçarım yoktu. Yine bu bağlamda da Riaru ile olan bağım kopmuştu. En azından benim kafamda öyleydi. Şimdi hal ve durum böyleyken, ne yapmalıydım, onu gözden geçirecektim. Şu andan itibaren çoğu şey de anlamsızdı zaten. Geride pek seçeneğin kaldığı da söylenemezdi… Bundan sonrası için vereceğim kararı, mantık ve çıkarlar doğrultusunda alacaktım. Orası kesindi.

Şimdilik her şey yolundaymış gibi davranacaktım. Suratlarında farklı farklı ifadeler barındıran uzun saçlı ve kele doğru, suratıma yerleştirmiş olduğum hafif bir tebessümle dönecektim. Onlar da zaten ambara doğru yol almayı planlıyor gibilerdi. Ben de aynı şekilde onlara doğru yürüyecektim. Üstümde ve kılıcımın üzerinde oluşan parıltıyı çok fazla umursamayarak. Bir konuşma yapacaktım. Ama açık olarak yalan olacaktı bu. Bu herifleri alaşağı etmeyi hedefliyordum. Bu ikili bu saatten sonra açıkçası benim düşmanlarımdı çünkü! Riaru’yu sevdiğimi ve onun eylemlerini takdir ettiğimi bir kez bile dile getirmemiştim şu zamana kadar. Çünkü ne Riaru’yu seviyordum, ne de onun yaptığı eylemleri takdir ediyordum. Ben sadece bazı avantajlar elde etmek isteyen leşçi bir akbabaydım.

Durumun getirdiği şekilde her an ihanet edebilirdim. Zaten bu kafayla buraya gelmiştim. Köyünden kaçmış bir shinobi, tüm dünyanın düşmanı gibi bir şeydi. Bu sebeple ben Ishigakure’ye düşman sayılabilirdim. Ama bu tek taraflıydı. Ben Ishigakure’ye zarar verecek bir şey yapmayı en başından düşünmüyordum. Bir kez bile düşünmemiştim. Belki hedeflerimle çelişirdi, o zaman düşünürdüm. Fakat buradaki durum onu gerektirmiyordu. Ishigakure düşmanım olmadığı gibi, onun düşmanı olan Riaru benim dostum değildi. Düşmanımın düşmanı benim dostumdur, deyimini karşılamıyordu benim durumum. O yüzden hedefim belliydi. Kendi yolumdan aşağı yürüyecektim ben sadece.

Bu yol neydi peki? Harika hikayeler yaratmak ve bunu harika bir şekilde kitabıma eklemekti. Şimdi yaşananlara bakınca, zayıf köylüleri gaddarlardan kurtarmak, tam biçilmiş kaftan değil miydi bu durumda? Bence kesinlikle öyleydi! Tabii bu ikiliyi halletsem de, sonrası vardı. Fakat ben canlarını ortaya koymuş köylülerin istediğini yapacaktım sadece! Onlar zaten bu yola ayak basmışlardı. Ben sadece onların isteklerini yerine getirecektim. Ne fazlası, ne de azı. Bu benim, bu duruma olan cevabımdı! En mantıklı ve de benim hedeflerimle en örtüşen cevap ve seçenekti! Kimseyi bir şeye zorlamaksızın, sadece kötü adamları yok ediyordum! İşte bu harika bir hikayenin öyküsüydü. Ne kadar zor ya da ne kadar kolay bir öyküydü? Orası ben ve bu köylüler için belirsizdi. Fakat her şeye rağmen bir öyküydü.

Yalanların ardında yarattığım kimliğimi şu an itibariyle yok edecektim. Başıma gelebilecek zorlukları aynı şekilde şu andan itibaren memnuniyetle kabul edecektim. Bu benim öykümdü. Bu yüzden bu öykünün yazarı da ben olmalıydım. Başkalarının boyunduruğu altına girmeyecek biriydim. Zincirler tarafından bağlanmak istenmeyen biriydim. Kendi doğruları olan biriydim. Bu yüzden ne Ishigakure’nin adamı olacaktım, ne de Riaru’nun. Birinin adamı olacaksam, kendimin adamı olacaktım. Bu bana en zevk verecek hayat tarzı buydu çünkü. Öyle ki herhangi bir kimliğimi bana terk ettirecek bir yoldu, bir yaşam tarzıydı benim seçtiğim şey. Geride kalmış söylenecek başka bir sözüm daha yoktu.

