Yutaka'nın hareketi, bizim de başlamamız için bir sinyal gibiydi. Keltoşun üzerine uçan "abinin" ikisini yere sermesiyle beraber hücum ettim ben de. Tek adımda kelin yanına vardım ve planladığım gibi kafasını kavradım ve tahta duvara geçirdim. Duvarda oluşan göçük ve herifin bir sümük gibi yere kayışının arkasında kalan kan izi bana "yeter herhalde." diye düşündürtmüştü. Bu sırada, etrafta yankılanan bir burun kırılma sesi ile Yutaka'ya doğru kafamı çevirdim. Herifin suradındaki ayağını görünce, herşeyin göreceli olarak yolunda olduğunu anladım. Bu burun kırılma sesini de bir kunai sesi takip etti.
Ancak bu sesin çıkışına bizzat şahit olmuştum. Herifin boğazından giren kunai resmen onu yere zımbaladı. Oracıkta can vermiş olmalıydı herif, Yutaka ise çıkardığı işten gayet memnundu. Tabi ki bu gayet doğaldı. Bunun için eğitilmiyormuyduk zaten? Gözlerimi kırpmadan bakışlarımı herife çevirdim ve yerde sanki bağlanmış gibi debelendiğini gördüm. Susumu'nun ona doğru uzanmış ellerini görünce de, bir tür Genjutsu aldında olduğunu kesinleştirdim aklımda. Susumu'yu onaylar bir şekilde başımı salladım ve herifin önünde, bir dizimin üstüne çöktüm.
Henge'yi bozdum ve bir elimi belimdeki Shinobi çantama atıp misinayı çıkardım. 2.5 metrelik kısmını kullanarak herifi bir güzel bağlayacaktım. Susumu'nun daha fazla yorulmaması gerekliydi, ayrıca eğer olur da adama "acı çektirmemiz" gerekirse tekniğin bozulmasını göze alamazdık. Amacım herifin ellerini bileklerinden güzelce birbirlerine bağlamaktı. Önden veya arkadan olması farketmezdi, 10 dakika kadar falan sürecekti sorgu zaten. Ötesi için tutup tutmaması bizi ilgilendirmiyordu.
Yutaka'nın abi lafına herhangi bir yorum yapmadım. Böyle bir durumda bile "pozitif" kalabiliyor oluşunu kıskanmıştım gerçi, yalan yok.
Herifi bir şekilde bağladıktan sonra, Susumu'ya tekniğini isterse bozabileceğini belirten bir bakış atacaktım. Ardından omzumdaki tantouyu çekecektim ve elimde gayet sakin bir şekilde tutarken adamın gözlerinin içine bakacaktım. Göz dağı vermek pek yapmayı tercih ettiğim bir şey değildi ancak şu durumda gerek yoktu sanki. Yapabileceklerimizi görmüştü ve sanırım konuşmaktan başka bir seçeneğinin olmadığının da bilincindeydi. "Bir kaç sorum var sana. Bir, Tesuri nerede? İki, Kizashi, yakaladığınız Kusagakure shinobisi nerede? Üç, köyde kaç Riaru adamı var? Dört, Shinji bu yörede mi?"
Cevaplarına göre bir sonraki olaylar dizisi şekillenecekti. Ancak çok farklı şeyler olmayacak gibiydi. Yani, gerçekçi olacak olursam, bu adam muhtemelen bu evden canlı çıkmayacaktı. Cevap verse de vermese de arkamızda bir iz bırakamazdık. Düşmandı o, onu "öldürmeyecektik", "etkisiz hale getirecektik". Böyle bakarsam olaya sanırım, daha rahat edebilirdim.
Aslında rahattım da, düşününce. Elimdeki tantouyu herifin boğazına dayayıp kesmek ile aramda hiç bir sıkıntı yoktu. Bunu gayet yapabilirdim. Herifi bir şekilde canlı bırakmak için de sebep aramıyordum, hani "eğer anlatırsa canlı mı bıraksak?" gibisinden bir düşüncem de yoktu yani. Bilmiyordum. Kafam biraz karışık gibiydi. Kolayca onu harcayabileceğim gerçeğinden kaçmak için çeşitli bahaneler üretiyordu zihnim ve asıl düşünülmesi gereken şeyleri düşünemiyor gibiydim. Bazı şeyleri artık kabullenmem gerekiyor gibiydi Yutaka ve Susumu gibi.
Herifin gözlerinin içine baktım tekrar ve söyleyeceklerini dinlemeye başladım. Eğer ters bir şey yapacak olursa, mesela suradıma tükürmek gibi, elim ile suradını kavrayıp zemine var gücümle geçirecektim. Bak, bunu hiç tatava etmeden yapabilirdim sanırım.