Ritmi düşük bir ezgiyi andıran duruluğu ile konuşan Narihira, değişken bir hava durumunu andırıyordu. Bir an güneşli bir yaz sabahını andıran bu adam bazense bizi ıslatan bu Yağmur ülkesinin iklimi kadar soğuk olabiliyordu. Yazları sıcak kışları ise soğuk bir iklime sahip olan köyümün güzide insanlarına alışmış benim için zaman zaman uyum problemlerine sebep oluyor olsa da, Narihira-san'ı o güneşli bir yaz sabahını andıran haliyle hatırlamak, bu basit sorunu çabucak çözüyordu; çünkü ona yakıştırdığım profil, bir katilin soğukluğundan çok, samimi bir insanın sıcaklığıydı. Eğer gelecekte bir gün Narihira'yı hatırlamak için geçmişi irdelemek istersem, onu o gülen suratıyla bulmak isterdim; çünkü hayatımda yeteri kadar somurtkan insan vardı. Hatta yüzümü yansıtacak herhangi bir şeye baktığımda, onlardan biri her zaman yanımda oluyordu. Kısacası böyle gri bir hayata, gülümsemesi ile renk katabilecek insanlar, değerli kimselerdi gözümde.
Her bir adımda bir öncekinden daha hızlısını atmak istercesine hızlanan koşumuz bana küçüklüğümü hatırlatıyordu. Küçük bir çocukken, dördüncü büyük shinobi savaşının ardından köyü ele geçirmiş kış zamanı, henüz yeni yeni yağmaya başlamış zayıf kar tanelerinin altında koşarken amacım bugüne kıyasla, köye savaş alanından yeni dönmüş cesedin ya da yaralının ailem olup olmadığını öğrenmek içindi. Şimdi ise halen benim için çok önemli bir yer sağlayan ailem kadar önemli bir şey söz konusu olmalıydı ki, bu kadar hızlı bir şekilde koşuyordum. Ya da büyüdükçe ucuzlaşan dürtlerimiz, her şeyi hayatımızın en tepe noktasına koyup, onu önemli kılıyordu. Zira ben nereden bakarsam bakayım Ganmaru'nun teshişi ile ailemin teshişini aynı değerde göremiyordum; ama ayaklarıma bakacak olursak, ikisi de aynı değerde olmalıydı. Buna itiraz etmiyordum ama bir çocuğun saflığına olan hayranlığım, bu atmosferde bile artış gösteriyordu. Zira küçükken saf bir dürtü ile sadece sevdiğimiz insanları ve değerlerimizi korurken, büyüdükçe bir çıkar duygusu ele geçiriyordu her şeyi. Onu kalbinden atmaksa, tüm zehrini bedenine boşaltmış bir yılanın zehrini emerek çıkartmaya çalışmaktan çok daha zordu.
O zehri andıran bu ağır düşünceler, benzer dürtüler ile zihnimi kaplarken, beni bundan kurtaran bir kez daha Narihira oldu. Sanki onunla olan tüm konuşmalarımızın başlangıcında yatan amaç, birbirimizi daldığımız bu derin hallerden uyandırmaktı. En azından benim için ne zaman bir sessizlik çökse, duygular beraberinde getirdiği o ağır düşüncelerle birlikte açığa çıkıyor ve ne zaman önümü göremeyecek kadar aptallaşsam, Narihira-san'ın sesi orada oluyordu.
Söylediği sözler ile vücudumun refleks olarak siper aldığı ağacın gölgesinden kafamı uzatınca, karargahın girişini kaplayan sur benzeri yapılar gözüme gözüme battı. Bir shinobi için bu tarz şeyler kolay lokma olsa da, Narihira-san'ın asıl söylediği şey sıkıntı yaratan faktördü. Bir hırsız bir evin duvarını aşabilirdi kolayca; ama evin duvarını aştığında onu karşılayan herhangi bir yerini ısırdığında bırakmayacak gibi gözüken inatçı bir köpek olunca, o duvarı aşmasını sağlayacak sıçramayı yapmazdı. O hırsızın aksine, biz o sıçramayı da yapacaktık.
Zaten bir shinobi ile hırsızın arasındaki fark, o sıçramayı yapacak cesarette yatardı ya da artık o sıçramayı yapmasını sağlayan şeyin altyapısında ne yatıyorsa. Kimisi ona görev aşkı, kimisi köy aşkı, kimisi ise Narihira-san gibi ışıl ışıl parıldayan bir geleceğin aşkı için yapardı o sıçramayı.
Hepsinin ortak yönü ise o sıçramayı yapmış olmaları olurdu sadece.
