Tek katlı, ufak ve düz çatılı bir evin önünde durmuştum ve kapıyı çalmıştım. Beyaz bir standart Japon eviydi. Uzunca süren bir 5 dakikanın ardından kapıyı usulca aralayan Susumu, huysuz suradını göstermişti kış uykusundan uyanan bir ayı gibi. Dolgun saçları kaşlarına kadar taranmış olmasa ters bir vakitte geldiğimi düşünecektim. Fakat üzerindeki huysuzluğun kaynağının ben olmadığım barizdi.
"Hazırlan. Gidiyoruz."
Suradı biraz daha çöktü ve gözleri kısıldı, sanki bir çizgiromandaki "chibi" karakterler gibi bir surat yapıyordu resmen. Elimde bir kalem olsa sol şakağına bir ter damlası çizerdim fakat, o kadar ileri gitmek gibi bir niyetim de yoktu.
Bir kaç adım atarak sokağa geri çıktım ve kapıyı kapatıp hazırlanmasını bekledim. Kapının arkasından gelen homurdanmayı ve ucundan yüz kızartıcı bir kaç küfrü duyabiliyordum. Sırıttım sadece. Emir almayı pek sevmediğini çözmüştüm fakat ölüm kalım durumu olmadığı zamanlarda da ona böyle davranmam hoş bir "şaka" olur diye düşünüyordum. Siniri bozulmuştu, görevimi başarmış gibi görünüyordum. Olmayan bıyıklarımın altından sırıtmaya devam ettim.
Dışarı çıktığında, gitmeye hazırdık. Hedefimiz, giysi almaktı.
Son görevimizde piç olan kıyafetlerini bana kitlemişti gerçi. O yüzden onu itip kakmayı düşünüyordum biraz. Akşam yemeğini de bana kitlemişti ayrıca, bunların karşılığını maddi olarak değil manevi olarak sonuna kadar tahsil etmek planlarım içerisindeydi. Verdiğim sözleri tutmak ile alakalı sıfır problemim vardı, bunlar karşılığında da bir şey beklemiyordum. Fakat emrivaki muhabbetinin de bir karşılığı olmalıydı elbet. Eğlenerek bu karşılığı alacak olmam da sanırım en masumane yöntemdi.
Hazırlanıp çıktığında göz ucuyla ona baktım ve süzdüm. Ardından sağ elimin iki parmağını birleştirerek sol elimin bileğine vuracaktım orada olmayan kol saatini işaret edecek bir şekilde, sonrasında da iki elimi dışarıya açacaktım "Nerede kaldın?" dermişçesine, suradıma alaycı bir ifade takınarak. Bu tavrım tabii ki onun hazırlanma süresi ile alakalı değildi, tahsilatın ilk taksidiydi sadece.