Şimdi eylemlerimin gücünü göstermeliydim. Yanına gitmiş olduğum ikiliye bakarken tebessümümü sürdürecektim. Ardından ambara doğru adımlamaya başladığımız anda olabildiğince gerçekçi bir şekilde, mütevazı olmaya çalışacaktım. “Heh, bu mu? Sadece öğrendiğim ufak ışıltılı bir numara.” Diyecektim. Bunu dememdeki sebebe gelirsek; biraz da olsa gardlarını düşürmek istiyordum. Korkuyla dolan bir insan tetikte olurdu çünkü. Ben onların tetikte olmalarını istemiyordum. Açıkçası ben de biraz temkinli yaklaşıyordum. Herhangi bir sıkıntı çıksın istemiyordum. Sıradan bir insana karşı üstün geleceğimi biliyordum. Fakat bu adamlar biraz daha eğitimliydi. Ne olur ne olmaz. Her zaman dikkatli olmak faydalıdır.

Bu bilinci esas alarak hareketlerime devam edecektim. Ardından kılıcımı kınına doğru hareket ettiriyor gibi yapacaktım. İkisinden biri görse de, görmese de çok takmayacaktım. Bu bahaneyle bir adım arkalarında kalacaktım. Böylece kendime hareket için bir alan, saldırı için bir boşluk yaratacaktım. Ardından kılıcım kınına doğru hareketi yaptığı an, en hedeflenebilir olana doğru, en ölümcül olabilecek noktadan sallayacaktım. Mümkünse hedefim uzun saçlı olacaktı. Kılıç kullanıyor olması ve özellikle çift kılıç olması daha zor bir hedef olduğunu kanısı yaratmıştı bende. Tabii kelin sinsi sırıtışı da hafif bir şüphe kırıntısı oluşturmamış değildi içimde. Fakat onu şimdilik es geçecektim.

Eğer ki tek bir vuruşta rakibimi halledebilirsem, öteki hamlem diğerini karşı gard almak veya onu etkisiz hale getirmek üzerine olacaktı. Çünkü kamp hakkında biraz bilgi almak istiyordum. Halledebileceğimi düşünürsem, belki oraya da el atabilirdim. Belli olmazdı. Şu anki konumum biraz uzaktı. Fakat kamp alanı toplanma alanı olan Derin Göl’e daha yakındı. İş nereye doğru yürür, bilemezdim. Fakat hikayemi şu an için olabildiğince süslemek istiyordum. Hatta mümkünse köyü biraz daha garantili bir konuma da getirmek istiyordum.

Son olarak, oldu da hedefimi tek bir hamlede öldüremedim, durum müsaitse bir hamle daha yapacaktım. Değilse gardımı alacaktım. Saldırı için fırsat kollayacaktım.
Künye
İsim: Taichi Dazai
Yaş: 20
Cinsiyet: Erkek
Element: Raiton
Seviye: C-Rank
Rütbe: Chunin
Ryo: 123.250 Ryo
Prestij: 13
Ün: -
Kullanılabilir GP: -
Motivasyon
En İyi Roman: Maceralarını içeren romanı yazmak için elbette bir sürü materyal gerecektir. Kitabı da, kendi maceralarına yaraşır bir şekilde, dünyanın en iyi romanı olmalıdır. Dünyanın en iyi romanına sahip olmak içinse, dünyanın en iyi yerlerine gitmeli ve hiç bilinmeyen, anlatılmamış mekanlarına gitmelidir. Bunu başarmak için elinden geleni yapmak bile, kendisini heyecanlandırmak için yeterlidir.
Komplikasyon
Değerli Defter: Maceralarını içeren sıklıkla not aldığı bu defter, onun için en değerli eşyalardan bir tanesidir. Yok olmasına dahi katlanabilir. Ama başkasının eline geçmesi, asla kabul edemeyeceği bir şeydir. Göğsünde bulunan iç cebine koyduğu bu defteri sıklıkla kontrol eder. Eğer ki bir gün defterini kaybederse, elinde bulunan her şeyi boş verip, defteri bulmak için gereken tüm fedakarlıkları gösterecektir. Maceralarını içeren bu defter, tıpkı bir yazarın yazdığı bir hikayenin, orta yerinde içindekilerinin çalınıp ortalığa yayılması gibi his yaşatacaktır kendisine.
Özellikler

