Sağ kulağının üç santim ardına dek gerdiği okun ellerinin arasından fırlamasıyla çıkan, rüzgarı kamçılayan sesi duyduğu andan itibaren geçen kısacık anda yalnızca içerisinde bulunduğu mushin* durumuyla gözlem yapıyordu. Kendine doğru gelen mızrağın farkındaydı ancak kendisini nasıl etkileyeceği gibi endişelere zihninde yer yoktu, sadece yapmayı seçtiği eylemin başarısını görmek istiyordu. Okun hedefine temas anıyla birlikte Riku için sanki yavaşlamış olan zaman bir anda eski akışına geri dönmüştü. Kalçasındaki acının katlarca fazlası zihnini bir yıldırım gibi çarpmıştı. Acıdan iyice kısılan gözlerini bu hissin kaynağına çevirdiğinde topraktan mızrağın sol üst kolunu parçaladığını fark etmişti.
“Siktir-” diye söylendi içinden. Yayını kullanmaya devam edebilir miydi? Hissettiği acıyı beyninin derinliklerine itmeye çalışırken yeni bir oku yerleştirdi yayına. Yerde duran rakibine okunu hedeflemeye çalışarak yayı germesiyle sol koluna söz geçiremeyeceğini anlamıştı. Toparlamaya çalıştığı gücü bulamayan kolunun titremesini durduramıyordu, bu şekilde hedef almak bir yana oku atabileceği bile şüpheliydi. Yine de bir açıklık bulduğu için geri çekilmek istemiyordu. Kensaku’ya söyleyeceklerini söylemişti. Adamın elinde daha ne kozlar vardı? Yaptığı atış gerçekten de onu durdurabilmiş miydi?
Riku’nun tehditkar durmaya çabalayan postürüne karşılık Kensaku’nun yüzünde samimi bir gülümseme vardı. Bu kadardı, dövüşleri sona ermişti. Riku bu gelişmeye nasıl tepki vereceğini bilememişti ama kesinlikle bundan minnettardı. Kensaku’nun konuşmasından kendinden ne denli emin olduğunu anlıyordu ve Riku da adamın daha neler yapabildiğini görmek istediğini biliyordu. Ancak bu kesinlikle dövüşmeye devam etmek istemekten ziyade Kensaku’nun kapalı kartlarının neler olduğuna dair bir meraktan kaynaklanıyordu.
“Daha fazla hırpalanmak… Tatmin oldum… Sonuna kadar gitmek…” tabirlerini duyması bir nevi Riku’nun hoşuna gitmişti ve içerisinde bir parça mutluluk hissediyordu. Dudaklarında belli belirsiz bir gülümsemenin şekillenmesine engel olamamıştı. Belki her kelimenin ardında fazla mana aramanın lüzumu yoktu ancak kendini yakın hissettiği ve gücüne kendi gözleriyle şahit olduğu bir insanın kendini kabul ettiğini hissetmek Riku’ya gurur vermişti.
Kensaku bir yandan yaralarını sarmaya girişmişken Riku’nun da vücudundaki adrenalin seviyesi düşüyor, bununla birlikte gelen acı kendisinin de yaralarını kapatması gerektiğini hatırlatıyordu. Kalçasındaki yaradan bacağı boyunca akan kanın yaydığı sıcaklığı hissedebiliyordu, yine de kalçasının biraz daha bekleyebileceğini düşündü. Giydiği elbisenin eteğinden bir parça yırtarak Riku da bir yandan Kensaku’yu dinlerken kolundan başlayarak yaralarını sarıyordu.
Adamın konuştuğu her an Riku’nun aklı daha da karışmıştı. Öncelikle Kei’nin Kusagakure emriyle öldürülmüş olabileceği pek de şaşırtmıyordu Riku’yu, sonuçta köstebeğin iplerini tutamama riskindense direkt ortadan kaldırmak daha sağlam bir sonuçtu. Üstelik köyünün iç halkasının bilgilerini ve aldıkları kararları sorgulamak özellikle de elinde hiçbir şey olmadığı bu noktada imkansızdı. Anlayamadığı kısım eğer bu cinayetin sorumlusu Kusagakure’yse niçin kendisi de buraya yollanmıştı? Sadece göstermelik miydi buradaki bulunuşu, zaten başarıyla sonuçlanması istenmeyen bir göreve mi yollanmıştı yoksa Kensaku’yla yolunun kesişmesi en başından beri gerekli miydi? Kendisine anlatılanlar ve görevi arasında bir korelasyon kurmaya, mantığının çerçevesine oturtmaya çabalıyordu ve bunu tek başına düşünerek yapamayacağı kesindi. Ancak maktulün gizli kimliğinden kimseye bahsetmemesi emrini aldığı için Kensaku’ya güvenip açık açık konuşmak yerine kendi bildiklerini saklayarak sorularını yöneltmeyi seçecekti.
Kalçasındaki yarayı da sarmayı bitirip alnını kaplayan ter damlacıklarını sağ elinin tersiyle sildi. Derin bir nefes alıp konuşmaya girişecekti ancak nasıl başlayacağını bilemeyip bir anlığına duraksamanın ardından yüksek olmayan ciddi bir tonla söze girdi.
“Kensaku-san belirttiğiniz fedakarlıkların ne denli ağır olabileceğinin bilincindeyim, köyümüz adına yaptıklarınız için sizlere teşekkürlerimi sunuyorum.” Hafifçe saygıyla başını eğdikten sonra yüzünü tekrar Kensaku’ya doğru kaldırıp konuşmasına devam etti:
“Öncelikle Mochizuki Kei cinayetinin sebebini öğrenmek istiyorum. Sonuçta Kusagakure tarafından bana verilen görev de bu bilgiyi edinmek ve suçluyu yakalamak.” Bakışlarını gökyüzüne doğrultup sağ elini şakakları arasına dayayarak derin bir nefes almıştı. Ardından elini saçları arasında gezdirerek kafasının ardına götürürken elinin geçtiği yerlerdeki saçları yavaşça eski yerlerine dönüyordu.
Kensaku’ya güvenebilir miydi? Belki de bir tuzağın içerisine çekilmişti ancak söz konusu buysa Riku’yu öldürmek yerine böyle bir yalanı öne sürmekteki amacı ne olabilirdi? Aslında doğruları söylediğini varsaysa bile bu bilgiyi Riku’ya verme amacını anlayamıyordu. Bu durumda aldığı emirler doğrultusunda cinayetin sebebini söyleyemeyebilirdi. Yine de Çadır Kent’teki varoluşuyla alakalı cevaplara ihtiyacı vardı. Bir anlık düşünmenin ardından meraklı bakışlarını tekrar adama doğrultmuştu.
“Aklıma takılan husus: birliğiniz Kusachou’dan mı emir alıyor? Şayet bu durumda benim niçin buraya gönderildiğim konusu bana çelişkili geliyor. Eğer ki birliğiniz kendi kararlarını hüküm sürüyorsa buna göz yumamam. Ayrıca benim de size daha önceden belirttiğim gibi, somut kanıtlar görmeliyim. Anlayacağınız üzere sadece belirttiklerinizle sözlerinize güvenemem. Benim için önemli olan köyümün bana verdiği emirdir.” Daha aklında soracak çok soru vardı ancak öncelikle Kensaku’yu dinlemek ve verdiği cevaplara göre sorularını şekillendirmek istiyordu. Söyledikleri üzerine en kötü durumu ele alarak tekrardan dövüşe hazır olacak ve Kensaku’yu gözlemleyecekti.