Konuşmamın sonlanması akabinde Maguro katanayı hala dikkatle incelemeye devam ediyordu. İçimden bir parça, onun beni dinlediği konusunda bile tereddüde düşmeye başlarken, Maguro’nun bayık ancak keskin bakışları, saf bakışlarımla kesişiyordu. Bu bakışı tamamlayan bir gülümsemeyle ettiği ilk laflar, içimi ısıtsa da Izena’nın ne kadar dibe battığını da gösteriyordu aslında. Yüzümdeki tebessümü hiç silmeden ve konuşmaya müdahale edebileceğimi gösteren hiçbir mimik ortaya koymadan, Maguro’yu dinlemeye koyuluyordum sadece. Onun yarattığı saygı havası iliklerime kadar işlerken, Tatsu’nun ne demek istediğini daha iyi anlayabiliyordum. Ancak Maguro’nun devam eden konuşması, ciddileşen bakışları eşliğinde beni sorgulamaya dönüyordu. Bu konuda ona hak vermem gerekiyordu, zira bir yabancının köyle ilgili bir şeyleri eşelemesi hoş karşılanabilecek bir durum değildi elbette. Bu yüzden Maguro’nun sorgulamaya dönen bakışlarına uçarı bir tepki vermekten kaçınacaktım. Olmak istediğim gibi davranmaya devam edecek ve yüzümdeki saygın tebessümü koruyacaktım sadece. Fakat yine de, Maguro’nun karşımda bu kadar baskın olması da içten içe beni rahatsız ediyordu. Bu duyguya alışmaya başlamaya karar verdiğim sırada ise, Maguro yüzünde bir kez daha beliren saf sırıtışıyla çay teklifinde bulunuyordu.
Maguro’nun son sözlerinin üzerine, konuşma sırasının bana geçtiğini anlayarak “Size zahmet vermek istemem.” diyecektim sadece. Bu cevabım hem olumlu hem de olumsuz bir anlamı içinde barındırıyordu. Dolayısıyla doğrudan bir cevap vermek yerine, Maguro ile aramızdaki iletişimi bu boyutta tutmaya karar vermiştim. Cevabımı olumlu yorumlaması durumunda, konuşmaya başlamak için önüme çayın konmasını bekleyecek, ardından Maguro tekrar masaya oturduğunda, çaydan bir yudum alarak teşekkür edecektim. Bu teşekkürümü bir yudumla daha süsledikten sonra ise, tekrar konuşmaya başlamayı planlıyordum. Maguro tarafından cevabım olumsuz bir şekilde değerlendirilirse de, konuşmaya başlayacağım uygun anı bulacak ve hemen akabinde cümleleri sıralayacaktım. Lakin, her iki ihtimalde de söyleyeceklerim değişmeyecekti.
Aklımdan çay ile ilgili olasılıklar dönerken, bir yandan da yapacağım konuşmayı şekillendiriyordum. Maguro’nun sorusu aslında son derece yerindeydi. Benim kim olduğum veya ne istediğimden ziyade, cevapların bana ne katacağını sorması, aslında benim de bulmak istediğim bir cevaptı. Bu sebeple sesli düşünme tadında geçecek konuşmama katana gibi kesici aletlerle başlamayı düşünüyordum. Maguro ile bir bağ kurmam gerekiyorsa, bunu onun bildiği dili kullanarak yapmalıydım. “Açıkçası doğrudan bu soruyu duymayı beklemiyordum Maguro-san, ancak ettiğim birkaç kelamın boşa gitmemiş olduğunu bana daha iyi anlatamazdınız.” diyerek içinde övgü barındıran bir giriş cümlesi seçecektim kendime. Bu övgüyü laf olsun diye veya içi boş bir cümle olarak söylemiyordum, gerçekten de içimde beliren saygı tohumlarını Maguro’ya göstermek istiyordum. Bu sebeple cümlelerimin ardından oluşan kısa sessizliği yüzümdeki tebessümle doldururken “Katanalar konusunda ehil biri olduğunuzu düşünüyorum. Açıkçası katanaya veya benzer aletlere ilgisi olan insanlara hep imrenmişimdir.” diyerek esas