Profil
Güç: 9
Çeviklik: 9
Kondisyon: 8
Potansiyel: 8
Varlık: 3
Zeka: 3
Beceri Listesi
[Güç] Atletizm: 2
[Çeviklik] Akrobasi: 2
[Çeviklik] El Hassasiyeti: 1
[Çeviklik] Saklanma: 1
[Favori Beceri][Kondisyon] Form: 3
[Potansiyel] Ninshuu: 1
[Varlık] Aldatma: 1
[Varlık] Empati: 1
[Varlık] Sosyalleşme: 1
[Zeka] Tıp: 1
[Zeka] Farkındalık: 1
[Zeka] İzcilik: 1

Ninjutsu
Shunshin no Jutsu - D-Rank[Geliştirme]
Ikazuchi no Kiba - C Rank
Raijin no Jutsu - B Rank
Raiton no Yoroi - A Rank
Taijutsu
Kendou - B Rank
Genjutsu
-
Karakterin Üzerinde Bulunan Ekipmanlar/Eşyalar:
Temel Shinobi Çantası
Orta Seviye Katana
5 Adet Patlayıcı Parşömen, 5 Adet Sentetik Kartona yapışık.
Koruyucu Şemsiye
User avatar
GM - Naruto
Game Master
Game Master
Posts:2605
Joined:August 25th, 2018, 6:19 pm

Re: [Taichi Dazai] Zorun Öyküsü

Post by GM - Naruto » August 8th, 2019, 1:28 am

Kel ve uzun saçlı, ambarın kapısına doğru ilerliyorlar. Sen ise bir kaç adım ileri alıp, onların arkasında kalıyorsun. Pek de kılıcını kınına götürmeye tenezzül etmiyor ve harekete geçmek için derin bir nefes alıyorsun, seni zaten görmediklerini bildiğin için. Raiton no Yoroi'nin chakranı emip kemirmesini hissediyorsun bu süre boyunca, zira onların yürümesi ve görüşünden çıkması 5-10 saniyeyi buluyor.

Onlar kapıdaki kilitle uğraşmaya başladığında, ikiliye doğru dönüyorsun. Sana yakın olan keltoş gözüne takılıyor ve ani bir şekilde ona doğru koşturmaya başlıyorsun. Aşırı hızlı bir şekilde koşmandan mütevellit oluşan momentumla beraber ileriye doğru tuttuğun kılıcını "Noluyor ya?" dermişçesine arkasına dönen herifin sol kolunun altından göğsüne sokuyor ve sağ omzu ile boynu arasındaki bir yerden dışarı çıkartıyorsun!

Eleman sanki kazığa dikilmiş gibi donup kalıyor, verdiği tek tepki ağzından fışkıran kanlar oluyor. Ani bir şekilde kılıcı geri çekip elemanın ona çarpan elektrikle beraber yere yığılışını izliyorsun. Gözleri hala açık ve yere düşerken seğirdiğini görüyorsun, fakat aniden can vermiş gibi görünüyor.

Solunda, bir metre yanında duran uzun saçlının ise şokun etkisinde, bir kaç adım geriye aldığını ve iki kılıcını da çekmeye çalıştığını görüyorsun. Faltaşı gibi açılan gözleri ve ağzı ile tam bir gafil av.

Aranızda bir kaç metre var. Ambarın önündesiniz. Köye doğru ilerleyenlerden bir kısmının durup olayı izlediğine şahit oluyorsun.
Off Topic
Normal şartlar altında "en ölümcül olabilecek noktadan sallayacaktım", "etkisiz hale getirecektim", gibi belirsiz cümleler yerine "kalbine doğru kılıcımı yere paralel turarak bir saplama hamlesi yapacaktım" tarzında bir anlatım kullanmanız gerekiyor. Eğer bu tarz anlatımlar uygulamazsanız Taijutsu kuralları gereği GP ödeyip aldığınız stilinizin kuvvetinden yararlanamayabilir ve istemediğiniz sonuçlarla karşı karşıya kalabilirsiniz. Şimdilik tasvir etmişsiniz gibi kabul ettik, fakat ileriki turlarda dikkat ediniz.
Bu hesaba atılan PM'ler kontrol edilmemektedir.
Locked

Return to “Yağmur Ülkesi”