Riku, gece devriyesinden dönen ikizinin kendisini antrenman yapmak için dürtüklemeleriyle henüz gün ağarmadan uyanmıştı. Riko’nun bitmek tükenmek bilmeyen bu enerjisine hayret etmemek elde değildi. İsteği reddedildikten sonra Riku’yu sırtlayarak bahçeye götürüp kendisiyle dövüşmeye zorlamaması biraz da olsa yorulmuş olabileceğini işaret ediyordu ancak ikizinin ısrarcı yapısının yıldırılması zor bir güç olduğunun bilincindeydi. Fırsattan istifade hemen konuyu ikizinin karnını doyurup yatağa yollama ve sonrasında gününü sessiz ve sakince geçirebilme planlarına doğrultmuştu Riku.
“Akşamdan kalma gyoza var.” Bir yandan ikizinin tepkisine göre bahsi biraz daha arttırması gerekip gerekmediğini kestirmeye çalışıyordu. Riku’nun attığı yem ilgisini çekmişe benziyordu ancak kararsız görünen yüz ifadesinden henüz yutmadığı belliydi.
“Kalamar ve uni koydum gyozalara. Sen kızartırken ben de yasemin çayı demlerim. Kahvaltı yaparız.” Zaafı olan kalamar yetmişti Riko’nun bu fikri onaylamasına. Dün balık avından dönerken uğrayıp kalamar bıraktığı için babalarının dostu Takeo-san’a içten içe minnet duygularını yolluyordu Riku.
İkiziyle birlikte mutfağa geçip kahvaltılarını hazırlamaya giriştiler. Mis gibi yemek kokusu evin içine hakim oldukça genelde pek de kahvaltı insanı olmasa da Riku’ya da iyice bastırmaya başlayan açlık hissi hakim oluyordu. Kazdığı kuyuya düşen ikizinin ardından kendisi de atlamıştı resmen. Sonunda leziz kahvaltılarına gömülürken Riko da keyifle gece devriyesinde yaşadıklarını ikizine anlatıyor, birlikte hoşsohbet ediyorlardı.
Gyozaları biterken ikizler kapı zilinin beklenmedik çalınışıyla irkildiler. Güneş henüz doğuyordu, günün bu saati görevden başka bir şey çağırıyor olamaz diye düşündü Riku ve içinde gelenin kendisiyle alakalı olduğu bir içgüdüyle kapıyı açmak için atıldı. Araladığı kapı ardında yüzüne aşikar olduğu bir Kusa shinobisi duruyordu. Hissi doğruydu, Mokuro ailesinde bu sefer görev Riku’yu çağırıyordu. Hem de shinobinin belirttiği üzere köy dışına çıkacağını ele acınca pek de kısa süreli olmayacağı yargısına varmıştı.
Shinobiyi teşekkürle uğurlayıp çoktan konuşmaları dinlemek için arkasında konuşlanmış ikizine göreve çıktığını henüz uyumakta olan babalarına iletmesi ricasında bulunup hazırlanmak için odasına geçti. Üzerine dik yakalı ve kolsuz siyah bir elbise geçirip odasındaki boy aynasının karşısına geçip yeşil saçlarını yüzünün önüne düşmelerini engellemek için iki taraftan kulaklarının üstünde kurdelelerle tutturdu. Bugün feminen olarak adlandırılabilecek parçaların ağırlıklı olduğu bir şekilde giyinmek gelmişti içinden. Dolabına bakıldığında inanılmaz bir moda karmaşası var gibi görünüyordu, sadece bunlarla yetinmeyip arada ikizinin kendisinden katlarca büyük kıyafetlerine de el attığı olmuyor değildi. Kendisi için herkese karşı büyük ehemmiyetle çektiği kişisel sınırları bu meselede biraz hafifletmekte sakınca görmüyordu.
Giyinmeyi bitirdiğinde Oroshi’nin bakımını olabildiğince hızlı ancak dikkatlice tamamlayıp oklarının içinde bulunduğu sadakla birlikte çok sevdiği yayını sırtına yerleştirdi. Gerekli olan her şeyi aldığından emin olmak için iki kez kontrol ederek hazırladığı shinobi çantasını da bacağındaki kemere iliştirdi. Son dokunuş olarak eldivenlerini eline geçirince hazır olduğu kanaatini getirip odasından ayrıldı.
Riku evlerinden çıktığında ikizi de çoktan uykuya dalmıştı. Bahçedeki kediler için mama kaplarını doldurup koşar adımlarla evlerine pek de yakın olmayan Kusachou Binası’na doğru yola koyuldu. Köy dışında bir göreve çıkacak olmanın getirdiği merak ve heyecan duygusu sarmıştı zihnini. Hatta direkt bir şekilde görevin başka bir ülkede olmasını umut ediyordu. Özellikle bir süredir köy dışına çıkmamış olmasının getirdiği stabil histen kendisini arındırmak istiyordu artık.
Görevi ile ilgili düşüncelerle koşturarak ulaştığı Kusachou Binası’nda kendine seslenen sevecen ses tonu Riku’yu zihninden çıkararak gerçekliğe döndürdü.
