Off Topic
Bu free serisi, Amano Kagami'nin Jikangan'a sahip oluş hikayesini anlatmaktadır.
Gece uykuları artık eskisi kadar derin olmuyordu. Bunun nedeninin ufak tefek hırsızlıkları olup olmadığını düşünecek durumda bile hissetmiyordu kendini. Babasına ulaşmanın verdiği ızdıraplı bir hayatın kucağına düşmüş olmak da yormuyordu onu. Küçük ellerine bulaşan günahların giderek artacağını ve babasına ulaşmak adına bulaştığı günahların bir gün boynuna ilmek dolayabileceğini hissedebiliyordu. Aslında sorunu da bu noktada baş gösteriyordu. Boynuna dolanan bir ilmekten sonrası… Ölüm korkusunu duyması için çok küçüktü ve Kagami ölümün ne demek olduğunu bile bilmiyordu. Bir canlının yaşamının son bulmasının fiziki anlamını kavrayabiliyordu elbette, ancak ölümün nasıl bir şey olduğu anlayamıyordu. Gecenin karanlığında ansızın açılan gözleri, ilk sorusunu soruyordu aslında…
Yer yatağından hafif doğrulduğunda, üzerindeki yırtık şilteyi kenara attı yavaşça. Annesinin işleri, en az kendisininki kadar kesattı ve yaşadığı evde bu affedilemezdi. Bu yüzden annesi, üzerine yatması gereken şilteyi küçük evladının bedenini sıcak tutması için üzerine örtmüştü. Kendisi ise sert zeminde, en az zemin kadar sert bir yastıkta uyuyordu. Bir süre öylece bakmakla yetindi annesi küçük çocuk. Ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu, ancak üzgündü. Hak ettiklerinin bu olmadığının farkındaydı, ancak kurallar hayatını çoktan sarmalamaya başlamıştı. Belki de bir ömür boyut hayatını yönlendirecek kurallar, daha doğdu evde gaddar bir şekilde karşısında duruyordu. Öyle ki, gözünün enfeksiyon kaptığı söylenen kadına en son pansumanın ne zaman yapıldığını bile hatırlamıyordu. Ancak içindeki üzüntünün yegane sebebi bu değildi. Orada sessizce ve çaresizce uyuyan kadın, minik oğlunun savrulduğu günahların farkında olmalıydı. Son günlerde eve getirdiği paradaki artış, bir körün bile dikkatini çekecek cinstendi. Fakat kadın sessizdi ve garip bir avuntunun peşinde gibiydi. Nitekim kurallar günahlara savruluşun; günahlara savruluş ise güzel bir yaşantı beklentisinin getirisiydi.
Üzerindeki şilteyi yavaşça annesinin üzerine örterken, gözlerini yavaşça ovuşturmaya başladı minik çocuk. Annesinin hastalığını biliyordu ve bu hastalık sonucunda en iyi ihtimalle annesinin kör kalacağını da. Buna rağmen babasının hor gören tavırlarını sürdürmesine anlam veremiyor, ancak kabullenmek durumunda kalıyordu. Nitekim kural kuraldı ve ev içerisindeki şu anki yaşam koşulları, ortaya koyabildikleri gelir kadardı. Belki de sadece kaybolan güzelliğine rağmen insanların beynine işleyen dili sayesinde bu yaşantıyı hak ediyorlardı. Küçük çocuğun günahlarının getirisi, bu kadarını bile hak etmiyordu.
Şiltenin getirdiği anlık sıcaklık duygusu, kadının bir anda gevşemesine neden oluyordu. Soğuktan katılaşmış vücudu hafifçe gevşerken, annesinin omzunu yavaşça sarsmaya başladı küçük çocuk. Onu uyandırmak istememesine rağmen, sesini duymak istediği belliydi. Birkaç homurtunun ardından tek gözünü açan kadın, minik çocuğun endişeli suratını gördüğü anda yerinden fırlamıştı. Birçok şeyi kabul etse de, hala çocuğuna –belki de sadece şimdilik- düşkündü. Çocuğun suratını avuçlarının arasına alan kadın, korkmuş bir şekilde ne olduğunu sordu usulca. Geceyi uyandırmaktan dahi korkan kısıklıktaki ses tonuyla sorulan soruya minik çocuk “Okaasan… Ölmekten korkmalı mıyım?” diye yanıt vermişti, aynı çekingenlikle. Gören tek gözü hafifçe yaşaran kadın, minik çocuğuna sarılıp onu göğsüne bastırırken “Bunlar nereden aklına geliyor… Yarın çok işimiz var, uyumalısın.” diyordu. Minik çocuğu yavaşça yer yatağına doğru götüren kadın, şilteyi tekrar minik çocuğun üstüne örterken “Sana bir masal anlatmamı ister misin?” diye sorduğunda, minik çocuk gözlerini bir kez açıp kapayarak cevap veriyordu. Kadın, minik çocuğun gümüş rengi saçlarını okşamaya başlarken “Tamam… Ama şimdi gözlerini kapat ve beni öyle dinle.” diyordu. Minik çocuk ise, gözlerini usulca kapatıyordu itaatkar bir şekilde. Gözlerini kapasa da, kulaklarını sonuna kadar kabartmıştı.
