Nefeslenmek için camın önündeki büyük sandığın üstüne yığıldığımda fark etmiştim ne kadar yorulduğumu. Etrafın tozunu almak için şöyle bir hareketlenmiştim, hem biraz antrenmanın da vücuduma ve yaralarıma iyi geleceğini düşünmüştüm. Kendimi yormaktan fazlasını başaramamıştım oysa ki. Derin bir nefes verdim ve bir dirseğimi hemen önümdeki cama yasladım, dışarıyı izlemeye başladım.
Tek başıma yaşadığım evimin ikinci katındaydım. Aslında bu bir ikinci kat değildi, hafif üçgensel ve klasik bir Japon stilinde çatısı vardı ve bu kat da o çatı ile evin tavanı arasında kalan alanı kaplıyordu. Bir çok eski eşya buraya dizilmişti ve toz toplamak dışında da başka bir işe yaramıyorlardı. Kimisinde küçüklüğümden kalma oyuncaklarım vardı bir kaç tane, kimi kutunun içinde eski dergiler veya akademi materyelleri. Bir yerleri ararsam ilk fırlattığım kunai setini bulabilirdim mesela. Üzerinde nefeslendiğim sandığın içinde ise eski kıyafetler vardı. Epey eski, artık bana olmayan. Fakat yine de atmaya kıyamamıştı annem ve ben de onları yanımda götürmek istemiştim. Hem yanımda olmaları hoşuma gidiyordu, hem de annemin yanında ona boş iş çıkartmalarını istemiyordum. Sürekli yıkanıp tozları alınıyordu zira ve onun çok yorulduğunu biliyordum.
Şimdi de yorulan taraf ben olmuştum aslında.
Yaralarımın hala tamamen iyileşmemiş olması da aslında bunun en büyük sebebiydi. Cenazeden sonraki bir kaç hafta içerisinde rahatlamıştım fakat hala aktif göreve çıkabilecek kapasitede değildim. Camdan dışarı baktığımda gördüğüm bir kaç devriye imrendirmişti beni aslında. Onlarla beraber olabilirdim, bir işe yarayabilirdim.
Ama zaten yeterince işe yaramamış mıydım?
Bence hayır. Daha fazlasını yapabilirdim. Kizashi'yi canlı geri getirmiş olsak bile, bu yatıp dinlenmek için pek bir sebep olamazdı. Hayat devam ediyordu, yeni tehditler peydah ediyor, yeni düşmanlar ortaya çıkıyordu. Ben burada vakit kaybettikçe başkalarının benim ağırlığımı çekmesi gerekiyordu. Fakat yine de, düşünmeden edemiyordum; haketmiş olamaz mıydım bir tatili? Buna cevap veremiyordum pek aslında. Köyümü ve ülkemi seviyordum, onun için daha çok şeyler yapmaya da kendimi epeydir hazır hissetmekteydim. Fakat bir fanatik de değildim, peki neden bir fanatik gibi düşünmeye başlamıştım?
Sanırım kendimi kendime kanıtlama konusunda ileri gitmiştim.
Başarmıştım aslında, cenazede kapattığım bir konuydu bu, ancak tekrar tekrar açıladurmuştu hep. Yatağa uzandığımda, kahvaltı ederken, dışarı çıktığımda, hep aklımdaydı; daha fazla ne yapabilirim? Kendimi yakacak gibiydim bu gidişle. Biraz dizginlenmeli miydim? Dizginlenecek şey neydi ki, ona karar vermeliydim sanırım, herşeyden önce.
Ancak ondan da önce aşağı kata inmeliydim. Toz almayı becerememiştim ve ufak bir öksürük krizinde bulmuştum kendimi. Son defa camdan aşağı baktım ve alt kata açılan ufak, dik ve ahşap merdivene ilerledim.
Tek başıma yaşadığım evimin ikinci katındaydım. Aslında bu bir ikinci kat değildi, hafif üçgensel ve klasik bir Japon stilinde çatısı vardı ve bu kat da o çatı ile evin tavanı arasında kalan alanı kaplıyordu. Bir çok eski eşya buraya dizilmişti ve toz toplamak dışında da başka bir işe yaramıyorlardı. Kimisinde küçüklüğümden kalma oyuncaklarım vardı bir kaç tane, kimi kutunun içinde eski dergiler veya akademi materyelleri. Bir yerleri ararsam ilk fırlattığım kunai setini bulabilirdim mesela. Üzerinde nefeslendiğim sandığın içinde ise eski kıyafetler vardı. Epey eski, artık bana olmayan. Fakat yine de atmaya kıyamamıştı annem ve ben de onları yanımda götürmek istemiştim. Hem yanımda olmaları hoşuma gidiyordu, hem de annemin yanında ona boş iş çıkartmalarını istemiyordum. Sürekli yıkanıp tozları alınıyordu zira ve onun çok yorulduğunu biliyordum.
Şimdi de yorulan taraf ben olmuştum aslında.
Yaralarımın hala tamamen iyileşmemiş olması da aslında bunun en büyük sebebiydi. Cenazeden sonraki bir kaç hafta içerisinde rahatlamıştım fakat hala aktif göreve çıkabilecek kapasitede değildim. Camdan dışarı baktığımda gördüğüm bir kaç devriye imrendirmişti beni aslında. Onlarla beraber olabilirdim, bir işe yarayabilirdim.
Ama zaten yeterince işe yaramamış mıydım?
Bence hayır. Daha fazlasını yapabilirdim. Kizashi'yi canlı geri getirmiş olsak bile, bu yatıp dinlenmek için pek bir sebep olamazdı. Hayat devam ediyordu, yeni tehditler peydah ediyor, yeni düşmanlar ortaya çıkıyordu. Ben burada vakit kaybettikçe başkalarının benim ağırlığımı çekmesi gerekiyordu. Fakat yine de, düşünmeden edemiyordum; haketmiş olamaz mıydım bir tatili? Buna cevap veremiyordum pek aslında. Köyümü ve ülkemi seviyordum, onun için daha çok şeyler yapmaya da kendimi epeydir hazır hissetmekteydim. Fakat bir fanatik de değildim, peki neden bir fanatik gibi düşünmeye başlamıştım?
Sanırım kendimi kendime kanıtlama konusunda ileri gitmiştim.
Başarmıştım aslında, cenazede kapattığım bir konuydu bu, ancak tekrar tekrar açıladurmuştu hep. Yatağa uzandığımda, kahvaltı ederken, dışarı çıktığımda, hep aklımdaydı; daha fazla ne yapabilirim? Kendimi yakacak gibiydim bu gidişle. Biraz dizginlenmeli miydim? Dizginlenecek şey neydi ki, ona karar vermeliydim sanırım, herşeyden önce.
Ancak ondan da önce aşağı kata inmeliydim. Toz almayı becerememiştim ve ufak bir öksürük krizinde bulmuştum kendimi. Son defa camdan aşağı baktım ve alt kata açılan ufak, dik ve ahşap merdivene ilerledim.