“Ku-chan! Ah, ne zamandır görüşemedik. Nasılsın?” Sesin sahibi takım arkadaşlarından biri olan Momo’ydu. Uzun süredir köy dışındaki bir görevde olan pembe saçlı kunoichiyle son görüşmesi üzerinden bir aydan biraz fazlaca vakit geçmişti. Momo’nun güzel suratına yayılmış sıcacık gülümsemesini görmeyi özlediğini fark etti Riku. Çevresinde samimi olduğu pek fazla insana sahip değildi hatta geninliğinin ilk dönemlerinde Momo’ya da oldukça soğuk davrandığının bilincindeydi fakat genç kadına karşı bir güven hissiyle dolmaya başlaması kısa sürmüş, zamanla da en yakınlarından birisi olmuştu.
“Riko’yla köyde devriye gezmekten başka bir şey yapmadık. Sonunda köy dışı göreve çağrıldım ama şansa bak sen de bugün dönmüşsün.” Momo ile daha fazla sohbet etmek isterdi ancak kendisinden biraz ileride duran görev çağrısını aldığı shinobiyi fark etti. Bu kadar erken ve ani çağrıldığı için acil bir durum sezisindeydi ve Momo’yla vedalaşıp yanındaki iki kişi ile konuşmakta olan shinobiye yöneldi. İçlerinden kendisi gibi omzunda yumi yayı asılı olan genç kunoichi ister istemez dikkatini çekiyordu. Pek yaygın bir ninja ekipmanı olduğu söylenemezdi, en azından kendi köylerinde. Simsiyah uzun saçları beyaz teninin etrafından hoş bir tezatlıkla dökülüyor. Hafif ancak fark edilen bir makyaj dokundurulmuştu zarif hatlı yüzüne. Karşısındaki kunoichi Riku’ya tam nokta adlandıramasa da bazı yönlerden kendisine yakın hissettirebileceği bir izlenim veriyordu ilk anda.
Başıyla hafifçe selam verdikten sonra
“Merhaba. Ben Mokuro Riku.” diyerek kendini tanıttı. Kısa tanışma faslının ardından görevlerinin detayını öğrenebilmek için üst kata çıktılar ve içeride kırmızı saçlı bir kadından başka kimsenin olmadığı odaya girdiler. Karşılarında kendilerine gülümsemekte olan kunoichi Kusagakure’nin iki numarası olarak nam salmış olan Haku Aisu’ydu. Köy içerisinde en çok saygı duyduğu, kendine örnek aldığı isimlerden birisiydi Riku için de.
Büyük bir dikkatle Aisu’nun görev hakkında anlattıklarını her cümle gittikçe daha da ilgisini çekerek dinliyordu. Sınır bölgesi içerisinde bulunan mültecilerin konuşlandığı Çadır Kent’teki şüpheli bir cinayeti araştırmak üzerineydi görev. Sessizce iz peşinde ilerlemek, araştırmak, soruşturmak… Görev, Riku’nun hakkındaki beklentilerinden bile daha fazla kendisine hitap ettiğini düşünüyordu. Çıkacağı görevin sıradan bir cinayetten ziyade böylesine gizemlerle örtülü ve bir yandan da Kusagakure’nin refah ve güvenliğine karşı gün geçtikçe daha da büyük bir tehdit olan Riaru ile bağlantılı oluşu ilgisini iyice artırıyordu.
Aisu’nun aktardıkları arasından kanla çizilmiş sembol detayına özellikle oldukça takılmıştı. Tehdit veya hedef şaşırtma amacıyla bırakılmış olması ilk aklına gelenlerdi ancak sebepleri netleştirebilmek için öncelikle bu sembolün anlamını bulmalılardı. Kafasında dönmeye başlayan sorularla birlikte Aisu’nun görev hakkındaki bilgilendirmelerini takip ediyordu. Son sözleriyle kendisinin konuşmaya başlayabileceğini uygun görüp sakin ve tek tonlu zarif sesiyle aklındakileri Aisu’ya yöneltti.
“Verdiğiniz bilgiler ve açıklamanız için teşekkürler Aisu-san. Aklımda olan sorulardan ilki Suguro Gekko bizim geleceğimizden haberdar mı ve kendisi ile Çadır Kent’e ulaştığımızda nasıl iletişime geçeceğiz? Görevi gizli bir şekilde yürüttüğümüz için insanlara sorular sorup dikkat çekme riskini almaktansa ilk olarak direkt kendisi ile görüşmenin daha uygun olduğunu düşünüyorum. Bir diğer sorum da yolculuk koşullarımız hakkında: herhangi bir araç tahsil edildi mi? Ve tekrar teşekkürler, köyümüzün güvenliği için elimden gelenin en iyisini adayacağım.” Konuşması bittikten sonra yönelttiği sorulara cevap beklemeye başlamıştı. Riku bu cinayetin kendisini şimdiden sır perdesinin aralarına sürüklediğini hissedebiliyor ve bir an önce yola koyulmak istiyordu.