Yer yatağından hafif doğrulduğunda, üzerindeki yırtık şilteyi kenara attı yavaşça. Annesinin işleri, en az kendisininki kadar kesattı ve yaşadığı evde bu affedilemezdi. Bu yüzden annesi, üzerine yatması gereken şilteyi küçük evladının bedenini sıcak tutması için üzerine örtmüştü. Kendisi ise sert zeminde, en az zemin kadar sert bir yastıkta uyuyordu. Bir süre öylece bakmakla yetindi annesi küçük çocuk. Ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu, ancak üzgündü. Hak ettiklerinin bu olmadığının farkındaydı, ancak kurallar hayatını çoktan sarmalamaya başlamıştı. Belki de bir ömür boyut hayatını yönlendirecek kurallar, daha doğdu evde gaddar bir şekilde karşısında duruyordu. Öyle ki, gözünün enfeksiyon kaptığı söylenen kadına en son pansumanın ne zaman yapıldığını bile hatırlamıyordu. Ancak içindeki üzüntünün yegane sebebi bu değildi. Orada sessizce ve çaresizce uyuyan kadın, minik oğlunun savrulduğu günahların farkında olmalıydı. Son günlerde eve getirdiği paradaki artış, bir körün bile dikkatini çekecek cinstendi. Fakat kadın sessizdi ve garip bir avuntunun peşinde gibiydi. Nitekim kurallar günahlara savruluşun; günahlara savruluş ise güzel bir yaşantı beklentisinin getirisiydi.
Üzerindeki şilteyi yavaşça annesinin üzerine örterken, gözlerini yavaşça ovuşturmaya başladı minik çocuk. Annesinin hastalığını biliyordu ve bu hastalık sonucunda en iyi ihtimalle annesinin kör kalacağını da. Buna rağmen babasının hor gören tavırlarını sürdürmesine anlam veremiyor, ancak kabullenmek durumunda kalıyordu. Nitekim kural kuraldı ve ev içerisindeki şu anki yaşam koşulları, ortaya koyabildikleri gelir kadardı. Belki de sadece kaybolan güzelliğine rağmen insanların beynine işleyen dili sayesinde bu yaşantıyı hak ediyorlardı. Küçük çocuğun günahlarının getirisi, bu kadarını bile hak etmiyordu.
Şiltenin getirdiği anlık sıcaklık duygusu, kadının bir anda gevşemesine neden oluyordu. Soğuktan katılaşmış vücudu hafifçe gevşerken, annesinin omzunu yavaşça sarsmaya başladı küçük çocuk. Onu uyandırmak istememesine rağmen, sesini duymak istediği belliydi. Birkaç homurtunun ardından tek gözünü açan kadın, minik çocuğun endişeli suratını gördüğü anda yerinden fırlamıştı. Birçok şeyi kabul etse de, hala çocuğuna –belki de sadece şimdilik- düşkündü. Çocuğun suratını avuçlarının arasına alan kadın, korkmuş bir şekilde ne olduğunu sordu usulca. Geceyi uyandırmaktan dahi korkan kısıklıktaki ses tonuyla sorulan soruya minik çocuk “Okaasan… Ölmekten korkmalı mıyım?” diye yanıt vermişti, aynı çekingenlikle. Gören tek gözü hafifçe yaşaran kadın, minik çocuğuna sarılıp onu göğsüne bastırırken “Bunlar nereden aklına geliyor… Yarın çok işimiz var, uyumalısın.” diyordu. Minik çocuğu yavaşça yer yatağına doğru götüren kadın, şilteyi tekrar minik çocuğun üstüne örterken “Sana bir masal anlatmamı ister misin?” diye sorduğunda, minik çocuk gözlerini bir kez açıp kapayarak cevap veriyordu. Kadın, minik çocuğun gümüş rengi saçlarını okşamaya başlarken “Tamam… Ama şimdi gözlerini kapat ve beni öyle dinle.” diyordu. Minik çocuk ise, gözlerini usulca kapatıyordu itaatkar bir şekilde. Gözlerini kapasa da, kulaklarını sonuna kadar kabartmıştı.