konuya girmeyi amaçlıyordum. Tatsu’nun aksine Maguro’nun sözlerimi doğrudan anlayabileceğini düşünmeye başlamamdan dolayı, cümleleri çok eğip bükmeyi düşünmüyordum. Bu sebeple konuşmama “Bir katanayı tutabilirim, onu savurabilirim ve katanayla birilerine zarar verebilirim. Ancak bunları salt hayvani iç güdülerimle gerçekleştirmiş olurum. Buna karşın sizin gibi katananın yolundan giden insanlar benim gibilerden her zaman farklı olurlar. Bu konularda çok bir bilgim yok ancak her bir yolun farklı olduğunu ve içlerinde saygın düşünceler barındırdığını biliyorum. Bir katanayı tutuş şekliniz dahi başlı başına fark yaratan bir durum… Bir de bu katanalara hayat veren kişiler vardır. Kimisi metali döverek kimisi ise sizin gibi onu tamamlayarak bir katanaya hayat verir…” diyecektim. Bu cümlelerimin ardından bakışlarımı masanın üzerinde duran katanaya yoğunlaştıracaktım. Maguro’nun bakışları altında, onun ustası olduğu bir konu hakkında böylesine yorumlar yapmam çok hoş karşılanmayabilirdi, fakat bu noktada iyi bir açıdan kendi hikayemi bağlayabileceğimi düşünüyordum. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından “Sonunda gözlerinizin önünde kusursuz bir tablo yer alır. Metale bir çekiç darbesinin eksik vurulması, tsubanın bir parça yamuk takılması veya kabzaya yapılan sarmanın olması gerekenden gevşek olması… Sadece tek başına tüm manzarayı yok edebilir, öyle değil mi?” diyecektim. Cevabını beklemediğim bir soruyla Maguro’yu konuşmanın içine çekmeye çalışırken, bu konuda teyide muhtaç biri olduğumu da ona belli etmeyi planlıyordum. Sessizlik bir kez daha odada yankılanırken, son birkaç cümlem için bakışları Maguro’ya çevirecektim tekrar.
Maguro’nun saf gülümsemesini görmek, umduğum tek şeydi. Bu sayede doğru yolda olduğumu görebilecektim. Ne var ki, onun suratında farklı bir ifade belirmesi, beni durdurmaya yetmeyecekti. Bu sebeple kendi tebessümümü Maguro’dan esirgemeden “Bir katanaya can veremem Maguro-san, ancak yitip giden bir köye el uzatmak istiyorum. Buna ne hakkım olduğunu bilmiyorum, ancak bana katmasını umduğum birçok şey var… Ben anlamasam bile, kusursuz bir katanaya can vermenin size ne kattığını anlatabilirsiniz. Hislerimin çok farklı olmadığını düşünüyorum. Bugüne kadar kendimle verdiğim uğraşın, artık bir hayata dönmesini arzuluyorum. Bu yüzden Izena ile ilgili sorunları bilirsem, kendime bir değer katacağıma inanıyorum. Açıkçası ne kendimin ne de bu köyün yitip gitmesine göz yummak istemiyorum.” diyecektim. Haddinden fazla uzun ve sıkıcı bir konuşma olabilirdi bu. Ancak belki de ilk kez Togami ve Shiri’den sonra birine düşüncelerimi bu kadar saf haliyle sunuyordum. Bakışlarımı Maguro’nunkinden kaçırmadan yaptığım konuşmamın sonunda ise “Bunu Tatsu-san’a da söylemiştim, ancak ne kadar anladığı konusunda bir fikrim yok. Fakat bunu sizin daha iyi anlayacağınızı umuyorum Maguro-san…” dedikten sonra bakışlarımı biraz yumuşatarak “Izena her şeye sahip olup hiçbir şeyi olmayan bir köy… Dışarıdan baktığımda bunu net bir şekilde görebiliyorum. Aynen kendi içime baktığımda gördüklerim gibi.” diyerek konuşmamı sonlandıracaktım. Sonrası tamamen Maguro’nun elindeydi ve tek temennim beni biraz da olsa anlamasaydı.