Karargahı didik didik zihnime işleyip, ilmik ilmik dokuyarak da zihnime aktaran gözlerim, Narihira-san konuşmasının ikinci kısmına başladığında bu eylemi sürdürmeye devam etti; ama bu durum Narihira-san'ı dikkatli bir şekilde dinlememe engel olmadı. O konuştukça, işlerin artık netleştiğini hissedebiliyordum. Şansımızı ilk deneyeceğim yöntem, tamamen şansa kurulu bir yön olsa da, Narihira-san'dan çıkmış olması beni şaşırtmıyordu. O bana kıyasla gerçekten de şansa inanan bir insan gibi gözüküyordu; ama şans, tamamen iyi olabileceği gibi tamamen kötü de olabilirdi. Bunun en büyük kanıtı biz hevesle ve hayallerle bizleri harekete geçirecek o adımı atmak için hazırlanırken, kulaklarımıza gaipten gelmiş gibi duran o yabancı ağızlı sesti.
O ses öyle bir anda çıkmıştı ki, arkama dönüp bakmak istemiyordum. Bunun kötü bir hayal olduğuna inanmak gibi aptalca bir fikrin gölgesine sığınmak, orada barınmak istiyordum; ama arkamda varlığı hissedilmeye başlayan o kötücül hisse, bu shinobi olması için eğitilmiş bedenim refleks olarak tepki gösterip, yüzünü o tarafa doğru dönüyordu. Basit bir hatanın, sonucu tam karşımızda gururlu bir şekilde var olurken, en az Narihira-san kadar öfkeli ve kızgın hissediyordum. Zira, yaptığımız bu basit hata, sonuçları ağır olabilecek cinstendi.
Biri diğerine hiç benzemeyen bu ikili, iyi bir gizlenme Jutsusu ile bizi alt etmişlerdi. Biri fazlasıyla ağır bir görüme sahipken, diğeri daha zayıf ve çelimsizdi; ama her ikisinden açığa çıkan aura bana benzer geliyordu. Bu noktada onları ayıran şey birinin sıradan gözüken özgüvenli konuşması iken, diğerinin tiz ve itici konuşmasıydı. Bu fark öyle hissedebilir farktı ki, her ikisini de öldürmem gerektiğini bilmeme rağmen, dürtlerim kısa olanı parçalara ayırmak için daha da can atıyordu. Belki Narihira-san bunu hissettiği için belki de sadece gerçekten de uzun boyluları sevdiği için tercihini kas kütlesinden yana kullanırken, bana kalansa çelimsiz olan oluyordu.
Önce birbirimizi tartan bakışlarımız, hemen ardından sembolik bir şekilde çevreyi tartmaya başladığında, ikimizin de aynı detayları gördüğüne neredeyse emindim.
Belki bir yerlere önceden yerleştirilmiş tuzaklar olabilirdi; ama bunları ön görmek imkansız olduğu ve sadece böyle bir ihtimal yüzünden kendimi kısıtlamak aptallık olacağı için, bu tarz bir duruma düşmemek için dikkatli olmaya karar verdiğimde, ellerim ekipman çantama doğru çoktan yönelmişti. Ağaçların yoğunluğundan ötürü Wakizashi'yi gerekmediği sürece kullanmayacaktım. Ayrıca amacım şu an onu öldürmek değil, olabildiğince ormanın derinliklerine çekmekti. Bu yüzden parmaklarımın arasına sıkıştırdığım iki Kunai'yi, göğsüne doğru fırlatırken; iki şeyi test etmek istiyordum. İlki Kunaileri engellemek için bir silah kullanıp kullanmayacağı idi. Bunun sebebi ormanın içerisinde ışıltılı raiton jutsuları kullanmak istemediğim için, eğer iş Taijutsu'ya kayarsa karşımda nasıl bir şey olduğunu görmek istiyordum. İkinci sebebi ise nasıl bir tepki vereceğini görmek istememdi. Saldırgan bir tutuma sahip olduğunu aslında sözlerinden anlamak kolaydı; ama böyle bir tutuma sahip olması, saldırgan bir şekilde savaştığı anlamına gelecek diye bir kural yoktu. Bu yüzden tutumunu da görmek istiyordum. Bu sayede ona karşı nasıl savaşmam gerektiğine de hızlıca karar verebilirdim.
► Show Spoiler
Out: Turda Katana'dan bahsedilmiş ama Ryu Wakizashi kullanıyor. Bu durumda acaba bir karışıklık mı oldu yoksa sadece Wakizashi yerine Katana mı yazıldı emin olamadım. Bilgilendirirseniz sevinirim.